Yazar: Asiye Binen
Mahiyetime varlık elbisesi giydirilmeden önce başlamıştı her şey. Bomba sesleri, yerlerde kanlı cesetler ve bir annenin feryadı. Bir film senaryosunu izliyor gibiyim. Arada bir etrafımdaki insanlara bakıyorum. Ne garip ki kimseden ses seda çıkmıyor.
Yine filmi izlemeye devam ettim. Aniden her yer kapkaranlık oldu. Başımı sağa sola çevirdim ama hiç bir şey göremedim. Sadece bomba sesleri ve bir annenin feryadını duyuyordum. Bu sesleri duydukça ruhumun cesedimi sıktığını ve nefesimin daraldığını hissettim.
Duruma dayanamayıp ayağa kalktım.
Ayağa kalkmamla yere çakılmam bir oldu.
Sonra az ilerde bir ışık belirdi. Bütün bedenimi oraya çevirdim. Adamın içeri girmesiyle kapıyı kapatması bir oldu. Sanki insanların o kapıyı fark etmelerini ve ışığı görmelerini istemiyordu. Hemen kapıya doğru koşmaya başladım. Kapıya vurdum, çağırdım ama kimse kapıyı açmadı. Oysaki o an ruhum sadece o ışığı istiyordu.
Yorulduktan sonra kapıya sırtımı yaslayıp yere oturdum. O yorgunlukla uyuya kalmışım.
Uyandıktan sonra her yer yine kapkaranlıktı. Değişen bir şey yoktu. Bedenimin soğuması dışında.
Yine ayağa kalktım. Önüme çıkan her şeye dokunup yardım istedim. Fakat beni duyan kimse olmadı. Yorgun bir şekilde dizlerimin üzerine çöktüm.
Bir de ne göreyim. Herkesin elinde bir ışık ve herkes sadece kendi ışığına bakıyor. O an ayağa kalkıp o ışıklara doğru yürüdüm. Ellerindeki ışığa baktım.
Gördüğüme inanamadım!
Herkes sanal alemde varlığını ispatlamaya çalışıyor. Hakiki alem dururken suni alem onlara daha gerçekçi gelmişti. O kadar gerçekti ki…
Gerçek olan ben, sanal olan bir başka kişinin gölgesinde kalacak kadar onlara bir hiç gibi gelmiştim.
Onları öyle görünce içimde bir mücadele vermeye başladım.
O an somut gayelerimden vazgeçip soyut ve ulvi gayeler edindim. Tek gayem, hakikat perdesini aralamak ve o hakikatin ışığını onlara göstermekti. Güneşin ziyalarıyla değil de güneşin kendisini onlara gösterip onları ısıtmaktı.
Bu sebeple o sanal dünyayı onların elinden almam gerekiyordu.
Ama nasıl?
Ulvi gayem beni yeniden ayağa kaldırdı. İçimde bir kor ateş gibi mücadele vermeye başladım. İstesem bile oturamıyordum. Başımı yastığa koyup gözümü kapattığım her an içimdeki ulvi gaye uyumama müsaade etmiyordu. Yorgun düşen bedenim adeta gayemin sadece bir aleti olmuştu. Bedenim gayemi değil, gayem bedenimi yönetiyordu. Bazı geceler bedenimin yorgunluğu beni o kadar yoruyordu ki istem dışı gözlerimden gözyaşları akardı. Fakat bu gözyaşı yine de gayemin önüne geçemiyordu. Başımı her akşam o yastığa koyduğumda aslında uyumaya değil de kendimle konuşmaya gidiyordum. İnsanlar o yastığı uyumak için kullanırken, o yastık benim için bir cenk meydanıydı. Bazen sabaha kadar kendimle konuşup savaşıyordum. O kadar konuşup savaş veriyordum ki artık istesem bile uyuyamıyordum. Çünkü beynim susmuyordu. İlk başta bundan çok şekva duyuyordum. Ta ki beynimin sustuğuna şahit olana kadar. Bir gece beynimi susturdum. Onun susmasıyla sanki başka bir aleme intikal etmiştim. Gerçekten çok garipti.
Bu sessizlik birkaç gün böyle devam etti. Beşinci günde sessizliğin sesi ruhumu bölük pörçük etmeye başladı. Daha önce hiç böyle bir acıyla karşılaşmamıştım. O an anladım ki acıdan büyük acı varmış.
Önceleri zihnimde patlayan bombalar, tank sesleri, annelerin feryatları bana ağır gelirken şu anda onların sesiz çığlıkları beni paramparça etti. Meğer insan olmak sadece kendini düşünüp kurtarmak değilmiş. Uyuyan kişileri uyandırmak, ağlayan çocukların gözyaşlarını silmek ve annelerin feryatlarına kulak vermekmiş.
Aslında insan olmak diğerleriyle bütünleşmekmiş. Bir vücudun uzuvları gibi. Ne yazık ki bu çağın en büyük hastalığı bireyselleşmekti ve bunların hepsi mahiyetime varlık elbisesi giydirildiğinde başlamıştı.