Hayatı İşlemek


Yazar: Yunus Emre Çiçek

Bu yazıda birey-toplum, birey-kültür, birey devlet, bunların parça-bütün ilişkisi ve aralarındaki öncelik sonralık durumu kültür kavramını merkeze koyarak benliğin derinleştirilmesi ve genişletilmesi yoluyla incelenecektir.

Kültür; insanları belirli bir zemine çeken, onları bir bütün ve aynı bütünün parçaları kılan ve nihayetinde bir toplum hâline getiren temel dayanakları, değerleri, çıktıları, eserleri ve ortak bir zihniyeti yani dünya görüşünü ima eder. Bu özelde kişiye ve genelde topluma bir karakter, bir kimlik kazandırır. Evet, bireyler özelinde herkesin ayrı ayrı dünya görüşü olduğu gibi toplumların da ayrı ayrı kendilerine has ve ayırt edici ortak bir zihniyetleri vardır. Zira ortak bir zemine tutunamayan toplumların fertleri birbiriyle anlaşamaz, meramını anlatamaz, olayları ve fikirleri anlamlandıramaz ve o toplum kaçınılmaz bir şekilde çatışmayla yok olma sürecine girer.

Kuçuradi[1], kültürü iki kavramsal anlam çerçevesinde, sözgelimi tekil ve çoğul manada incelemiştir. Bakıldığında birazdan vereceğimiz iki farklı kişiden iki görüş yukarıda söylediklerimizin farklı şekillerdeki ifadeleri niteliğindedir. Ona göre tekil anlamda kültür:

“…bu ‘kültür’den kastedilenin, ‘kişilere insan olarak olanaklarını geliştirebilmeyi (:bu olanakların işlenmesini, kültive edilebilmesini) sağlayan etkinliklerin tümü’ – sanat, felsefe yapma ve bu yapılanlardan yararlanma – olduğu söylenebilir…” (Karslı, 2016, p. 42)

Çoğul manada ise ona göre kültürün anlamı şudur:

“…bir grubun (halkın, ulusun) dininin, siyasal örgütlenmesinin, ahlâklılığının, hukuk sisteminin, gelenek-göreneklerinin, aynı zamanda da biliminin, sanatının ve teknik becerilerinin taşıdığı ortak damgadır.” (Karslı, 2016, p. 42)

Bilginler kültürün, medeniyetle olan yakın bağlantısına da dikkat çekmişlerdir. Örneğin; Edward Burnett Tylor[2], bu ikisinin eş anlamlı olduğunu iddia ederek Kültür yahut medeniyetin, geniş etnografik manasıyla ele alındığında, bir toplumun üyesi olarak insanın elde ettiği bilgi, inanç, sanat, ahlâkî değerler, kanun, âdetler ve diğer imkân ve alışkanlıkları kapsayan karmaşık bütünü ifade ettiğini ortaya koymuştur. Bunun yanında kültür, bir toplumun ruhî ve manevî değerlerinin ve etnik-coğrafî özelliklerinin somutlaşmış hali olarak da anlaşılmıştır. (Kalın, 2019, p. 91)

Genel olarak kültür, somut ya da soyut olsun, belirli alanları, değerleri, bölgeleri paylaşan, kişide kendini gösteren, bir toplumun temel taşlarıdır ve yaygın göstergeleridir diyebiliriz. Kültür; binalar, müzeler, çeşitli eserler, coğrafyaya bağlı özellikler, yazılar veya diğer somut çıktılar ile bazı farklı sanatlar olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki her zaman perde arkasındaki ana aktörler bir dünya görüşü ve buna bağımlı varlığını sürdüren değerlerdir. İnsanlar, kendilerine (kendine dönen düşünce – reflection), âleme ve inanç sistemlerinde yeri varsa bir yaratıcıya yoksa bir ideolojiye yahut inançlar bütününe ya da bir öğretiye ilişkin tefekkürlerinden sudur eden fikirleri ve bunlara bağlı varlığı teşekkül eden değer kodlarına göre bir yaşama biçimi tesis eder. Yani fikirler, inançlar ve ahlâkî kodlar hareketten önce gelmektedir. O halde kültürün temelde iki bileşeni vardır. Birinci ve belirleyici bileşen fikirlerden, ahlâkî kodlardan ve genel olarak dünya görüşünden oluşan salt soyut tarafken, ikinci ve birinci bileşenden etkilenerek husule gelen binalar, sanat eserleri, edebiyat ve dolayısıyla insan vasıtasıyla meydana gelen her türlü çıktıyı kapsayan hem somut hem de soyut ürün barındıran taraftır.

Burada dikkat etmemiz gereken ilk husus kişinin kültürden, toplumdan, devletten önce geldiğidir. Bunun sebebi saydıklarımızı oluşturup insanlarda kişiliği belirleyen, kişiyi bir karaktere boyayan, “ben” kavramına somut bir karşılık atfeden kendilik bilincinin bağımsız, dinamik, şerefi haiz ve yüce oluşudur. Nasıl ki düşünce, ahlâkî kodlar ve dünya görüşü eylemlerden önce geliyorsa, birey de kültürden, toplumdan ve devletten önce gelir çünkü kendilik bilinci bireyi, birey çevresini, ortak zeminlerde bir araya gelebilen çevreler toplumu ve toplum da devleti işler. Kendilik bilinciyle özgün olarak inşa edilmiş bir kişilik / birey yoksa toplum ve kültür de olamaz. Mükemmel, en güzel ve en iyi niteliklere sahip olan yüce yaradan Allah’ın tezahürü evrende / nesnelerde / ruhlarda ve zihinlerde kendini gösterir. İnsan nesneleri algılar ve onlardaki gerçeği anlamaya çalışır, insan insanı anlamaya çalışır ve elde ettiği malumatla insan zihinlerde derinlikli kavramları oluşturur. Nihayet bundan sonra üretilen kavramlar üzerinde tefekkür, taakkul, tedebbür gibi çeşitli zihnî işleme faaliyetlerine girişir. Bilgiyi üretmeye azmeder ve yine bu işleme kalitesi nispetinde de yaşamı, maddeyi, varoluşu ve yok oluşu, varlığın ve değerlerin kaynağını anlamlandırır. Anlamlandırdığı ölçüde de yaşamaktan bahsedebilir.

Sonuçta kişi nasıl düşündüğüne, nasıl inandığına ek olarak bir de devletin, toplumun ve kültürün tüm bileşenlerine dayalı bir yaşam biçimi ortaya koymaktadır. Bunun temel kurucusu kişi olduğundan ve her kişinin özgün bir düşünme biçimi taşımasından mütevellit dünyada sayısız kültür, dil, mimari, ürün ve sanat var. Bundan dolayı ayrıca, insana dair bu pek mümtaz nitelikler tarih boyunca farklı farklı yönetim sistemlerini de ortaya çıkarmıştır.

Bunu parça ve bütün ilişkisi açısından değerlendirmemiz gerekirse eğer, işbu mezkûr durumların öncelikli nedeni bireydir ve o da ortaya çıkan sentez ve özgün ürünlere kaynaklık etmek açısından hem bütün ve fakat bu sentez ürünün tamamını kendisi oluşturamamasından dolayı hem de parçadır diyebiliriz. Bu şundandır ki bir toplumun, bir devletin ve bir kültürün üyesi olması demek bireye bir parçadır demekken; toplumu, kültürü ve devleti kendi içinde ortak bir zihniyet temelinde temsil ettiği ve bunların kendisinden çıktığı bir pozisyon açısından da birey bir bütündür demektir.

Son söz olarak denebilir ki; zihin ve kalbimiz aracılığıyla samimiyet, iyi niyet, adalet, dürüstlük gibi yüce değerler, bu değerlerin tamamını kapsayan hakikatleri arayış karakteri ve bu hakikatlere ilişkin bilgimizle ulaştığımız yargıları doğru bir şekilde hayatlarımızda ikame etme arzusu benlik bilincine işlenmelidir. Böylece benlik yaşar, birey yaşar, insan yaşar ve insan yaşarsa, toplum yaşar, kültür yaşar, devlet yaşar.

Kalın, İ. (2019). Barbar Modern Medenî (3rd ed.). İnsan Yayınları.

Karslı, Ö. (2016). Ernst Cassi̇rer’de Kültürün Anlamı. JOMELIPS, Cilt, 1, 38–59.


[1] İoanna Kuçuradi, Türk filozof ve akademisyendir. Türkiye Felsefe Kurumu’nun başkanı olmakla birlikte birçok felsefi organizasyonda yer almıştır. Özellikle insan hakları, insan felsefesi, etik gibi alanlara önem verip bu konularda çalışmalar yapmaktadır.

[2] Britanyalı bir antropolog (ö.1917). Antropolojik kültür yaklaşımlarında sosyal antropolojinin kurucusu kabul edilir. Yaptığı tanım Batı’da uzun süre tesirli olmuştur.

Görsel kaynağı: society Painting by Darya Ivanova | Saatchi Art

One comment

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s