…e/a Rağmen Nikbin!


Yazar: Mustafa Barış

Sefere çıktı. Makuliyet idi, mihenk taşı olarak seçtiği ve de sevgi. Hani sonra bol bol isti’mal edeceği ve edileceği. Biri en zor, diğeri en bol ve zararsız elde edilen ve sonuç veren. Kullandılar, fakat “istismar” etmediler onu. “Tıpkı Halife Ömer gibi!” desem anlamı altında ezilirler. O halde vicdanın sesi en azından diyebilmeli: “Emiru’l-Mü’minun Ömer’in (r.a.) rehberliğinde!”[1]

Dini vardı. Lakin imanı yoktu. Bu müphem, bu müşkül yargıyı, onlarca sene geçince anlayıverdi. Tarihe saygısı sonsuzdu. Çünkü bilmezdi! Engizisyonda ölenlerle insanı diri diri yakanlar aynı Tanrı’ya dua etmiyorlar mıydı, Batı’da da Doğu’da da? Hayat; iyilik ile mi, kötülük ile mi kaimdi? O’na rağmen mi, O’nun ile mi bugüne gelinmişti? Kimdi ya da neydi “O”? Çok sonraları öğrendi, gerçekten bilince ancak sevgi ve saygının kat kat artacağını, cehdin anlam ve önemini!

Aç idi. Yemek sundular. Yuvasız idi. Hane edindi. Şikayet edemezdi. Kime şikayet edebilir ki hiçbir şeyin ve sonunun bilgisini haiz olmayan! Gelecekten de bîhaberdi. Bildikçe artan, arttıkça bilinen “cehalet diyalektiğinde” esaret… Kara cahil. Karanın da karası. Ancak sonraları vakıf olunan varlık şuuru, O son Resul’ün (s.a.v.) risaleti vesilesiyle! Halden hale teslimiyetin hamdini ve esaret ve özgürlük diyalektiğini böylece öğrenmişti.

Allah’a hamd, kardeşlerine şükran borçluydu. Hafızlığı ve ustalığıyla ısıtan ve ışıtan atalarının yadigari, dedelerin ve ninelerin “hediyeleri” vasıtasıyla doydu. Dünya, alimler ile tanınırdı, bildi. Olanı kavramaya, yolları katetmeye niyet etti. Olması gerekene yelken açtı. Zamanı ve mekanı ve kitabı idrak etmeyi, oğulca oğul, imzasını ne eliyle ne parmak basarak hayata atan annenin oğlu, cennetin de kokusunu da onun ayaklarının altından kazanılacağını öğrendi. “Dönmeli dünya!” diyordu. Helal rızıkla, atalardan oğula ve kıza ve onların evlatlarına miras kalan helal rızık virdiyle döndürmeli küre-i arzı! Rükuya gitmemiş miydi Dünya zaten, var mısın secdeye?


[1] Emiru’l-Müminin Ömer (r.a.)’dan rivayet: “Allah’ın malı (devletin malı) konusunda kendimi yetimin malı karşısında imiş gibi kabul ettim. Şayet bu mala ihtiyaç duymazsam, dokunmazdım. Şayet duyarsam örfe uygun bir şekilde yerim. Servete kavuşunca da yediklerimi öderim.” Bkz. ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/44. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, 1/30-31.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s