Yazar: Emrah DEMİR
Bugün de vaktimi kütüphanede geçireceğim. Saat sekize çeyrek kala neşe ile dolu ruhum, bir çırpıda kendisini durakta buluverdi. Otobüsü beklerken güneş muazzam sıcaklığı ile bedenimi ısıtıyordu. Kendimi güneşin sıcak kollarına bıraktım. Dört bir yana kanat açmış kuşlar bile senin sıcaklığından güç alıyorlar. Derken otobüs de geldi. Sabahın ilk saatleri ama otobüsümüz her zamanki gibi kalabalık. İnsanların ciddi, kasvetli ve öfkeli tasaları sûkunetlerinin altında yatıyor. Ne zaman aydınlığa çıkma fırsatı bulacaklar kim bilir! Bütün ihtişamı ile evren, sana sunuyorum kendimi diyorken nedir bu âcizlik!İnsanlar basit beklenti ve gayeler uğruna mücadele ediyor. Bu yüzden de çalıştığı işinde titiz ve dakik olan insan, dönüp de kâinata karşı özverili olmuyor. Çağımız, çalışma yüzyılı. Hadi ordan! Basbaya fakirliğin, tasanın, acının ve ihtirasların yüzyılı. “Çalışın, çalışın işçiler, toplumsal serveti ve kendi yoksulluğunuzu arttırmak için çalışın…” diyen Paul nasıl da haklı! Bir yandan serzenişlerim bana sancılar çektirirken, diğer yandan önümdeki distopik görüntüden kurtulmaya çalıştım. Bir anda hayal dolu rüyalarda kendimi buldum. Bu alemde, izm’lere, basmakalıp kavramlara ve nobran yaşayışlara yer yok! Orada sadece sen, benliğin ve hayallerin var. Ah keşke elimizde olsaydı darüyalara hapsolabilseydik.
Fakültenin muazzam mekânı olan kütüphanedeyim. Kendimi en iyi hissettiğim yerde. Burada kimi zaman Hz. Muhammed’in sohbetlerini dinliyorum kimi zaman da Sokrates’in konuşmalarını dinliyorum Atina halkıyla beraber. Hz. İsa’nın ve Havarilerinin mücadelesine şahit olmak ne büyük mutluluk. Bazen İslam düşüncesinin altın çağlarına konuk oluyorum. Sekizinci ve on üçüncü yüzyıllara. Kindi’nin, Eşari’nin, Farabi’nin, Râzî’nin ve İbn Rüşd’ün dünyasına. Onların çalışmalarına bakıp hayran kalıyorum. Descartes keşif araştırmaları içinde sessiz, kaybolmuş. Newton ağaç altında düşüncelere dalmışken onu seyrediyorum.18. Yüzyıl’ın büyük düşünürleri Locke, Berkeley, Rousseau, Kant ve Hegel bana sesleniyorlar; bizler de buradayız. Halil Cibran, tok bir sesle“Gelin, altın yataklarını, yeryüzünün hazinelerini size göstermem için ovalara gidelim” diye haykırıyor. Muhammed İkbal’in sesi daha derinden geliyor.“Hayvan gibi yiyip yan gelmenin ne faydası var? Eğer benliğin kuvvetli değilse dünyaya niçin geldin?” Kendimi bu sorunun bizzat muhatabı olarak görüp benliğimi hissetmeye çalışıyorum. Picasso kolumdan tutup yeni çalışmalarını bana göstermek için büyüleyici tablolarının yanına çekiyor beni. Ben tabloların ihtişamına dalmışken genç Einstein’nın sesini duyuyorum. Öyle bir anlatım ve yeni şeyler içeriyor ki evrene dair, sabırsızlıkla kendimi amfi salonuna atıyorum.
Kıskanabilirsin beni Alice! Acaba sen mi harikalar diyarındasın yoksa ben mi? Bu kitaplar seni de dahil ederek kokusunu salıveriyor kütüphanenin her bir köşesine. Kitaplar, tarih ve ruh kokusu yayıyor bu aleme. O da ne? Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün Mümtaz’ı değil mi şuracıkta gezen? Biri gür bir sesle ‘Memleket İsterim’ şiirini okuyor. Tarancı’nın sesi bu. Bu ara Aristoteles talebeleriyle kitap rafları arasında yürüyor. Platon, tasavvuf rafları arasındaki kitapları karıştırıyor. Biraz öfkeli sanki. Başını sallayıp duruyor. Gazali, sinirli, elini sallıyor İbn-i Sina’ya karşı. İbn Rüşd onun haline bakıp gülümsüyor. O an Raskolnikov yanıma gelip “beni görmedin tamam mı!” deyip rafların arasına gizlendi. Erich Fromm bana bakıp “hoşgeldin delikanlı” diyor. Byung-Chul Han elindeki saksının içindeki güzel çiçeklerle“gelin yeryüzünün güzellik ve eşsizliği karşısında tekrardan şaşırıp, hayran kalalım” diye sesleniyor. Başka bir rafta Huxley’le karşılaşıyorum. Ütopya temalı kitabına ne isim vermesi gerektiğini düşünüyor. “Cesur yeni dünya olsun ey Huxley” deyip geçiyorum yanından. Siyaset rafları arasında Machiavelli’i ve Hannah Arendt’i yan yana görüyorum. Genç ve güzel Lili, Mayakovski’nin şiirine ilham oluyor. Daha saf bir genç kızlıkla başka bir Lili Sezai Karakoç’a ilham oluyor. “Bizi bırakıp nereye gidiyorsun Lili?” Küçük bir kız elinde mektuplarla köşe bucak koşturuyor kitaplar arasında. Sofi bu. Romeo ve Juliet aşk dolu gözlerle birbirlerini izliyor. Kendilerinden başka kimse umurlarında değil. Raif Efendi, hayran bir halde önündeki tabloyu seyrediyor. Bir başka tarafta kendi kendine konuşan Selim, Olric’le kahvesini yudumluyor. O sıra bir terlik önüme düşüyor. Bu da nesi derken Kafka’yı görüyorum. “Nereye gitti bu lanet böcek, Samsa” deyip duruyordu. İvan Dmitriç ve Doktor Andrey hararetli bir tartışmanın içindeler. Nizamulmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah kimsenin görmediği bir yerde tatlı tatlı sohbet ediyorlar. Amin Maalouf ise bir köşede oturmuş onları seyrediyor. Bir anda kuş cıvıltıları kulağımı dolduruyor. Kuşlar her bir yerimden tutup ayaklarımı yerden kesiyor. Hemen köşede bu durumu kahkahayla karşılayan Attâr’ı görüyorum. Gökyüzündeyken uçurtma dolanıyor ayaklarıma. Emir ve Hasan’ın bu uçurtma. Az ilerde tahtına oturmuş Aurelius’a rast geliyorum. “Selam sana ey bilge kral” diyorum. Ali Şeriati, Marx ve Engels’in bulunduğu rafın öteki tarafında, “evet evet birilerini rahatsız etmeliyiz” deyip duruyordu. George ve Lennie farelerin peşinde koridor boyunca oynayıp koşuyorlar. Ölü Ozanlar dernek üyeleri halka kurmuş birbirlerine şiirler okuyorlar. Birinin ağladığını duyuyorum. Genç Werther bu. Biz Werther’le dertleşirken yanımızdan sıcak havaya rağmen Palto giyen Akaki geçiyor. Onu Dostoyevski, Tolstoy ve Gorki takip ediyordu.
Bunca harikalar içinde bir an durdum ve sağıma baktım. Herkes buranın ruhunun dışında işlerle uğraşıyordu. Maksim Gorki bana seslenerek“Bizler çalışmakta ilk sırada, yaşamakta ise son sıradayız” dedi. Evet evet! Birçok sınav nice zihni paslı, boş bir hayata hazırlıyordu. Her haliyle değerli olan bedenler ve ruhlar çürüyor burada. Bir yerlerden Nurettin Topçu’nun sesini duyuyorum.“Ey derttaş! Talebe hakikatler peşinde koşandır, mekteplerin diploma müşteriliğine kendini adayan değil.” Ben, “maalesef vaziyet distopik olmanın ötesine geçti hocam” diyerek karşılık verdim. Öte raflardan bir ses bitiverdi kulağımda. “Benim Virginia Woolf hatırladın mı?” Pek tabiî Woolf. O, “Otomatik olarak soluk alıyor, yemek yiyor ve uyuyoruz. Hem de ayrı ayrı değil, maddenin farklılaşmamış su kabarcıkları misali. Bu yüzden yoruldum ve çekildim.” Durdum, düşündüm ve hayal kavramının dahi unutulduğunu gördüm ve yıkıldım. Kütüphanelerin asıl gayelerinin dışında kullanıldığına şahit oldukça kahroluyorum. Koridorun sonundan bana doğru gelen siyah paltolu depresif bıyıklı birini gördüm. İşte, Nietzsche. Ağır ağır adımlarla yanıma gelip oturduğum yerden kaldırdı beni. Gözlerimin içine bakıp “KÜTÜPHANELER ÖLDÜ!” dedi. Bu sözü söyler söylemez geçmişten gelen ruhlar bir anda yok olup, gittiler.
Bütün sevdiğim isimler var, biri hariç gibi kaçırmadıysam Mustafa Kutluyu göremedim, aralarda alıntı var mı bilemem, zaten Dostoyevski de bir paltodan çıktıysa bize ne!
Çok başarılı ve duyumsanarak yazılan bir yazı olmuş yüreğine sağlık bay kalem
Okurken kimin yazdığına bakmadan okudum ve okurken gözümün önünde canlanan kişi, mekan ve durumları hayranlıkla seyrettim. Sonra yazan kişinin değerli dostum Emrah olduğunu görünce ayrı bir sevinç yaşadım. Çok güzel bir yazı olmuş zihnine ve kalemine sağlık.
öykünün girişi çok güzel.
yazarın hayal dünyasında gezmesi ve atıfta bulunması.
Aslında onun ileride daha iyi bir kaleme sahip olacağını gösteriyor. ben bu kalemden bir durum öyküsü de beklerim mükemmel di
İnanılmaz keyifli ve akıcı bir yazı olmuş Emrah. Düşünce tarihi ile yaptığın kurgu edebi bir lezzet katmış. Ayrıca bu kısacık yazında toplumsal buhranlarımızı da işlemen ele aldığın eleştirinin ne denli çok boyutlu olduğunu gözler önüne seriyor. Umarım nice yazılarını okumak nasıp olur kıymetli dostum.
Son zamanlarda okuduğum ve beni gerçekten oturup düşünmeye iten nadir yazılardan biri şu bilgi ve yazı çöplüğü olan dönemimizde kesinlikle çok iyi geldi
Etkileyici ve sürükleyici bir öykü olmuş. Umarız bir gün kütüphaneler tekrardan dirilir…
Gerçekten okurken büyülendim diyebilirim. Her bir betimleme de gözümde bizzat canlanıp bazen neşe bazen de hüzün ile doldum. Kaleminize sağlık.
Öncelikle böyle akıcı ve etkileyici bir üslupla yazdığınız için tebrik ederim.Gayet başarılı bir yazı olmuş gerçekten ellerinize sağlık. Bu tür yazılarınızın devam etmesini canı gönülden isteriz ve dört gözle bekleriz…
günlük hayatın ve varlığın sisteme karşı gerçeklik ve hayal dünyasında bir anlık hoş bir gezintiye çıkaran , akıcı ve güzel bir yazı olmuş
“Kütüphaneler öldü! ” Bu cümlenin son satırlara saklanması rakibini nakavt etmek için son yumruk darbesinde bütün gücünü kullanan bir boksörü anımsattı bana. Çok güzel ve anlamlı bir yazı olmuş. Bu deneme yazısını okurken en etkileyici kısmın Alice ile olan konuşma olduğunu düşünüyordum. Son satırlara gelince biraz erken karar vermiş olduğumu hissettim. Böyle insanı şaşırtarak onda yeni fikir kıvılcımlarının oluşmasını sağlayan, yazının son cümlesinin çok güçlü ve şaşırtıcı olduğu yazıları çok seviyorum. Kalemine sağlık kardeşim. Başarıların devamının geleceğinin kanıtıdır bu deneme.
Öncelikle yazı yoğun bir birikimin dışavurumunu hissettirdi bana. Her gün geçirdiğimiz yaşantıların anlam kazanmasında ihtiyaç duyduğumuz şeyin daha fazla okumak olduğunu gösterdi bana. Yazar, hayal gücüyle harmanladığı bir sergide her panonun önünde durup düşünmemi sağladığı için kendisine teşekkür ederim, başarılarının devamını dilerim.
Ne güzel gidiyordu ta ki KÜTÜPHANELER ÖLDÜ yazısını görene kadar akıcı bir anlatımla yazılmış.Ellerine sağlık genç yazar 🤗
Zihnen yorgun olduğum bir zaman diliminde, eleştirel tarzı kurgulayarak, kütüphane rafları arasında kitaplarla sohbet ediyormuşcasına hayal dünyamı hareketlendiren can arkadaşım, bu keyifli öykün için teşekkür ederim. İsimlerin sıralanışı ayrıca dikkatimi celbetti. Emeğine ve yüreğine sağlık.
Bugünlerde okuduğum güzelleme dolu öykülerden biriydi.
Otobüste başlayan maceranın acaba bizi nereye doğru sürükleyecek merakı ile okutmaya devam ettikçe, maceranın icinde kaybettirdi bu yazı.
Kütüphanelerin ölümünü Nietzsche ile kavramlaştırması ile kütüphaneye her adım attığımda zihnime düşecektir.
Akıcı ve sürükleyici bir yazı olmuş. Yazan arkadaşın ellerine sağlık. Kütüphanelerin ihtişamlı günlerine tekrar dönmesi dileğiyle…
Değerli yorum ve fikirlerinizden ötürü herkese teşekkürlerimi sunarım. Sağ olun. Var olun.
Bu arada metnin yayınlanmasından sonra farkettiğim bir hatayı da düzeltmek isterim: “Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün Mümtaz’ı” değil “Hayri’si” olacak.“Huzur” romanının “Mümtaz’ı” ile karıştırmışım.