Yazar: Sümeyra Çelik
Yahya Dede Aslanhane Camii’nden çıktı. Cuma namazını tarihin 733 yıllık şahidi olan bu ahşap camide kılmak malum günden beri âdeti olmuştu. Hamamarkası’ndaki dükkanına yollandı. Yol üstü iki döner aldı. Biri kendine diğeri yarenlerine. Sokağın kedisi Piraye bir ay önce yavruladı. Hem de Yahya Dede’nin diktiği yorganların arasında. Hepsi birbirinden afacan. Sokağa girer girmez yavrucaklar sardı etrafını. E tabi aldılar döner kokusunu. Paçasına tırmananlar mı dersin, ayakkabısını kemirenler mi. Yahya Dede kıkırdadıkça daha da sırnaşmaya başladılar. Köşeden de Piraye belirdi, benim hakkımı unutma der gibi. Yahya Dede verdi öğünlerini yavruların. Çekti tabureyi dükkânın önüne, güneşe kanası vardı bugün. Yavruların en mahzunu zıplayıverdi kucağına. Sıvazlarken onu, aklına dedesi düştü. Dedesi Ahmet. Duvar ustası Ahmet, şifacı Ahmet, bakkal Ahmet. İsveç çakısı gibi adamdı. Kavruk teni, eksik dişleri, yorgun gözleri. Haşin, ama nasıl haşindi gözleri. O nasırlı elleri bir eve gelen hastalara dokunurken bir de kedileri severken narindi. Hanımının saçını, çocukların sırtını bir kere öyle okşadığını görmemişti Yahya Dede. Bakışları bir kedilere bakarken yumuşardı. Konuşurken dünyanın tek doğru insanı gibi konuşur, aksi fikre celallenirdi. Bir hükümete bir de hanımına ölesiye kızgındı. Büyüyünce ne olacağını bilmezdi Yahya Dede ama, bildiği tek şey dedesi gibi olmamaktı.
Güneşin kavurduğu yetmiyor gibi bir de çayla kavrulayım dedi Yahya Dede. Çay demlemeye dükkâna girdi. Dükkân dediğime bakmayın. Çift kişilik yorganı anca açıp diker Yahya Dede. Kentsel dönüşümle yenilendi hep bu Ankara evleri. İyi oldu, hoş oldu da işte… Tüpü yaktı, çaydanlığı koyarken aklına refikası düştü. Ah o sızı. Gözleri ve kalbi acıyla burulur her andığında. Nasıl burulmasın. Onca yıl, hasret yükü. Seksen darbesi Yahya Dede ile Cennet Anne’yi on yıl ayırmış. Buradan sonrası benim için de muamma ne ben sorabildim ne de o anlattı. Bir gün, senin en büyük azığın merhametin demiş Cennet Anne. İşte der Yahya Dede, dedem gibi olmadığıma kani olduğum yegâne gün o idi. Malum gün demiştik, o gün Cennet Anne’yi Rahman’a uğurladığımız gündür.