Yazar: Zeynep Özer
Bir bakış nasıl tarif edilir? Sıcak ya da soğuk? Yeter mi? Oysa bir gözü tarif etmek için ne çok renk, bir bakışı tarif etmek için ne çok kelime vardı. Sakin mi, derin mi, sessiz mi, gergin mi, tedirgin mi? Neşeli mi bu bakış, özlem dolu mu yoksa içtenliği masumiyetinden mi? Hepsi adamın bakışında gizliydi. Kadın gözleriyle, adamsa bakışıyla bilinirdi.
Adam kadına belki ilk defa böyle bakmıştı. Kadının kalbine adamın muhabbet dolu bakışı girmişti bir kere. Kalbe giren bir bakışı bastırmak zordu. Adam herkese gözüyle bakıyor ama kadına kalbiyle bakmıştı. Muhabbet dolu bir bakış, “seni biricik görüyorum” demekti. Kadın, adam için biricikti. Adam, kadın için herkesin içinde apayrı bir yerdeydi. Adamın bir bakışı, her şeyi derinleştirmeye yetiyordu. Kadın, adamın muhabbet dolu bakışını hissetmiş, duymuş ve anlamıştı. Anlamak zor işti. Anlayan hissediyordu. Hisseden yakınlaşıyordu. Artık kadının meskeni adamın bakışlarıydı. Bu bakışlar kadına asla yük değildi.
İnsan, gönlüne kimin akacağını seçebilir miydi? Gönül kapısı kime açılırdı? Ancak kalpler birbirine ısınırsa açılıyordu bu kapı. Kapı açıldığında gözler göze değiyor, kalpler kalbe dokunuyordu. Ve bazı bakışlar ancak kalple seziliyor ve hissediliyordu. Kadın bazı şeyleri düşünmenin yasak olduğunu biliyordu. Ama bütün olan ve olacakları kâğıt kabul etmiş, kalem de yazıyordu.
Kadının kalbi yalnızca yapmayı bildiği en iyi işten sorumlu tutulabilirdi. Bu kalp, kıymetini bilecek bir kalbe dokunmanın umuduyla ve kıracak olanın varlığından habersiz sadece sevebilirdi. Hissederek, derin ve cömertçe sevebilirdi. Adamınsa tek ihtiyacı olan anlayan bir çift gözle buluşabilmekti. Adamın kalbi, kadının anlayan gözlerine yönelmiş ve titremişti. Artık adamın bakışlarının kadının gözleriyle her buluşması kendine hastı.
Kadın rüzgârsa adam denizdi. Ama nasıl bu denizde tek bir dalga olmazdı? Kadın için hiçbir deniz bu kadar temizleyici ve arındırıcı olamazdı. Rüzgâr olan denizin cazibesine kendini bırakırdı. Öyle de oldu. Kadın safını seçmişti. Adam, kadının hayatına dâhil olacaktı. Kadın, adamın kendisine muhabbet duyan bakışıyla sevinç doluyordu. “Hoş geldiniz muhabbet kuşları.” diye mırıldandı kadın, “gönül bahçeme hoş geldiniz.”
Adam için sevmenin nedeni yok, zamanı vardı. Adam bir gönlün kapısını hiç çalmış mıydı bilinmez. Bilinen bir şey varsa o da; adamın kaderi, kadının gönül bahçesinde yabancı gibi dolaşmak olamazdı. Dünya denilen gölgelikte kadının gönül bahçesinde muhabbet dolu bakışlarıyla soluklanacaktı. Hiç kuşku yok adam seçilmişti. Bütün soluklanmalar daha heyecanlıydı şimdi. Bütün hayaller mümkünler faslında durabilirdi şimdi. Adam bunu kadına gösterebilirdi. Mümkündü. Bir tek cümle. “Aklımda ve kalbimdesin.” Çünkü bu cümle bütün tahayyül sınırları dışında kalanları göstermeye yeterdi kadına.
Birbirlerinin yüzüne tebessümle baktıklarında kalbiyle yaşayanlar zümresinden olduklarını hissediyorlardı. Bir kalbin bir kalbe yaklaşmasını kolaylaştırıyordu tebessümleri.
Kimin ismi kime duaydı bilinmez. Gerçek olan, kadının isminde adama adamın isminde kadına hisse olduğuydu. Herkes bu hikâyede payına düşeni alacaktı. Çünkü kalbin zamanı yoktu.