Medenîler Çatışır mı?


İnsanlığın düşünce serüveni şehirlerde şekillenmiştir. Her ne kadar aslı-astarı itibariyle tüm düşüncelerin şehirli oldugunu söyleyemesek de, düşünceleri şekillendiren, işleyen, pişirip kullanıma sokan sürecin şehirlerde geliştiğini görebiliriz. Bu yüzden, düşünce temeline dayanan hakikatli davranışlara/insanlara/ nesnelere “medenî” deniyor. Yani ‘ham olmayan’. “Medeniyet” de, “medenî değerler sisteminin çatısı”na verilen addır.

Tartışacağımız makale belli: “Medeniyetler Çatışması”.  90lı yıllara damgasını vuran ve Türkiye ile de yakından ilgisi sebebiyle efsaneleşen Huntingtonın bu isimdeki makalesinde, özetle; dünyada sivrilen ülkelerin bir süre sonra çıkarlar ve kültürler sayesinde birleşeceği ve sonunda beş-altı büyük medeniyetin kalacağından bahsediliyor. Yazar, ekonomik, kültürel ve ırksal ayrımların katılaşacağını söyleyip, neticede üçüncü ya da dördüncü dünya savaşlarının diğerlerini aratmayacağını îmâ ediyor.

Doğru mu? Doğru. Çünkü batı merkezli düşünce yapısına sahip hemen hemen tüm kalemlere sirayet etmiş dünyanın efendiliği, sosyal ve siyasal mühendislik, bu makalede de fazlasıyla kendini gösterir. Yazarın öngörüleri ne kadar tutmuş, ne kadar tutmamış, yahut “yazar neyi nasıl yönlendirmiş” tartışmaları ziyadesiyle yapılmaktadır, ve işin doğrusu, delinin kuyuya attığı taş bir türlü çıkarılamamaktadır. Bu yüzden, işin bir baska boyutuna, makalenin bel kemiğini oluşturan zihniyete yakından bakmayı daha faydalı buluyorum.

Öncelikle, girişte yaptığım tanımlardan hareketle, medenî olmanın gerektirdiği asgarî ön koşulları sağlayan bütünlükler medeniyet olarak adlandırılırlar diyebiliriz. Bu ön koşullardan en önemlisi ve bence diğerlerini de içine alan boyutta gerçekliğe sirayet edeni, “değerler”dir. Değerleri olmayan kalabalıkları “medenî” degil, “insan” olarak bile tanımlayamayız. Kaldı ki, medeniyet iddiası, paylaşılan değerlerin varlığına ve bu değerlerin bu insanlar için canlı olduğuna vurgu yapmaktır.

O halde, makalenin “medeniyetlerin çatışacağı”na dair tezi, başlamadan bir son buluyor, çünkü cafcaflı bir ifadeye gizlenmiş çelişki gözümüze batıyor. Değerleri bulunan ve evrensel anlamda mesaj barındıran bu yapının bünyesinden, “çatışma” doğabilir mi? “Çatışma”, “medenî olma”ya zıt düşen bir konumda değil midir? En basit ifadesiyle, “medenî olan” çatışır mı?

“Savaşma” ile “çatışma” arasındaki ciddi farkı ortaya koymadan bu noktayı geçemeyiz. Savaşma, değerlerin birbiriyle uyuşmadığı yerde meydana gelir. İki medeniyet savaşabilir, tüm organizasyonları ile bu savaşa katılabilir. Ancak, medenî olanın çapulcular gibi birbirine girmesi ve değerden yoksun bir şekilde bir şeylere saldırması, “medeniyet”le nasıl açıklanabilir?

Bu zaviyeden bakıldığında, makalenin öngördüğü çatışmanın yaşandığını söyleyebiliriz. Nitekim, Irak ve Afganistan saldırılarında bunları görmek mümkün. Ama bu örneklerden yola çıkarak, “Batı ile İslam çatışması” tezine doğrudan atlamak yerine, içeriğe yakından bakıp, kendimizi daha dikkatli konumlandırmamız gerekiyor. Medeniyetlerin çatıştıgına dair tez, aslında bir nevi bu çatışmaların meşruiyet çabasına babalık etmiştir.

Medenî olanın, barışı, düzeni, istikrarı ve savaşı medenî yollardan yöneteceğini kestirmemiz gerekiyor. Ancak bu noktadan sonra bakabiliriz, neyin neyle çatıştığına. Yoksa, ben, taşın kuyuya zaten hiç atılmadığını düşünüyorum; bu yüzden, bir bu kadar daha çaba gösterilse bile, elimizde bir hiç kalacak.

■ Bu konu ile ilgili diger bir yazi icin: Degerlere Dair Bir Deger’lendirme – Yasin Ramazan


∗ Yasin Ramazan



13 comments

  • yasincim hüsnü zannından ötürü tebrik ediyorum seni. ne de olsa kalbi temiz adamsın 🙂 ama bence medenî olana yaptığın tarif daraltıcı olduğu için zorunlu olarak medeniyetler çatışmaz demiş oluyorsun. halbuki medenî olan bence, toplumsal olan demektir. hatta islam felsefesinde insan hakkında “medeniyyun bi’t-tab'” tabiri kullanılır; yani “tabiatı itibariyle toplumsal olan” anlamında. her toplumsallığın ise kendine göre bir değerler sistemi vardır. modern batı medeniyetinin kendine göre değerlerinin olması gibi. ve hiç şüphe etmeden söyleyebilirim, islamiyetin değerleri ile batı medeniyetinin değerleri bu manada çatışır. istesek de istemesek de burada bir çatışma alanı ortaya çıkar. tabi buradaki çatışma tabiri üzerinde ayrıca durmak lazım. çatışmadan kastım, değerlerin karşı karşıya gelmesi.

  • muallim-i sânî de -medinetül fazıla’da- medeniyetin oluşumu için şehirliliği şart koşuyor. hatta biraz da kastı andırır biçimde köyü şehrin (bunu rahatlıkla köylüler-şehirliler şeklinde anlayabiliriz. bunda hiç bir sakınca yoktur.) hizmetine veriyor. yine aynı eserinde şehirleri kısımlara ayırıyor: fazıl, cahil, fasık bozulmuş ve sapık şehirler. fazıl şehrin zıddı olan şehirler arasındaki uzlaşmanın dahi birbirleri ile yenişememekten kaynaklandıklığını söyleyen farabi, barışçı şehirlerin dahi kendini savunmak için bir savaşçı topluluğa ihtiyaç duyduğunu söyler. (fasık cahil ve sapık şehir halklarının tecavüzlerine karşı.)

    netice itibariyle -pratikte de görüldüğü gibi- insan oldukça fasık cahil bozuk ve sapık “şehirlilikler” olacak ve bunlar hayvani nefislerini tatmin etmek için birbirlerine ve fazıl şehre saldıracaklardır. bugün doğu-islam medeniyetinin de batı medeniyetinin de geldiği nokta ortadadır. buna ne kadar medeniyet denirse…

  • Dediklerine aynen katiliyorum Hadi, yalniz bahsettigin ‘degerler catismasi’ mecazi anlmada bir catisma iceriyor. (Bir sonraki yazimda ele almayi dusundugum konu buydu) Ancak adi gecen makalede ele alinan catisma, tipki bir sokak cetesinin hurra saldirmasi seklinde iki medeniyetin birbiriyle catismasini ifade ediyor ki ben boyle bir catismanin ‘medeniyet’ sahibi iki toplum yada duzen arasinda olabilecegini dusunmuyorum.

    Ote yandan, Omer Faruk, senin dedigin kategoriler arasina sokacagim sehirler bulamadim isin dogrusu. Degersizligi deger edinmis bati yuzeyselligi, tum sehirleri kimliksizlestiriyor. Cahil ve sapik diyebilecegim kadar bile net kimlige sahip sehirler goremiyorum ben. 🙂

  • :)) doğru söylüyorsun abi. başıboş bireyciliğin bu denli kutsanmasıyla sadece fazıl şehir değil, “şehir” kökten yıkıldı. medeniyetsizlik bu olsa gerek.

  • Yasincim, medeniyet kavramının zihnindeki yansıması üzerine bir çift sözüm var: medeniyet kavramını konumlandırırken medeni olanı bizim mana dünyamızdan anlamlandırıyorsun.. Oysaki medeni olanı iki medeneyetin dışında, hani objektif felan diyorlar ya o hesaptan anlamlandırırsak işler değişir. Yani iş medeniyet tanımını nasıl yaptığımızla alakalı.
    Bu hususta acizane kanaatim oldur ki;
    Batı da İslam da birer medeniyettir. Medeniyetlerin de kendince hatası-savabı, süreçleri-dönemleri mevcuttur. Günümüz batısı da bütün süreçleriyle bir medeniyeti teşkil eder.
    iki medeniyetin temel saikleri münasebetiyle öteden beri anlaşamadığı aşıkârdır. Bu zaman zaman çatışma zaman zaman savaş şeklinde tezahür etmiştir. Ben bunların cümlesine “temel kodlardaki uyuşmazlık” diyeyim.

    • Emir Sultan’a…

      “Nâçizâne” değil de, “âcizâne” diyen(ler)e/yazan(lar)a selâm olsun!!!… “Asırlar var ki, ‘aydınlık’ nedir, hiç bilmez âfâkım!” diyen Âkif merhûm gibi, ben de, o kadar uzun süredir, şu “nâçizâne saçmalığı”nın, “âcizâne”yi kendisine unutturamadığı bir “okur-yazar-konuşur”la karşılaşmadım ki… Sağol(un) ve çoğal(ın)…

      • naçizane ve acizaneyi niye böyle tefrik ettiniz doğrusu idrak edemedim..
        tabi olarak buradan benim almam gereken ne onu da çıkaramadım.

      • “Bilenlerin ‘kopya vermemesi’ ricâsı”yla (ve dâhî Yâsin’in tahammülüne + affına sığınarak)…

        Bir de; “teşrîf etmek” tâbirinin, ismin “-e hâli” ile mi, yoksa “-i hâli” ile mi kullanılması gerektiği husûsunda, “destekli” bir tahmîni olan varsa, yapıştırsın buralara…

        Misâl: Sezâi Karakoç, daha sonra kitaplaştırmayı düşüneceği kadar îtinâ gösterdiği yazılarla burada başyazar olmaya karar verseydi; yineDergi’y “i” mi teşrif etmiş olurdu, yineDergi’y “e” mi teşrîf etmiş olurdu?…

        YİNE Mİ baltayı taşa vurdum (!!) acabâ…

        (Arkadaşlar; size nasıl görünüyor, bilmiyorum ama… Bu tür şeyler, “kıl(a)-tüy(e takılmak)” değildir; dil -hele de asîl, zarîf ve de dakîk lisânımız Türkçe- ciddî bir özen ve özenli bir ciddiyet ister, fazlasıyla hakkıdır çünkü… Üstelik, yukarıda sorduğum bu somut husûs, “dil işleri”nden anladığını düşündüğüm(üz?) muhtelif zevâtın, pek bir iddialı ve dayatmacı tarzda… Neyse…)

      • Galat-i (burada ikinici a’nin ustunde sapka var) meshur, lugat-i fasihten evladir. (aynen buradaki a’nin da uzerinde)

      • Hayyyret bir şey yaw!!! Dah”î” yazacağıma, d”â”hî yazmışım, tühh… Bu ne dikkatsizliktir be yaw, cık cık cık…

  • Emircim, herseyden once Bati medeniyetini ben de kabul ediyorum elbette. Ancak medeniyetler catismaz, bu bizim anladigimiz anlamdaki medeniyet de olsa, modern anlamdaki de olsa. Savasmanin da bir usulu vardir, barismanin da. Sen hic Mogol medeniyeti diye birsey duydun mu? Hayir, cunku medeniyet denebilecek deger’lerinin varligindan supheliyim. Kulturleri vardir elbet ama deger degil menfaat icin saldiran bir sisteme medeniyet demek hangi tanim icerisinde olursa olsun celisiktir.

  • açıkçası kavramlar üzerinden gidersek senin dediğin gibi medenî olan zaten başkalarıyla durup dururken çatışmaz, ancak yine de ben hırstan, güç istencinden veya cahili olduğu şeye karşı düşmanlık gibi duygulardan tamamen arınarak savaşmış ve medeniyet oluşturmuş toplulukları pek göremiyorum. savaş ile medeniyeti bir arada zikretmek bana çok acı veriyor o ayrı bir konu ama tarih maalesef bunu bize zorluyor. ama şu varki topluluklar ne kadar çok yukarda sıraladığım duygulardan arınabilmişse o kadar güzel ve üretken medeniyetler oluşturabilmişlerdir bence. islam medeniyeti buna örnek olarak gösterilebilir ama biz müslümanların da maalesef yöneticilerin hırsı yüzünden kirlenmiş sayfaları var ve böyle bir dine göre hiç de azımsanmayacak şekilde. ama tabi batı medeniyetinin durumuna göre çok temiz olduğunu söyleyebiliriz. verdiğin moğol örneği çok yerinde mesela. savaşmak ayrı bişey, medeniyet oluşturmak ayrı bişey. yani ancak savaşarak medeniyet oluşturulur diye bişey yok ve evet ben de makalede bunun tam tersi bi anlayışı görmüştüm. bi bakıma medeniyetler varlıklarını ancak savaşarak koruyabilirler anlayışı hakim. bi bakıma güçlü olan daha medenidir tavrı var. adam insanın sadece kötülüğüne inanıyor ve gariptirki bu anlayış sadece kötülerin işine yarıyor. oysa insanın kötülük yapabilme potansiyeline dikkat çektiği halde böyle bi anlayışın tüm medeniyetleri yok edebileceğini ortaya koyabilirdi. e tabiki bu da savaşsevicileri için işe yaramaz idealist fikirler oluyor.
    yazın güzel olmuş yasinim, eline sağlık..

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s