Usûl


Usûl kelimesi, Türkçenin günlük kullanımında yol yordam manasını karşılar. Mesela “usûl erkân bilmezler”den bahsettiğimizde, bir işin gerçekleşmesi için bilinmesi gereken yöntemden habersiz olanları kastederiz. Bu anlamda yöntem kelimesi, usûl kelimesi yerine tereddütsüz kullanılabilecek bir sözcüktür. Bağlantısı nereden geliyor, diye düşünecek olursak çok uzağa gitmemize gerek yok.

Usûl kelimesi, Arapça “asl” kelimesinin çoğuludur. Kelimenin tekil hali Türkçeye geçtiği gibi çoğul hali de geçmiş. Türkçede bir şeyin aslından bahsettiğimizde, o şeyin altında yatan varlıktan bahsetmiş oluruz. Nitekim Arapçada bu kelimenin manası, bir şeyin varlığa gelişi bakımından dayandırıldığı şeydir. Dolayısıyla asıl kelimesi, bir ilişkinin varlığına işaret eder. Bir dayandırılan şey vardır; bir de o şeyin kendisine dayandırıldığı şey vardır. Örneğin ebeveynler, çocuklarının asıllarıdır. Çünkü çocuk, ebeveyn olmadan doğamaz. O halde çocuğun varlığı, anne-babanın varlığına dayanır. Bu bakımdan anne-baba asıl, çocuk ise fer’dir.

Anlaşılan o ki asıl kelimesi, bir şeyin varlığa gelişi bakımından vazgeçilmez olan ögeyi karşılıyor. Asıl… yani olmazsa olmaz.

Her işin bir gerçekleşme yolu olduğuna göre bu yol ya da yöntem olmadan, zikri geçen işin meydana gelemeyeceğini söyleyebiliriz. İşte bu itibarla yol-yöntem manasını karşılamak üzere Arapça “asl” kelimesinin çoğulu olan usûl kelimesini kullanmışız Türkçede. Zira yöntem, bir işin olmazsa olmazı, yani aslıdır.

Bütün bu anlattıklarımız üzerinden düşünecek olursak bir işin usûlü, o işin kendisine nazaran öncelenen bir durumdur. Önce usûl gelir; sonra bu usûl, neye usûl olduysa o şey gelir. Mesela kuymak ve kuymağın usûlünü ele alalım. (Bu arada bilmeyenler için söylemek gerekirse kuymak, mısır unundan yapılan bir çeşit Karadeniz yemeğidir.) Kuymağın usûlü, kuymağın kendisinden önce gelir. Çünkü kuymağı nasıl yapacağımızı bilmezsek kuymağın kendisi meydana gelemez. Önce kuymağın usûlü, sonra kuymağın kendisi… (Bu yazının amacı kuymağın usûlünü anlatmak olmadığı için bu faslı burada kapatabiliriz.) Meseleyi tamamlamak açısından hukukçuların kullandığı bir tabiri hatırlayalım. Hukukçular “usûl, esasa mukaddemdir” derler. Bir işin usûlü, o işin kendisinden önce gelir. Bu bakımdan usûldeki kusur, işin esasında da kusur meydana getirir.

Gelelim İslami ilimlerin usûlüne…

İslami ilimler içerisinde, adı “usûl” olan ayrı bir ilim dalı vardır. Tahmin edeceğimiz gibi bu ilim dalı, İslami ilimleri tahsil etmenin yönteminden ibarettir. İslami ilimlerin kaynakları, bu kaynakların yapısı, kaynakları anlama biçimi gibi bir çok konu usûl ilminin temel konu başlıklarındandır.

Bugün fıkıh usûlü adıyla bilinen ilim dalı, işbu usûl ilmidir. Aslında bu ilim sadece fıkhın değil; tefsir, hadis ve kelamın da usûlüdür. Zira klasik usûl kitaplarını incelediğimizde, adeta bu kitapların İslami ilimlere ait ıstılahların bir sözlüğü imiş gibi geneli kapsadığını görürüz. Usûl ilmine ait literatürün Kuran’a tealluk eden bölümlerini tefsir usûlü; sünnete tealluk eden bölümlerini hadis usûlü; itikada tealluk eden bölümlerini kelam usûlü olarak görmek mümkündür. Nitekim usûl ilmi tarihine baktığımızda, telif edilen kitapların çoğunda fıkıh usûlü değil; mutlak olarak usûl tabirinin kullanıldığını görürüz. Cessâs’ın el-Fusûl fi’l-Usûl’ü, Ebu’l-Huseyn el-Basrî’nin el-Mutemed fî İlmi’l-Usûl’ü, Pezdevî’nin Kenzu’l-Vusûl fî Marifeti’l-Usûl’ü, Gazâlî’nin el-Mustasfâ fî İlmi’l-Usûl’ü bu bağlamda sayabileceğimiz örneklerden sadece bazılarıdır.

İslami ilimleri bütüncül bir yapı arz eden mekanizma gibi görecek olursak usûl ilmi, bu mekanizmanın parçalarını nasıl bir araya getireceğimizi gösterir. Bu mekanizmanın parçalarının nerede ve nasıl kullanılacağını bilmek usûl ilmini bilmeye bağlıdır. Bir mekanizma olarak saati düşünelim. Saatin usûlünü bilen usta, onu parçalarına ayırabilir ve yerli yerince tekrar toplayabilir. Bu onun, parçaları teker teker bilmesinden ileri gelir. Önce parçaları bilir; sonra o parçalardan bütünün nasıl meydana geldiğini öğrenir.

İslami ilimler için de değişen bir şey yoktur. Bir mekanizma olarak ilmi meydana getiren parçalar o ilmin ıstılahlarıdır. İlmin usûlünü bilmek, o ilmin kavramlarına sahip olmak demektir. Gerektiğinde parçalarını ayırıp, tekrar toplayabilmek demektir.

İslami ilimlerin usûlü de, bu ilimlere ait kavramların kendisiyle bilindiği ilim dalıdır. Bu bakımdan usûl ilmini bilmeyen bir ilim adamının, İslami ilimlerle iştigal edemeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira usûl ilmini bilmemek, kavramlarını bilmediğimiz için İslami ilimler dünyasına yabancı kalmak anlamına gelir.

Usûl ilmine ait bir kitabın yazma nüshasının vikâye yapraklarında gördüğüm bir beyit, tam da usûl ilminin bu özelliğini dile getiriyordu:

“izâ tekarrara’l-vusûl bi’l-usûl

nataka’l-lisân bi’l-fusûl”

Beytin anlamını şöyle izah edebiliriz: maksuda ulaşmak, usûlünü bilerek tam olarak  gerçekleştiğinde insan, ayırımlarla konuşmaya başlar. İnsan elde ettiği yapının nelerden ve nasıl meydana geldiğini bilirse, o yapının parçalarını birbirinden ayırmayı da bilir. Yani ulaşım (vusûl) tam olarak gerçekleştiğinde, ayırım (fusûl) meydana gelir. Önce ulaşım, sonra ayırım…

Hâl-i pür-melâlimiz yine ortaya çıktı. Usûlü bilmediğimiz için vusûl gerçekleşemiyor; vusûl hasıl olmadığından fusûl meydana gelemiyor. Sadece bakınıp duruyoruz…

4 comments

  • Yazida bahsedilen usul eksikliginden kaynaklanan bir bilgi kirliligi icinde yasiyoruz toplum olarak. Usul hakkinda tartismayi birak, usulun ilimde ne kadar ‘asil’ oldugunu bilenlerimizin bile sayisi hakkinda endiseliyim.

    Mesela bir bucuk yillik tecrubenle de ki batiyi bati yapan nedir diye sorsaniz, hic tereddutsuz dogru yada yanlis bir sekilde usule sadakat derim. Otobus isletmesinden universitesine, lokantasindan trafige kadar usul uzerinde bir yasam suruyor burada. Daha onceden dusunurdum ki insanin usul sahibi olmasi degil, usulunun ne oldugu onemlidir. Ama simdi diyorum ki usul sahibi olmamaktansa yanlis usulle yola cikmak daha dogru gorunuyor.

    Hadicim yazinin icerigi uzerine bir yorum yapmayacagim, eline saglik. yalniz son paragrafin biraz havada kalmis, acele bitirmissin; ikinci bir yazi gerektiriyor.

    • eyvallah üstadım.

      anlaşılan vusûl ve fusûl üzerine ayrı bir yazı lazım 🙂

  • Batı’yı bilmem, görmedim. Ama doğu değil, en doğudan bahsedersek, burada her şey usulsüzlükten doğuyor. Afrika’yı Afrika yapan şey hiç bir şeyde usul bulunmaması…

    Yazı hakkaden yarıda kalmış. Yürürken ara bir durak bulmuş sanki, iki soluklanıp devam edesi var… Yol bitmemiş, meraktayız.

    (Lütfen kuymak meselesine de eğilelim, olmadı şimdi..
    “Yine yemekteyiz” başlığı açılabilir pekâla)

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s