Türlü


Yazar: Amine Arslan

Pişerek ağır ağır, tüm kirlerinden arınarak, ne kadar pişmanlık, yorgunluk, çaresizlik varsa dibe bırakarak yol almalı insan.  Tüm zorluklara, sancılara rağmen kendini aşmalı. Dibe tutmadan, tadını kaçırmadan, çiğ kalmadan, dünya varlığıyla ne kazandı; bunun idrakinde yaşamalı. Farklılıklarla var olmak, yaşadığı toprağın zenginliğiyle yüzleşmek önemlidir. Tıpkı Türlü yemeği gibi aynı tencerede pişen farklı sebzeler, nasıl ortak ama lezzetli bir ürün ortaya koyuyorsa, insan da böyle bir ürün ortaya koymalıdır. Türlü öyle bir yemektir ki farklı sebzeler aynı tencerede pişmiş olsa da her sebze kendi tadını verir. Farklılıklar ortaya mükemmel bir ürün çıkarır. Kendinin farkında ve özünü kaybetmeden kâinatla iç içe olan insan gibi bir ahenk içerir.  İnsan, biriciktir ancak başka insanlarla, kültürlerle karşılaşmadan aynı tencerede pişmeden farklılığını ortaya koyabilir mi? Dünyayı, mavi bir tencere gibi düşünürsek, çiğ kalmak korkusu sarmalı benliğimizi, nasıl bir ürün ortaya çıkarabilirim, ben nasıl katkı sunarım demeli. Mavi, kulpu kırık bir tencere dünya, kolunu ayrılığa kaptırmış insan çehresi gibi. Hayatın kaynattığı delilik vehminden sıyrılıp, anne kokusu almak uğruna ateşin üstünde yıllarca durmak gibi.  Ne gelinler, ne ölümler görmüş, ne aşlar pişmiş ne helvalar kavrulmuş. Tatlıya da acıya da yer vermiş içinde.  

Zaman su gibi geçer, yıllar ayrılık tohumlarını savurur, o ise hep ocak üstünde taşmak endişesiyle durur. İçinde kaç insan pişirmiş dünya. Birleştiriyor yavruyu sıcacık sofrasında. Elinde bir kaşık bekleyiştedir yetim. Aç bırakmaz sevda sofrasında benim memleketim. Komşuya tüter kokusu, tencerede bitme korkusu. Sarar vicdanları suyun incecik belinden çiğlik korkusu. Tencere sadece yemeği değil bir coğrafyayı özünde pişirir. Doğu’dan, Batı’ya ikram türküsü sıcacık yakar sizi. Bir memleketin aynı toprakta birleşmesi gibi, aynı kapta yoğrulur; eti, salçası, Türkü Lazı birleştirir içinde ortaya çıkan yemeği bir bütün kılar. Demez ki ben sadece etim, ben sadece salça. Ben bir kavuşmayım.  Ben ortak bir ürünüm. Aynı tencerede pişen çokluktan birliğe giden bir yolcuyum. Çıplak elle tutmaya çalışırken ateşiyle yakar mavi kulplu tencere.  Unutursan taşar, yanık kokuları sarar her yeri. Başından ayrılmazsan işlerin yarım kalır. Çünkü bir yemek vermesi saatler alır. İnsanın dünyada ürün verirken yıllarını alması ile eşdeğer bir sabrı gerektirir. Bir varoluş sancısı içinde baharatla yoğuran tencere, bazen hüzün kokulu, bazen neşe tatlısı yemek sunar.  İnsanlık öyküsü her sabah kaldığı yerden devam eder. Kimi kapağını kaldırınca yorgun düşüncelerini kusar. Kimi ise yağlı yemeğin seslerinden anne sıcaklığını duyar. Elleri kirli bir çocuk akşam ezanıyla birlikte evin yolunu tutar. Kapı tokmağına tüm gücüyle asılır. Tencereden kokular gelir burnuna, baba şefkati, anne sarılması gibi kokular. Sonra haneleri düşünür. Tencere cömerttir, herkese nasibi vardır. Bir tabak da komşuya gider. Yaşlı, pamuk eller sıcacık yemeğe uzanır. Bir şükür, bir dua, bir tebessüm yayılır. Mavi kulplu tencere her şeyi içinde birleştirir, güzel duyguları da, nefreti de içinde barındırır. İnsanı biricik kılar, ama önce zorlu işlemlerden geçirir. Pişmesini ve kabuğunu atmasını bekler.  Tencere sadece aracıdır, son nokta değildir.  İnsan aklında, yüreğinde pişirir ürünlerini ve var olmak ürününü ortaya koyar.

One comment

  • Çok hoş bir anlatım olmuş. Üstelik bakış açısı da insanı sorgulatan, düşündüren ve bazı noktalarda gülümseten güzel bir kombinasyon 🌺

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s