“öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yokettim.
Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.” İsmet Özel, ERBAİN
Ya nakkaş neden kelebeklere dair bir anımız yok, neden seninle bir kelebeğin fotoğrafını çekmedik kırlarda… Çok mu yorulmuştuk artık şiir yazmaktan? kelebek mi? bugün ayın on dokuzu farkındayım, yine yazma vakti buldu çattı, gel seninle samimiyetten çatlatalım duvarları, gel sende yaz bir şiirin ucundan tutup dünyaya yayalım… gel seninle ben bende birleşsek olmaz mı? Ama sen güzelsin… Biliyoruz senin yazmadığınla bende olmayan şey, seninle benim aramdaki anlamsız çizginin ta kendisi, cümle cümlesizlikten ibaret… Ama inan çok güzelsin… Kelebekler! Evet onlar da güzel… Biliyorsun en çok kelebekleri senin göz bebeklerinden görmeyi severim ben, beyaz güvercini de… Şimdi sıkılmışlar tekkesinde, anlamıyorsun beni sokağından çıkıp, dağın da aslında tavşana küstüğünden konuşalım, gelin eleleverip, mecnunun hikaye kahramanlığından, saçma bir yazının başlığının anlamsız bir şiirle başladığından çıkartalım. biliyorsun bu son zamanlarda anlamsız şeyler çok tutuyor. Saçma olanın içinde arıyor doğruyu insan o kadar eğri şey varken… Mesela kimse okumuyor sonra… Sahi nakkaş ben bunu yazsam sen okuyup diyecekmisin samimiyetinden çatlamış duvarlar… Yoksa peh saçmalamış, delinin tekidir deyip geçecek misin? Belki sende gün olur yazarsın bana, kelebeklerin hatırına… Oysa nakkaş benim kelam şöyle içten bir yerden geçiyor, inan bana! Bir musluğun önüne ellerini koyup suyu başkasına içirmen gibi, annenin ellerinden küçük bir çocuk olupta içersin ve çok tatlıdır ya, işte aynen öyle içimdeki musluğa koyuyorum ellerimi ve kağıda öyle akıtıyorum. Yoksa ben yazmayı bilmem… İşte bundandır kalemimden yalan çıkmaz, çıkarsa mürekkebin içinde boğulur kelimeler ve okuyucu, buldum bu samimiyetsizlik işte bu yazı, bu yazarın gönlünden çıktığını iddia ettiği gibi çıkmamış, gelin okumayalım derler… Oysa nakkaş biliyorsun ben kelama bırakıp kendimi sütunlar boyunca yazarsam senden yazmışımdır… hiç parağrafsız ve hep sessiz… Sese dair de bir anımız yok, mesela beraber bir şarkıyı sokaklarda bağıra bağıra beraber okumadık, okuyamadık, herhalde bir sebep olmalı, birbirimize bir sebep bulmalıyız… Evet nakkaş suyun yürümediği su, suyun görmediği benim, benim gördüğüm sensin ve kelebeklere dair sese dair bir anımız yok… sen yine bahtiyarlıktan bahsedip canımı sıkacaksın zannedeceksin ki herkes çok mutlu, mutluluk aptalların oyuncağı değil mi nakkaş, bir kadife dergi çıkarmak ya da… Bilmiyorum, suyun tersten mi, düzden mi, şiirden mi şarkıdan mı? Nereden geldiğini bilmeden ambarlar dolusu mısırın içindeki bir tavuk gibi, hepsini yemeye çalışıyorum… Sevgiye muhtaç olan insan? Sevgiye muhtacım nakkaş… Bir neyzenin neyini sevmesi gibi bir sevgiye… Ötesi yok, kadınların birer ilahe olmak istedikleri zamanda erkeklerin antik tanrılar olmasına katlanamam… Tüm tutan saçma şeyler gibi saçma, gel saçmayalım, sen beni al, ben yorgunum…