Yazar: Mustafa Barış
‘Sen’in Derinliklerinden, ‘Ben’im Hatalarımdan, O’nun Kayrasıyla Dirlik[1]
İslam’da sınav için mizan; niyetlere ve eylemlere göre kurulur.[2] Bu bağlamda kulun yaptığı her davranış bir gün olumlu ya da olumsuz karşısına çıkacaktır.[3] Öte yandan bilgi, bilgelik veya cehaletle atılan okun hedefi vurması ya da vurmaması yani muvaffakiyet, Allah’ın mülkü/garantörlüğü/hükmü altındadır. Bazen “hedefi” vurmak bazen de vurmamak kul için kazançlı olandır.
İnsan, kazanırken zaten kazanır. Fakat ‘kaybederken de kazanmak’, doğru inananlara Allah’ın bir müjdesidir. Sadece üç ayet bile meseleyi anlamak ve anlatmak için yeterlidir:
“Sakın zulmedenlere dayanmayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım edilmez. Gündüzün iki tarafında (sabah, akşam) ve geceye yakın sa’atlerde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür. Sabret, çünkü Allah güzel davrananların ecrini zayi etmez.[4]
“Rableri onlara karşılık verdi: “Ben, sizden erkek kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler, vuruşanlar ve öldürülenler… Elbette onların kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Yaptıklarına), Allah katından bir karşılık olarak (onlara bu ni’metleri vereceğim). Karşılıkların en güzeli Allah katındadır.” [5]
Ancak tövbe edip inanan ve faydalı bir iş yapanlar, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir, dönüştürecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Kim tövbe eder ve faydalı iş yaparsa o, makbul bir kimse olarak Allah’a döner.[6]
İslam şaşır(t)ma dini değildir. Sürprizleri kim sevmez. İslam hayret dinidir. Akıl, izan, bilim, hikmet, felsefe ile insanı, toplumu, dünyayı ve kainatın bir cüz’ünü bilmeye çalışan kişi vahiyle de uyumu sağlıyor ise dosdoğru yola girmiş demektir. Müslüman şaşırmaz ya da şaşırtmaz denilemez. İnsanlar hatalar ile yoğrulmuştur. İnsanlar arası ilişkiler bağlamında en asgari düzeyde iki olasılık vardır şaşırma ve şaşırtma vakıalarının: Cehalet ve düşmanlık. Bilgi ve tolerans temelli yürünür ise taraflar arası karşılıklı engeller aşılır, “değerler” ortaya çıkar. Bilerek ve isteyerek ötekini şaşırtmak isteyenin eylemleri ise dostluk niteliğini haiz olamaz. Müslümanlığın alamet-i farikası en temelde 3[7] türlüdür:
- İşinin sağlamlığı,
- Eserinin Kur’an-ı Kerim’e uygunluğu,
- Eylemin ‘ben’ merkezli çıkara değil, insanlığa faydayı amaçlamasıdır. Çözüm tek taraflı değil, karşılıklı olmalıdır.
Müslümanların, gayr-i müslimlerin hata ve günahlarından dolayı affedilme yolları kapalı değildi. Şu anda da kapalı değildir. Küfür, şirk, günahkarlık ve benzeri kendi ve başkası için zulüm niteliğindeki insan durumlarını fark etmek o birey için değişim anlamına gelir. Bu sakıncalı hallerden uzak bir yaşam tercihi ise dönüşüm olarak nitelenir. Tövbe bir yönüyle; Allah’ın affetmesiyle gerçekleşir ki “Allah hükmünde ve mülkünde sonsuz güç sahibidir.” önermesine dayanır. Dilerse, dilediğini dilediği şekilde affeder. Diğer taraftan Allah, Kur’an’ı boşuna göndermemiştir. Kulların da bağışlanma için tövbe eylemlerini doğru mantık ile ölçüp, öğrenip, anlayıp anlatması[8] gerekmektedir.
“Önerme bir hükümdür.”[9]
“Bir önceki önerme doğrudur/yanlıştır.”
Bu iki önermeyi önceki yazımda yer verdiğim bir tanım ile birleştireceğim: “Çelişki; aynı konu, yüklem, zaman, mekan, izafet, güç, fiil, parça, bütün ve şartta birlikte bulunmaları iddiası sonucunda gerçekleşir.”
“Doğru” ve “yanlış” olarak önermeleri iki değerli anlama Aristoteles’in temellerini attığı klasik mantıkta kendine yer bulur. İslam’da tövbe müessesesi ile insan en temelde iki nedenle; “Allah’ın affı” ve “kulun nasuhî tövbesiyle” günahkarlıktan kendini kurtarır. Allah’ın affı ancak umulabilir.[10] Nasuhi tövbelere de kaynağını, artmayan, eksilmeyen, tek, tam kitap Kur’an’dan alınan direnç ve tahlillerle elde edilen gerekçelendirmeler ile ulaşılır.
Her yerde ve zamanda Müslümanların mantığa, aklî gerekçelendirmelere, ihtiyacı vardır. Çünkü ancak doğru mantık kullanarak Allah’tan af istenebilir. O’nun dosdoğru yolunda mesafeler aşılabilir. İslam’ın yeryüzündeki en ve son akıl dini olması bir vakıanın da göstergesidir: İslam’da aklı olmayanın dini de yoktur. Saçmaya inanç değil, akıl, kalp ve söz birlikteliğini yakalamaktır İslami şuur/bilinç. Herkesi akıl ve gönül gücünden başka ve uzak kuvvetler ile islamlaştırmak[11] İslam’a uymaz. Kendine en büyük zulmü yapan şirk ve küfür ehline ancak farkındalıklarını sağlayacak yardım eli uzatılır. Öteki türlüsü Müslümanların dünya ödevini yapmaması, kaytarması veya yanlış yapması anlamına gelir. İslam, Allah’ın tüm kulları için ortaya koyduğu tövbe müessesesi ile çift değerli mantık (doğru ya da yanlış) yerine çift doğru değerli (hem doğru, hem yine doğru sonuçlu) mantığın yolunu açık bırakmıştır.
[1] en-Nisa 4/125: “İyilik yaparak kendisini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in dinine dosdoğru olarak tabi olan kimseden, din bakımından kim daha iyi olabilir. Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” Hz. İbrahim (a.s)’a ve Makam-ı Mahmud’a ulaştırdığın son Nebi Hz. Muhammed (a.s)’a nasip ettiğin kulluğun mirasına bizi de mündemiç kıl. Rabbim kolaylaştır, zorlaştırma! İyilik ve güzellik ile tamamla.
[2] el-Hac 22/36-38.
[3] Lokmân 31/16.
[4] Hûd 11/114-115.
[5] Âli-İmrân 3/195.
[6] el-Furkan 25/70-71.
[7] Metin tersinden okunur ise, bu 3 unsur en çok ihtiyaç duyulandır.
[8] Anlatma başkalarının gizlisini ortaya dökmek, dedikodu, casusluk yapmak değil, kişinin bizzat kendisinin yapmış olduğu hatadan ders almasıdır. O yanlış yollara gitmeye yönelen ya da yönelebilecek olanlara Kur’an temelli yardım etmesidir. İnsan fıtratı bazen, bazı şeylerden i’tizal etmek ister. Ama bazı şeylerden uzaklaşmak, “Allah’ın hudutları-Kur’an çerçevesi”, sakıncalı, tehlikeli, riskli, çirkin, faydasız ve günahtır.
[9] Necati Öner, Klasik Mantık, (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları,1982), s.45.
[10] Ümitsizlik küfürdür. (Yusuf 12/87). Allah kendine rahmeti gerekli kılmıştır. (el-En’am 6/12).
[11] Marshall Hodgson, İslam’ın Serüveni, çev. Metin Karabaşoğlu (İstanbul: İz Yayınları, 1974), 2-3.