Yazar: Betül Kalender
İlmi kendisine şiar edinmiş her talebenin belki yüreğinden belki aklından geçen öğretmenine benzemek arzusunu ben de derinden hisseden biriyim. Okumak; benim için kendi dünyamda yarattığım bir maceraya açılan kapıydı. Ömer Seyfettin’in atına binip Kaşağı’yı kıran kardeşi zihnimde kovaladığımdan beri böyleydi. Güliver’le birlikte gezmiş, kibritçi kıza battaniye vermiş, Çizmeli Kedi’den beri kedilerin benimle konuşabileceğine inandırmıştım kendimi. Peyami Safa’nın romanındaki Nüzhet de bendim, Halit Ziya’nın Bihter’i de.
Bu kitapları bana tanıtan sevdiren Türkçe öğretmenimi hiç unutmam. Mizacen sessiz, kendi halinde bir öğrenciydim. Öğretmenim kendimde sevdiğim bu yalnızlığı kitaplarla paylaşmamı uygun görmüş olacak ki beni kütüphane görevlisi ilan etmişti. Bana uygun gördüğü hemen her kitabı okumam için getirirdi. Başkaca severdim ben de öğretmenimi, onun halini tavrını sürekli inceler, benzemeye çalışırdım. Öğrencilik hayatım boyunca böylesine sevdiğim birkaç öğretmenim oldu. Bunun için hep nasipli gördüm kendimi.
Şimdilerde Peyami Safa’yı tekrar okurken düşüncelere daldım. Zannımca her öğretmen mizacı gereği üç şekilde muamele ediyor öğrencisine; heykeltıraş, demirci ve bahçıvan gibi. Heykeltıraş gibi olan öğretmenler, öğrencisini eline alıp bir güzel yontuyor kaba yerlerini. Zarif çizgiler ve ifadeler çıkarıyor. Eserini tamamladığında kendisine benzeyen, belki mânen kendi suretinde bir öğrenci yetiştirmiş oluyor.
Demirci gibi olan öğretmenlerimiz ise daha sert mizaçlı. Malzemesi çelik olduğundan mıdır bilmem demiri döver gibi sertçe muamele ediyor. Sanatını önemseyen biriyse eğer, üzerine ince işlemeler eklemeyi de ihmal etmiyor. Nihayetinde çelik gibi sağlam fakat hiçbir yere eğilip bükülmeyen birini yetiştirmiş oluyor.
Bahçıvan gibi olan öğretmenlerimiz ise önce öğrencisinin tabiatını okumakla başlıyor zanaatına. Mizacına uygun şekilde güneşini, suyunu veriyor, toprağını ayrık otlarından tek tek temizleyip havalandırıyor. Kurumuş yapraklarını dikenlerini temizleyerek, ektiği tohumun öylece olduğu gibi, kendi tabiatına mahsus yetişmesine izin veriyor. Benim kalbimde en çok yeri ve emeği olan öğretmenim de bir bahçıvandı, gül yetiştirirdi.
İnsanın aklına geliyor; öğrenci ne yapmalı? İlmi talep eden olup hocasının mizacına göre kendisini eğitmesini bekleyerek ona ayak mı uydurmalı? Veya kendi tabiatını muhafaza edip öğretmeni tarafından keşfedilmeyi, nazlı bir edayla özel bir muamele görmeyi mi beklemeli? Eğer böyle yapacaksa aradığını bulamadığında küskün çocuklar gibi köşesine çekilmek yerine emeğine sahip çıkmayı ihmal etmemeli.
On sekiz yıllık talebeliğim süresince her öğretmenimden kendime ekleyecek bir şeyler buldum. Bugün okul zili çaldığında ise sınıfa ilk defa öğretmen olarak girdim. Öğrencilerimin gözlerindeki ışıltıyı, yüzlerindeki meraklı gülümsemeyi gördüğümde geçti bütün bunlar aklımdan. Şimdiye kadar talebeydim. Şimdi ise öğretmenim. Öğrencilerinin kalplerine tohum ekip, onları büyütmek isteyen öğretmenim. Geleceğe umutla bakan, hayali ve hedefi olan, okumanın önemini bilen ve birbirini seven öğrenciler yetiştirmek niyetindeyim.
Okul yolunda giderken içimden “şimdi okullu olduk” şarkısını “şimdi öğretmen olduk” şeklinde söylüyorum.
Benim gibi her genç öğretmenin kendisinin ve talebesinin mizacını keşfetmesini dilerim.