İyi İnsanlar ve Parktaki Banklar


Yazar: Betül Kalender

Adımını aceleyle attı dışarı. Hızla kapanan kapının içeriden gelen tüm gürültüyü de beraberinde örtmesini umuyordu. Yürümeye başladı. Sabahın serinliğini, köşedeki fırından gelen ekmek kokusunu ve her yere zıplayarak gitmeye çalışan oyuncu kedileri görmeyi seviyordu. Derin bir nefes aldı. Sessizlik şimdi ona aitti. Tadını çıkarmalıydı. Yavaşlatırken adımlarını, karşısındaki duraktan geçen otobüsün gidişini izledi. Koşup yetişmeye yeltenmedi bile. İçinde büyüyen boşluğu düşündü. Omuzlarındaki yük, paltosundan ağırdı bugünlerde. Adımları ağırlaşıyordu. Bacakları ona ait değilmiş gibi. Ne kadar isterdi her yere geç kalmayı. Bekledikçe bayatlayan diğer her şey gibi insanların zihninde eskimeyi, unutulmayı ne kadar isterdi. Derin bir nefes aldı. İçindeki boşluğun sızlanmakla dolmayacağını biliyordu. Yine de acımak, kendinde katlanamadığı kısımlarına tahammül etmesine yarıyordu. Zihninde hep çalan hüzünlü bir şarkı vardı.

Metrodaydı. İnsanların yüzlerine bakmaktan utandığı için ayaklarına bakardı hep. Ayakkabılarından nereye gittiklerini tahmin etmeye çalışmak gibi bir oyun icat etmişti. Rugan bir ayakkabının üzerinde su lekeleri ve biraz da çamur varsa örneğin yürümek için park yolunu tercih eden biriyle karşılıklı oturuyor olabilirdi. Kalkarken göz göze gelirlerse eğer gülümseyebileceği biriydi onun için bu kişi. Kirli bir spor, onun için özensiz ve ciddiyetsiz birini işaret ediyordu. Sandaletlerin önünden taşan ayak parmaklarına karşı ise hiç tahammülü yoktu. Böylelikle herkesi tanıdığını düşünüyordu. Görebildiği kadarının ne kadar yanıltıcı olacağını öğrenmemişti henüz.

Metrodan çıktığında yağmurun ince ince yağdığını gördü. Güvenpark’ın sonuna ilerlerken sessiz bir bank bulmayı ümit ediyordu. Nihayet bir yeri beğenip yerleşti. Çantasından çıkardığı simidi minik parçalar kopararak yemeye başladı. Arada bir yerdeki kuşlara da atıyordu. Başından geçenleri düşünmeye başladı. Kendi ürettiği melankolisinin zehriyle doluyordu gözleri.

Tam da o an ince bir hıçkırık sesiyle kaldırdı başını. Henüz ikinci yaşını doldurmamış bir çocuk ağlayarak dolaşıyordu etrafta. Öyle bir ağlamak ki sanki sesini fazlaca çıkarmaktan çekiniyor ama yine de boğazında tutmaya çalıştığı hıçkırıklara engel olamıyor gibiydi. Üzerindeki incecik tişörtü onu yağmurdan korumaya yetmiyor, minik bedeni soğuktan titriyordu. Ayağında ayakkabısı bile yoktu. Nasıl olmaz bir çocuğun ayakkabısı? Ya çorabı?

Öylece kalmıştı bu manzaranın karşısında. Ne kalkıp yardım edebiliyordu ne de kafasını çevirebiliyordu. Çocuğa yaklaşan birini fark etti. Tanıyordu onu. Tanıyordu ve hiç sevmiyordu. Kaba saba, ne dediğini bilmeyen güvenilmez biriydi. Her cuma aynı saatte metroda rastlaşırdı bu adamla. O kadar kötü kokuyordu ki kimse yanına oturmuyordu. Bankta uyuduğunu görse ölü zannedebileceğini düşünürdü içinden. Hep koca bir şapka başında, çuval gibi bir çanta olurdu kolunda. Bağırarak konuşur, azarlardı etrafındakileri. Kedileri kucaklar götürürdü, zehirleyip öldürdüğünü düşünüyordu içten içe. Kimsenin sevmediği yalnız biriydi. Ya çocuğa da bir şey yaparsa? Üzerindeki eski püskü kıyafetlere bakılırsa çocuk kaçıranlardan da bir farkı yoktu.

Etrafına bakındı ama öyle uzağına gitmişti ki parkın, kimsecikler yoktu. Kalkıp yanlarına gitmeye yetmedi hissettiği endişe. Kahramanlık yapacak bir cüssesi de yoktu üstelik. Elindeki kalan simide baktı, fırlatıp kaçsa etkili olur muydu? Kafasında kurduğu senaryolarla dakikalar geçmişti. Adam karşı banka oturmuş, çocuğu da yanına oturtmuştu. Cebinden çıkardığı mendille önce gözyaşlarını ardından minik burnundan akan sümüklerini sildi çocuğun. O kadar nazikti ki bunları yaparken. Şaşkınlıktan dili tutulmuştu bu kez de. Adam sanki yetişkin biriyle konuşur gibi konuşuyor, teselli edip sakinleştirmeye çalışıyordu miniği. Nasıl düzgün bir Türkçesi vardı. İnanılır gibi değil. Başkası seslendiriyor gibiydi. Şapkasını çıkarıp çocuğa takmış, atkısını boynuna dolayarak onu ısıtmaya başlamıştı. Çuval gibi çantasını açtı ve içinden, o da ne? Minik yavru bir kedi. Onunla mı geziyordu? Boğmaya mı çalıştı yoksa? Çocuk ve adam birlikte yavru kediyi sevmeye başladığında dayanamadı kalktı ayağa. Öfkeliydi neredeyse. Neler oluyor burada diye soracaktı gidip.

Polisin yaklaştığını görünce usulca oturdu yerine. Cesareti çabuk sönüyordu. Polisle adamın konuşmalarını dinlemeye çalıştı, çok az duyuyordu. “Ooo Selami Abi….yine mi koydun yavruları cebine… barınak….. bu minik hanım…” ardından gülüşmeler…

Ne düşüneceğini bilmiyordu. Her şeyi bildiğinden emin olan biriydi ve yanıldığını kabul etmeye tahammül edemezdi. Gidenlerin arkasından bakakaldı bir süre. Neden kalkıp kendisinin bir türlü yardım edemediğini düşündü. Neden adamla konuşmaktan çekindiğini sorguladı. Cevabı yoktu. İyi zannederdi kendini. İyiydi de. Kimsenin hayatına dokunmadan yaşarken, öylece geçip giderken yanlarından iyiydi tabii. Kimseye bir zararı yoktu çünkü. Ama faydası da yoktu. Parktaki banklar gibi. Birisi gelip otursa da yanından geçip gitse de orada öylece duruyorlardı nasılsa.

Engel olamadı sonunda gözlerindeki yaşlara. Orada öylece oturduğu yerde ağlamaya başladı. Utandı çocuktan. Giydiği ayakkabısından utandı. Beğenmediği adamın nezaketinden, şefkatinden utandı. Adını bile bilmediği birini tanıdığını zannetmesinden, onu yargılayıp beğenmediği her andan utandı. Günlerdir içinde büyüttüğü, derdim dediği şeylerden utandı. Çocuklara has bir şımarıklığa büründüğünü fark ediyordu şimdi. Kendine getirmişti bu an onu. Belki de “kendim” dediği kişiyle yüzleşmişti derinlerde.

Kızdığı, kırıldığı her şeyi bir kenara bıraktı. Koşar adımlarla hareket ediyordu bu sefer. Kaçırdığı her anı telafi etmek ister gibi.

2 comments

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s