Umut (Esaretin Bedeli)


 

Halil Altay

“Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsündür.”

Hapishaneler, yıllarınızı almakla yetinmez. Hayallerinizi, planlarınızı, geleceğinizi, mutluluğunuzu da alır, sizi ele geçirir. Esaret, bütünüyle damarlarınıza işler. Bir zaman sonra kurumsallaştığınızın farkına varırsınız. Kendinize ait hiçbir şey kalmamıştır.  Hapishanenin bir parçasısınızdır artık. Ya yaşamakla uğraşacaksın ya da ölmekle. Geriye kalan tek şey ise umuttur. Umut hala sizinledir ve umut ettikçe özgürsündür. İnsan hapishanede bile özgür olabilir. Kızgın güneşin altında soğuk içkinizi yudumlarken özgürsünüzdür, ya da müzik dinlerken…

“Müzik buradaydı yani içimde. Müziğin güzelliği budur, onu sizden alamazlar. Hiç müzik için böyle şeyler hissetmemiş miydiniz? Unutmamak için ona ihtiyacımız var. Unutmamak için, senin olan bir şeyi… Umudu…”

Dört duvar arasında geçirilen yıllar, yabancılaşma, kötülük, rüşvet, ihanet, kurallar, esaret altında kayıp giden koca bir ömür… Ya kurtuluş, ıslah olmak…

“ Islah olmak mı, bir düşüneyim! Aslına bakarsanız bunun ne demek olduğunu bilmiyorum…”

Ya yaşamakla uğraşacaksın ya da ölmekle. Bir parça gökyüzü, bir tutam umut ve içinde bir kuytuda tozlanan özgürlük… Seçim senin elinde. Hızlı yaşamak mı? Yoksa hızlı ölmek mi?

İçindeki umudu kimsenin çalmasına izin vermeyen, suçsuz olduğu halde yıllarını içerde geçiren, mahkûmlara unuttukları şeyleri hatırlatan, dostluğu, kardeşliği, paylaşmayı, güzelliği tekrar yeşerten, koşullar ne olursa olsun teslim olmayan Andy Dufresne’nin; özgürlüğe kaçışın, bir başkaldırışın hikâyesidir bu. Esaretin bedelidir…

Bir silah, iki ceset, işlenmemiş suç ve hapishane; “dışardayken namuslu bir adamdım. Kanuna asla karşı gelmedim. Düzenbaz olmam için hapishaneye gelmem lazımmış.” Bir taş çekici, zımpara, poster, İncil; “kurtuluş bunun içinde.” Birkaç muhasebe kaydı, bir şişe soğuk içecek, kütüphane dolusu kitap, dostluk, özgürlüğü fısıldayan bir müzik; “umut iyi bir şeydir, belki de en iyisi. Ve iyi şeyler asla ölmez.” Umut, sabırla işlenmiş yirmi yıllık emek… Tek bir an için yıllarca bekleyiş… Ve özgürlük: esaretin bedeli…

Yönetmenliğini Frank Darabont’un yaptığı 1994 yapımı bir film Shawshank Redemption, Türkçe ismiyle Esaretin Bedeli. Stephen King’in Kuşku Mevsimi adlı kitabındaki bir hikâyeden sinemaya uyarlanan filmin başrollerini Tim Robbins ve Morgan Freeman paylaşıyor. Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi filmlerinden biri olan esaretin bedeli, 7 dalda oskara aday gösterildi fakat en iyi film ödülü aynı yıl vizyona giren Forrest Gump’a layık görüldü.

Senaryosuyla, oyuncularıyla, görüntüleriyle, diyaloglarıyla, verdiği mesajlarıyla, duygusuyla, kısacası her şeyiyle büyük bir başarı elde etmiştir. Milyonlarca kişinin beğenisini kazanmış ve sinemanın unutulmazları arasında yerini almıştır.

Müzik buradaydı içimizde. Özgürlük buradaydı ruhumuzda. Dostluk hep bizimleydi. Bizim olan, bizi özgür kılan tek şey, umut buradaydı…

Brooks buradaydı.

Brooks’un Mektubu

“sevgili dostlarım,

Dışarının bu kadar hızlı büyüdüğüne inanamadım. Çocukken bir keresinde araba görmüştüm… Fakat şimdi her yerdeler. Dünya büyük lanet bir acele içinde. Şartlı tahliye komisyonu beni bu yarım eve soktu adı “biracı”… Ve bir iş; alışveriş mağazasında yiyecekleri poşetliyorum. Zor bir iş ve ben dayanmaya çalışıyorum fakat çoğu kez ellerim acıyor. Mağaza müdürünün beni pek fazla sevdiğini sanmıyorum. Bazen işten sonra, parka gidip kuşları besliyorum. Ve jake’in (brooks’un hapishanede besleyip sonra özgür bıraktığı kuş) birden çıkıp bana merhaba diyeceğini düşünmeye başlıyorum. Fakat bu hiç olmuyor. Umarım, her neredeyse, iyidir ve yeni arkadaşları vardır.

 

Geceleri uyumakta zorlanıyorum. Kötü rüyalar görüyorum yere düşüyormuşum gibi. Korkarak uyanıyorum. Bazen nerede olduğumu hatırlamak biraz zamanımı alıyor. Belki bir silah alıp mağazayı soymalıyım ki beni evime geri yollasınlar. Oradayken müdürü vurmalıydım. Bir çeşit ikramiye gibi. Sanırım artık bu tür saçmalıklar için çok yaşlıyım. Burayı sevmiyorum. Her zaman korkmaktan yoruldum. Kalmamaya karar verdim. Sanırım benim gibi yaşlı bir hırsız için fazla üzülmezler…

-Brooks buradaydı-”

One comment

  • yazı çok güzel olmuş halilcim, eline sağlık. öne çıkardığın his gerçekten yakışmış buraya: umut. aliya izzetbegoviç’in söylediği ve bizim de kullandığımız bir söz vardı: “en son umut ölür.”

    hapishane mevzuuna gelirsek, ayşe deniz aygün’ün paylaştığı videodaki profesörün de çok güzel ifade ettiği gibi, bence de bu mekanlar birer “suç üniversitesi”. hapishane kesinlikle yeter bir çözüm değildir. özgürlüğün kişinin elinden alınması, alçaltıcı bir duygu olabilir, ancak suç için kesinlikle muadil bir durum değildir kanımca. buna alışan bir insan için hiç problem olmazken, bir türlü alışamayan insan için de fazlasıyla azap verici olabilir. çünkü insan her yerde özgür olabilir aslında. bunu başaramadığında ise her yerde tutsak olabilir aslında. ayırıcı bir durum değil yani bu hapishaneler.

    daha hızlı ve daha caydırıcı cezalar olmalı bence.

    antiparantez: bunu cezaları sevdiğimden söylemiyorum, cezalara muhtaç olduğumuzdan…

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s