Cumbia Sobre El Mar


Yazar: Ömer Gülen

Buraya geri döneceğimi biliyordum. Yalnızlık da birazcık oyundur ve oyunlar içerisinde en karanlık olanı sayılmalıdır. Müphemlik şuracıkta dursun, oyundan çıkmak için çıplaklık esastır. Açık seçik epistem. Bu bilgibilim de epoch weltanschauunga değil önyargının kendisine hizmet eder. Ecnebi metinler yerini, mahalle-bilimi (habitus değil, bir tür zırvalık) içinde kazanır. Hangi mahalleye aitsen o renge bürünürsün. Dindar ve seküler dogmatizm. Tanrı vardan yoka evrilen, yoktan vara, varsa da yoksa da iddia sahiplerinin hep kazandığı bir tür hır gür. Hepimiz birazcık, gavurlaşmanın modern imgeleri değil miyiz zaten? Deist ya da a-teist. Kyniksi adalı, ‘İyi Koku Almak Aktüalite İçinde Kalma Becerisine Nasıl Dönüştürülür’ konulu seminerini başarılı bir şekilde icra edince kalabalıklar önünde, mahalleler arası vizesiz geçişler hızlandı birden. Koku almasını iyi bilenlerin yolculuğudur kazanmak. Yorgunluk (dünya arzusuyla kök salar psikeye) en esaslı yalanıdır insanın ve sonrası için, kendi epistemolojisini yaratır. Nefes almak için. Vermek için de. Nefes alıp vermek için desek cinsel çağrışımlarıyla birlikte daha güçlü sekans yakalamış olacağız. Paradigma meselesi hallolduktan sonra tarih kişisel tarihtir her şeyden önce. Dolayısıyla tarihe piç muamelesi yapmak için kendimizde bir noksanlık peyda etmemiz gerekecek. Felsefeyi Freud’dan öğrenmenin kaçınılmaz sonu bu olsa gerek. Alçak Laios’un laneti işte. Kendimizi von Trier filminin bir kahramanı zannediyorsak eğer o başka. Ahh zavallı Emma.  

Büyük şehir büyük sırlar taşır içinde. Erkek rollerinden koşut ve ne oluyor deyince biseksüel. Köşe kapma için alt üst, can sıkıntısı için üst alt, imza için önde. Tarihe giriş dersinin bir alt başlığı metodolojik meseleler olsa da bu sıradanlıktan kaçınmamız lazım. Tarihi verasete dönüştürmek için omurgasız türler uydurdu bu şeyleri. Bakın, işte size hiç kaybetmeyecek olanların evsafı. Kendi tarih düşüncemizde ikinci sıra bedenle ilgilidir. Bizim kazıbilime, maymunluklara ve fânilerin bilimine ihtiyacımız yok. Bedenin tarihini bilim olmaktan arındırdığımız zaman gerçek tarihe doğrudan giriş yaparız. Montaigne ve Pascal’ın gündelik insan deneyimi meselesinde anlaşıyor olmaları işimizi kolaylaştırabilir burada. Modern bilim, kendimizle gerçek arasına koyduğu mesafeyle tarih sahnesine çıktı. Sonrası, eski dünyanın iktidar şekillerini tersyüz edip modernleştirmekti. Şaşalı sosyal bilim unutturacaktır bize varlığın içindeki yerimizi. Özneler dünyasından nesneler dünyasına evrilerek devam eden düşüşün hafıza tanımaz hızı. Bu bedenler içinde gündelik hayattan bahsedebilir miyiz? Yaşadığımız kültürün bize yardım edecek derinlikten yoksun olduğunu düşününce hele.

Modernleşen zihnimiz bize, belirli telkinlerde bulunuyor. Bilincimizin varoluş nedeni sayılması gereken hakikatlerden kurtulmayı: Tanrıdan, peygamberlerden, erdemden. Meta anlatılarmış böylesi şeyler, yok olmaya mahkummuş. İnkar edilenle arzu edilen şeyin diskuru. Aksi durumda hastalıklı bir şeymişiz. Madem bu cam fanusun içindeyiz ve hiçbir derdimiz yok yaşamaktan başka o halde nihaî karar verilecektir. Bombalar, siyanürler, gaz maskeleri, tıp araç gereçleri ve nihayet fakir halkların LGBT’li çocukları için yaşasın özgürlük. Bu özgürlük türküsünü kapitalizmin söylettiriyor olmasını dert mi edelim kendimize. Kültürel şizofreniden kurtulmak için Nietzsche’nin kehaneti yerli yerine oturmalıydı zaten. Savaş bittiğinde kehaneti müjde sanan Kroisos gibi gerçeğe uyanma şansımız olacak mı sanmam. Uyanış saatleri bir duyarlılıkla gerçekleşir. İşte uzama yayılan weltanschauungun Hobbes’u yalancı çıkaran özelliği. İnsanda kötülüğün aslî bir şey olduğunu söylemek için insanı eşraf-i mahlukat özleminden uzak tutmak gerekti. Luther bu işi halledecekti. Teolojik altyapılar kurulduktan sonra, modernler eski dünyanın ölüm fermanını hızlıca hazırladı. Bütün bir modernlik yatırımı, insanın kendine ve doğaya gösterdiği duyarlılığın yok edilmesi üzerine yapılmış yaratımlardı. Biz bu vetirenin sonunda düşük canlılar arasında olduğumuzu kabul ederek yaşıyoruz. İddasız ve tasasız.            

Dünyayı belli bir ideolojik yönelimle tanımanın da bir konforu vardır. Kapitalizm sağtöreyi politik eylemden ayırmayı başardıktan sonra herkesin her şeyi söyleyeceği bir dünya yarattı. Onların sunduğu konforun içinde oyalanmak faydasız. Eleştiri bir imkânı kollamaksa eğer, insan bunu kendine yönelerek yapmalı. Benim naçar zihnim eğlenceli bir şarkı dinlerken bile savaşı kaybettiği yerde oyalanmayı seviyor. Bir oyun olarak derinleştiriyorum kendimle olan meselemi. Kim olduğumu bilmek için kendi karanlığımın sınırlarını yokluyorum. Şehrin sırları var da benim yok mu sanki! Koku almaktan yoksun mu duyargalarım! İz sürmesini de mi bilmem! Bu koca şehrin her bir yerinde iyi kötü anılar biriktirdim. Ayağımın tökezlediği yerde kolayca oyun dışı kalacağım şeylerden kaçındım. Belki her şeyi iyileştirecek olan bellekteki ize alışabilirdim. Bu laneti istemedim. Bu inat, korku, hüzün saatleri, anlamla bağımı canlı kıldı. Modernleşen parmaklarımın dünyaya açılma arzusundan, sabah yorgunlukları gibi şeylerin tuzağından, bu şeyle kurtuldum. Yükümü hazırlayabilirim artık. Başlangıç ya da son. Ölümün avuçları arasındayız ne de olsa.

2 comments

  • Kendimi spot cümlelerin arasında bir sokakta yürürken buldum. Her cümle ayrı ayrı bir düşünceyi barındırıyor. Kaleminizi beğeniyorum ellerinize sağlık..

    • Teşekkürler Abdullah Hocam. Sizin gibi kalemi iyi bir arkadaşın beğenisi güzel bir duygu. Siz de öykülerinizde okuyucuyu ilginç bir yolculuğa çıkarıyorsunuz. Kurgu oluşturmada iyi bir nokta yakaladığınızı Hadi Hoca’ya da söylemiştim. Öykü ve gezi notlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Sağlıcakla kalınız

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s