Yıkılan Devler (1)


Üstat; közlerin homurdanarak küle kalb olduğu cılız, sekerat vakti dilini dişsiz kara ağzından yukarıya su içmek için çaresizlik ve tükenmişliğin yorgunluğuyla uzatan, döşeğinde ölüm gerginliğiyle uzanmış insan misali yanarak, tuzlu su içmişçesine tutuşarak, hayata tutunma isteğine rağmen yavaş yavaş direncini kaybeden buna rağmen rüzgarın kırık kızıl saçlarından çekip uzattığı ateşin önünde uykuya dalmaya çalışıyordu. Gözleri denizde beliren kabarcıklardan daha koyuydu bu sularda. Karnına saplanmış ve orada çöreklenmiş tembel yiyecekler nefesini kesik kesik almasına neden oluyor, döşemedeki şarap lekeleri oksijensiz kalmış kanın kara rengine dönüşüyor, ekşi kekremsi kokusu et yanığına karışıyordu.

Üstat tedirgindi, neyi anlatabildiklerinin hesabını yapmaya çalışıyor acaba bir yerlerde tutarsızlık var mı diye kendine sormadan edemiyordu. Tedirginlik ölülerin tepesinde öten alacakarga kadar uzun yaşayabilirdi, bu derecede debdebeye bir yığın kişiye kendini her fırsatta göstermeye ne ihtiyacı vardı, düşündüğü kendisiyle kalsa onu kimseye açıklamasa daha iyi olmaz mıydı? Çünkü biliyordu ki zihinde duran her zaman daha sağlamdır, daha bir fiske bile yememiştir gövdesine, onları korkmadan söylersin hayalinde, karşında biri varsa açıklamak için dil oyunları yaparak konuyu niyetinden saptırmak basittir çünkü. Bazen de gereklidir kazanabilmek maksadıyla. Nedendir bilinmez konuşmaya başlayınca düşmanını ürkütmek istemezsin, tartışmada başarılı olman için düşmanın sana saygı duymalı, küçük cilvelerle kendine yaklaştırmalısın ve o kadar uzun soru-cevaplarla onu huzursuz etmelisin ki sonunda bıkarak her şeye evet diyebilmeli; ama nihayetinde bakarsın da alakasız şeyleri bir araya getirip bağ kurmuşsun, karmaşık düğümler atmışsın. Bütün bunlar karşındakini sözüne getirmen için atılmış kurt yumağı, kalesine girmen için Truva atı… Üstat tedirgindi, önceden düşündükleri söze geçince ne kadar da ham geliyordu zihnine.

Bir piyes oynanmıştı Sokrat baldıran içmiş, bir tiyatro yazılmış üstat yıpranmıştı.

Üstadın kesik kesik soluk alıp vermeleri sırt üstü yatınca tahta yatakta gıcırdamayı başlatmıştı. Ateşte köz, çağla çekirdeği gibi çıtırdarken yerleri yalayarak yaklaşan farenin çiğ ayak sesleri, doymuş domuzun çıkardığına benzer iniltiler, yatakta doğrularak bitlerin beslendiği zeytinyağına bulanmış saçlarını bitkince kaşımasına ardından da akşamki tartışmada çok yorulduğundan tekrar yatmasına sebep olmuştu. Gözlerini yıldızları görmek için tavana diktiği anda fare ağzında çavdar ekmeği kırıntısıyla karanlıklar arasına kaçtı. Bir yel közleri kömür karası bir pelerinle kapayınca lirden gelen tatlı, rahatlatıcı ses ve beraberinde müzik söyleyen bir koro odanın içini kapladı. Kırmızı ipek bezden giysili, güzel yüzlü bir adam sarı düzgün dişleriyle sırıtarak ateşi yakarken bir yandan da ona uysal ama zaman zaman ışıldayan açık yeşil gözleriyle bakıyordu. Çakmak taşlarını yere koyduğunda etraf tekrar aydınlanmıştı. Adam üstata güzel suratına yakışmayan bir ağacın kovuğundan gelen, yeni üşütmüş kedi hırlamalarına benzer sesiyle odunların kıymıklarını da üzerinden silkerek “sizin buralarda oturacak iskemle yok mudur?”dedi.

Sen Musaların dağından mı geldin bu saatte, diye soruyla karşılık verdi üstat.

Musaları bilmem ben, sana soracak sorularım var üstat. Bugün belki beni görmedin ama Thrasymakos’un arkasındaydım, seni konuşurken izlemek çok güzel. Yine de biliyor musun şu Aristoteles’in oğulları ağızlarından akanla kafanı yağladı.

Nasıl olur beni en çok eleştirenler, sıkıştıranlar onlardı tanrılar şahit.

Sence ben bir tanrı mıyım, Musaların dağından at arabasına binip gelmiş.

Bilemiyorum(!) doğduğun günü söyler misin?

Söylerim. Mükemmel bir gündü, güneş kana bulanıp doğarken ya da şöyle söyleyeyim Truvalılar Helen’i çaldığında doğan gül parmaklı güneş, parmağını sefer için kaldırdığında doğmuşum ben.

Bu kadar alıntı yaptığına göre Homeros okumuşsun ya da dinlemişsin ama belli olan o ki açıkça alay ediyorsun benimle. Tanrı olsan bu şekilde insan olarak karşıma çıkmazdın. Ama eğer olsaydın Odiseus olurdun herhalde.

Kimin daha fazla okuduğu ve etkilendiği belli, akşam iki alıntından biri Homeros’du.  Ayrıca sefer dönüşünde yağmur ve dalga damlalarıyla denizde ölmüş, terzi çırağı Penelope’sine kavuşamayan keriz de değilim ben.

O olsaydın ki olamazsın kırk düğümün Hades’i kandıramadı mı diyecektim.

Akşam tartışırken fark ettim tanrılara laf dedirtmiyordun. Şimdi de onları alaya alıyorsun. Sahi gerçekten tanrılara mı yoksa tanrıya mı inanıyorsun. Ama unutma doğduğum gün mükemmel bir gündü, cevaplarını bana yönelttiğin sorularda aramaya kalkma.

■ Bu yazinin ikinci kismi icin tiklayiniz.


∗ Halim YAR



7 comments

  • “rüzgarın kırık kızıl saçlarından çekip uzattığı ateş”
    üstadım kaleminden mecaz damlıyor. devamını merakla beklediğim yazın, hakikat ve mecazın dans etmesi gibi. ellerine sağlık…

  • bu mecazlar hakiki olana doğru bir yol açacağa benziyor. hadi bakalım..

  • Sevgili Halim biz hayta hayta gezerken senin kitap bahçelerinin kelime dalları arasında kanat çırpmaların meyvelerini veriyor sanırım….RABBİM dilinin bağını çözsün ki okuyucuların seni en güzel şekilde anlasın inş..BAŞARILAR…

  • sen de homeros okumuş gibisin:) düzyazıının şiir tadında yazılması her zaman beni çok etkilemiştir ki senin hikayelerin de çoğu zaman öyle. devamını bekleriz, ama cellattan veya işte nasıl diyim baltanın boyunda bıraktığı soğuk ve keskin tat veya zehrin dünden beri bişeyin girmediği midede bıraktığı kül, küflenmiş peynir ve hiç sönmeyecekmiş hissi veren köpürtülmüş sabun suyu tadı gibi korkunç benzetmelerden şimdilik bahsetme:) ( sana iyi öykünebiliyormuşum bu arada:) yoksa hoca’ya yine karamsar karamsar şeyler yazıyor diye şikayet ederiz:)
    eline ve yüreğine sağlık halimim.. devamını merakla beklemekteyiz efenim..

  • tasvirlerin canlılığı fikirlerin yoğunluğuna hareketlilik katmış, bu da çağlar arası gidiş gelişleri, karakterlerin vasıflarını düşünerek okumayı kendi adıma kolaylaştırıcı oldu…”tanrılara mı tanrıya mı inanmak” merak uyandırıcı olduğu için devamı sabırsıza beklenecektir herhalde…bu sabırsızlık anını kısa tutmanız temennisi ile…

  • Hadi hocam tasvire canlılık kattığını düşündüğüm benzetmeler hakkındaki yorumun beni biraz havaya soktu, gelgelelim Ferhatı okumaya başlayınca o balon giderek söndü; yani bir eleştiri üzerinde tartışılan yazının değerini aşmamalı teessüf ederim 🙂 okuyup da değerlendirme yaptığınız için hepinize teşekkür ederim.

    • estağfrullah halimim, bizimki sadece sana öykünmeydi:) aşmak haddimiz değil yani:)

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s