Ûslu Eyüp’ün Hayatına Dair*


Yazar: Ömer Gülen

Eyüp’ün hikayesindeki dekor niçin Yunandan? Buna tarih cevap versin. İçerik, insanın yaratılışının anlamı her ne ise orada düğümleniyor. Eyüp’ün öyküsü bir tragedya mı? Nasıl da her şey iç içe. Euripides ya da Sofokles Homeros’un dünyasından alır kahramanını ve onu yeryüzünde bir yere yerleştirir. Bedeniyle ve acılarıyla birlikte. Eyüp yeryüzü halkından. O etiyle ve kemiğiyle bir insan, tamamlanmamış insan ideasıyla. Şeytan tam burada öyküye dahil olur. Varoluşta. Ama biz, bir başlangıcı kollamalıyız yine de.  

İnsanla ilgili her öykü yaratılışa geri döner. Hayatımıza o eski gizemi dahil ettiğimizde anlayabiliriz kim olduğumuzu. Her şey, insanın ne olacağına dair. Bir katil, asi ya da kendi türünün tüm karmaşası içinde başlı başına bir güzellik. Gökyüzünün varlıkları Tanrı’nın dergahına girince, bir alışkanlık mı nedir şeytan da karışıverir aralarına. Dünyanın kiri ayaklarında. Tanrı, şeytana bakıp müstehzi bir sesle: “Kulum Eyüp’e bakıp düşündün mü? Dünyada onun gibisi yoktur, kusursuz doğru bir insan” der. Şeytanın bilgeliği, sahip olunan şeyin değerinde. “Eyüp her şeye sahip. Sana kulluk ediyorsa sahip olduğu şeylerin tekdüzeliğinden.” Şeytan gerçekten haklı olabilir mi? Eski dostlarının insanın mayasında tekinsiz gördükleri şeyler için Eyüp şimdi insanlığın bütün yükünü mü üstlenecek? Tanrı ile şeytan, iyi ile kötü, iman ile küfür, insanın yeryüzü hikayesinde birbirini nasıl etkileyecek? Sahip olduğu şeylerin külfetini derininde hisseden Eyüp’ün hikayesi böylece başlıyor.

Bir gece sahip olduğu her şeyi kaybeder Eyüp. On çocuk ve tüm varsıllığı. Dehşete kapılır; kaftanını yırtar, saçını sakalını yolar. Kendine geldiğinde bir tek hakikati anımsar: “Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. Rab verdi, Rab aldı, Rab’bin adına övgüler olsun!” Şeytan için, Eyüp’ün insan varlığında bir şeyler, bedenine fazlasıyla yabancılaşmış olmalı. Orada kaskatı bir ruh görüyor. “-Eğer canına, yaşamakla sürdürdüğü gönencine” dokunursa Tanrı, o zaman isyan edeceğini söyler. Bir hastalıktır başlar Eyüp’ün kaderinde. “Bedenini kurt, kabuk kaplar, çatlayan derisinden irinler akar.” Hastalığıyla birlikte etrafındaki herkes dağılmaya başlar. Eyüp kimi zaman, uzandığı yerde eski ihtişamlı günlerini hatırlar. “Tanrının kendisiyle birlikte olduğu günleri.” Yetimin, yoksulun, dulun, adalete muhtaç herkesin koruyucusu olduğu günleri. Kaderinde şimdi yardımı için koşuşturduğu insanların hor görüsüyle karşılaşmak da varmış. Ûs bölgesinin insanları, unutmak bir ihanetse bunu çok da umursayacak değildi türünün diğer üyeleri gibi. Bütün iyilikler hatırdan çıkarılmış, hatta başına bunca felaket gelmiş adamın lanetlenmiş olduğunu düşünmeye başlamışlardı. O şimdi naçar eşiyle birlikte yalnız, bu kahrın nasıl biteceğini bilmeden günlerini geçiriyordu.

Tüm bu gizem, tanrısal varlıklar ve şeytan, bir insan tekinin hayatında yaşamın bir sırrı mıdır? Eyüp, hastalığın pençesinde ölümü beklerken çok defa bunu düşündü. O sıralar, Eyüp’ün başına gelenleri işiten üç arkadaşı ziyaretine gelmişti. “Temanlı Elifaz, Şuahlı Bildat, Naamalı Sofar.” Yanına yaklaşana kadar tanıyamadılar Eyüp’ü. Yakınına geldiklerinde de Eyüp’ün halini görüp büyük bir hüzne kapıldılar. Yedi gün boyunca hiçbir şey konuşmadan sessizce oturdular. Yedinci günün sonunda bilgeliğin farklı birçok yönünü tecrübe etmiş Eyüp ve arkadaşları, Tanrı’nın yeryüzüyle olan ilişkisi üzerine tartışmaya başlar. Eyüp iman ile küfür arasındaki belirsiz çizgide gider gelir. Bu bölüm itibariyle başlangıçta mit gibi bir kurguya sahip olan hikaye birden oldukça modern bir metin haline gelir.

Konuşmaya Eyüp başlar, doğduğu güne lanet okuyarak. Büyük bir soruyla konuşmasını sürdürür. “Neden yaşam verilir nereye gideceğini bilmeyen insana.” Bu dünyada insanın kargaşadan başka bir ömür tüketmediğini söyleyerek sözlerini bitirir. Temanlı Elifaz “Biri sana bir şey söylemeye çalışsa gücenir misin?” diyerek başlar konuşmasına. “Kim konuşmadan durabilir? Evet, pek çoklarına sen ders verdin, zayıf elleri güçlendirdin, tökezleyeni senin sözlerin ayakta tuttu, titreyen dizleri sen pekiştirdin. Ama şimdi senin başına gelince gücüne gidiyor, sana dokununca yılgınlığa düşüyorsun. Senin güvendiğin Tanrı’dan korkun değil mi, umudun kusursuz yaşamında değil mi?” der ve ‘o herkesler’ dediği insan alışkanlıklarının tekdüzeliğinden bahsettikten sonra konuşmasını bitirir. Elifaz, Eyüp’ün sözlerinde sıradan insanların sözlerini işitir gibi olmuş ve boş sözlerden kaçınması gerektiğini hatırlatmıştı. Eyüp: “abuk sabuk konuştum. Çünkü her şeye gücü yetenin okları içimde, Ruhum onların zehrini içiyor” diyerek sözlerinin arkadaşlarınca anlaşılmasını ister.

Eyüp’ün kırgınlığı, Tanrı’ya isyan eder bir tona dönüşür. Yoksa yaşamak zorunda kaldığı bu acılar günahları yüzünden mi? Şuahlı Bildat Eyüp’e Tanrı’nın adaletini hatırlatır. Tüm bu acılarının Tanrı’nın katında bir mükâfatı olacağını. Eyüp Bildat’ın söylediklerine tüm yüreğiyle katılır. Ama anlamak istediği şey Tanrı’nın kötülüğü değil. Tüm bedeninde yaşamak sancısı var. Bütün bir merakıyla, varoluşuyla, hayatın anlamı peşinde. Naamalı Sofar Eyüp’ün sözlerine karşı oldukça öfkelidir. “Saçmalıkların karşısında sussun mu insanlar? Sen alay edince kimse seni utandırmasın mı? Tanrı’ya, ‘inancım arıdır’ diyorsun, senin gözünde temizim.’ Ama keşke Tanrı konuşsa, sana karşı ağzını açsa da, bilgeliğin sırlarını bildirse! Çünkü bilgelik çok yönlüdür.” Eyüp’ün Sofar’a cevabı onunki kadar sertti: “Kendinizi bir şey sandığınız belli, ama bilgelik de sizinle birlikte ölecek! Sizin kadar benim de aklım var, sizden aşağı kalmam. Kim bilmez bunları?” “İşte, gözlerim her şeyi gördü, kulağım duydu, anladı. Sizin bildiğinizi ben de biliyorum, sizden aşağı kalmam. Ama ben her şeye gücü yetenle konuşmak, davamı Tanrı’yla tartışmak istiyorum. Sizlerse yalan düzüyorsunuz, hepiniz değersiz hekimlersiniz. Keşke büsbütün sussanız! Sizin için bilgelik olurdu bu.”

Arkadaşları Eyüp’ün sözlerinde küfrün kokusunu alıyor, korkuyla uyarıyorlar onu. Burada karşımıza tanıdık bir tip çıkıyor. Hayata hiç saygısı olmayan o dindarlar. Acının derinlerinden muhafaza kılınmış imanlarıyla Tanrı’nın ve insanın arasındaki sınırı belirlerler. Elifaz ikinci konuşmasında, Eyüp’ü kaygıya sevk eden bir günahı olmuşsa eğer burada ne bilgelik tafrası ne de masum bir insan gibi şikayete gerek olmadığını söyler. Eyüp Elifaz’ın sözlerini önemsemez. “Buna benzer çok şey duydum, oysa siz avutmuyor, sıkıntı veriyorsunuz. Boş sözleriniz hiç sona ermeyecek mi?” Bildat Eyüp’ün sözleri karşısında içerlenir. “Niçin hayvan yerine konuyoruz, gözünüzde aptal sayılıyoruz?” Eyüp arkadaşlarının kendisini anlamak istemediğini söyledikçe arkadaşlarının öfkesi daha fazla artar. Eyüp’ün konuşmasındaki güven halinde hiçbir değişiklik olmadığını gören arkadaşları susma kararı alırlar.

Bu ara konuşmaya genç biri dahil olur. “Ram ailesinden Bûzlu Barakel oğlu Elihu.” Eyüp’e sözlerinden dolayı diğerlerine ise Eyüp’ün sözlerine ikna edici cevap vermedikleri için öfkelidir. Küçük olduğu için, büyüklerinin konuşmalarını tamamlamalarını beklemişti. Eski dünyaya özgü bir terbiye işte. Her genç gibi heyecanlıdır. “Akıl yaşta değil baştadır” diyerek söyleyeceklerinin değerini anlamalarını ister. “Konuşup rahatlamalıyım, ağzımı açıp yanıtlamalıyım. Kimseye ayrıcalık göstermeyecek, kimseye yaltaklanmayacağım, çünkü yaltaklanmayı bilsem, yaratıcım beni hemen yok ederdi.” Bu genç adam, doğrudan Eyüp’ü hedef alır. Nasıl da cesur. “Elinden gelirse beni yanıtla, kendini hazırla, karşımda dur.” “İyi dinle Eyüp, kulak ver, sen sus, ben konuşacağım. Söyleyeceğin bir şey varsa söyle, çünkü seni haklı çıkarmak isterim. Yoksa beni dinle, sus da sana bilgelik öğreteyim.” Gençlik böyle bir şey işte. Sevimliliği coşkulu heyecanında. Uzun uzadıya konuşur. Yanlış mı konuştu, bir hata mı işledi, alkış mı aldı. O sadece konuştu.

Ve sonunda Tanrı rüzgarın içinden konuşur. Gücünü, ihtişamını anlatır. Eyüp bu dünyanın kahrını çeken bir garip âdemoğlu. Tanrının ihtişamına bigane değil. Tanrıyı şimdiye kadar hakkıyla tanımamış olmanın hafifliği, Tanrı konuşunca sona erer. “Kulaktan duymaydı bildiklerim senin hakkında, şimdiyse gözlerimle gördüm seni. Bu yüzden kendimi hor görüyor, toz ve kül içinde tövbe ediyorum.”

Eyüp’le arkadaşlarının konuşmalarında kimin haklı olduğuyla ilgili bir karar verilecekse eğer, bunu tabii ki Tanrı verecekti: Eyüp’ün arkadaşları haksızlardı. Tanrı’nın bu kararıyla birlikte bir anda iki anlam belirir hikayede. İlki Eyüp’ün tövbesindeki anlam. İkincisi ise Elifaz’ı, Bildat’ı, Sofar’ı, Tanrı adına konuşmalarına rağmen haksız duruma düşüren kendilerinden emin halleri. Ortada bir çelişki var şimdi. Belki de bir tek şeyle çözülebilecek bir çelişki. Sabretmemiz lazım bu çelişkiyi çözmek için. Ne diyelim. Allah herkese Eyüp’ün sabrını versin.

* Tanakh’ta anlatılan Eyüp’ün hikayesidir.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s