Yazar: Yunus Emre Çiçek
Âlemdeki hiçbir şeye benzemeyen monoteistik bir Tanrı hakkında konuşabilir miyiz?
Karşımıza çıkacak üç durum söz konusudur: Bir grup konuşulabileceğini, diğer grup konuşulamayacağını ve son grup ise Tanrı’nın varlığı hakkında bile lehte veya aleyhte bilgi sahibi olunamayacağını iddia ettiği için (agnostikler) zaten konuşulup konuşulamayacağının tartışılmasının bile saçma olduğunu öne sürecektir. Bu görüşlerden agnostisizmi ilgilendiren haricindeki ikisini sırayla değerlendirelim:
1.Âlemdeki hiçbir şeye benzemeyen monoteistik bir Tanrı hakkında konuşulamayacağı iddia edilirse ne olur?
Mevzubahis Tanrı tasavvurunda Tanrı’nın aşkın olmasını gerektiren başka özsel nitelikleri de olmakla birlikte âlemdeki hiçbir şeye benzemediği için de aşkın olmalıdır. Kişi, hakkında konuşamadığı şeyi kavrayıp bilemeyeceği, hakkında bilgi sahibi olmadığı ve kendisini tanımadığı şeye de inanamayacağından ötürü aşkın bir Tanrı inancına sahip olamazdı. Ancak ya içkin bir Tanrı inancına sahip olurdu ki bu da gerçekte Tanrılık niteliklerini taşımayan bir şeye, tutarsız ve açıklama getirmeyecek şekilde ilahîlik atfederek şeyleri ve kişileri tanrısallaştırmakla sonuçlanırdı ya da lehte veya aleyhte görüş belirtmez ve çekimser kalırdı ki bu da açıklama getirmezdi.
Yahut kişi, iddia ettiği Tanrı’yı aşkınlıktan kurtarmak için daha önce varlığı bilinmeyen –çelişik, tutarsız, açıklama getirmeyen ve dolayısıyla aslında yine var olmayan- bir varlık türü ortaya koyabilir. Aşkın Tanrı inancına alternatif olarak –amaçlı veya amaçsız- ortaya koyulan varlık tasavvuru örnekleri tarihte mevcuttur fakat bu varlık türleri mâkuliyeti, kabul edilebilirliği, açıklama gücü, tutarlılığı ve hakikîliği bakımından değerlendirildiğinde oldukça zayıf kalmaktadır çünkü bu tasavvur ve kavramsallaştırmalarda ya maddeyi ve insanî olanın kaynağını yine maddî ve insani olana indirgemekle sorunun çözülebileceğini sanma yanılgısı vardır ya da aşkın dil kullanımını içkinleştirmeye çalışma ve dolayısıyla çelişki vardır. Ne yazık ki mümkün –var olması veya olmaması bir çelişki doğurmayan, varlığı da yokluğu da imkân dahilinde olan- varlıkların, varlığının kaynağının bizâtihi kendileri olmaları da tanımı çelişkili olan varlık tasavvurunun bilkuvve ve bilfiil varlığı da muhaldir.
2.Âlemdeki hiçbir şeye benzemeyen bir Tanrı hakkında bir şekilde konuşulabileceği iddia ediliyorsa, bu nasıl olabilir?
Birinci Öneri: Nedeni Sonuçları Yoluyla Konuşmak
Bu bakış açısında (Davies, 1993, pp. 20–23) , yarattığı şeylerdeki özellikleri Tanrı’ya atfederek yani Tanrı’nın nedenledikleri yoluyla Tanrı hakkında konuşma önerilir. Sonuçlar (effects-yaratılanlar) nedene atfedilerek (cause, Tanrı) Neden (cause) tanımlanır. Örneğin “Tanrı iyidir” yargısı iyi olan bir şeyin varlığı, “Tanrı bilgedir” yargısı da bilge olan bir varlığın niteliği yoluyla temellendirilir ve var olanın niteliği yoluyla Tanrı hakkında konuşulmuş olur. Fakat bu bakış açısı iki sorunu da beraberinde getirmektedir:
- Nedenlenen (effects-yaratılanlar) her zaman nedenleyen şey ile kelimenin tam anlamıyla benzer midir?
- Eğer benzer ise bu bir şeyin nedenlediği ile açıklanması sebebiyle saçma olmasını gerektirmez mi?
Davies birinci soruya hayır ve ikinci soruya da evet cevabı verilebileceğini söylemiştir.
Şimdi birinci öneriyi ve ona yapılan itirazı ele alalım:
Öncelikle belirtmek gerekir ki insan varlığı elbette dış dünyadan aldığı veri ve zihinsel tasavvur gücü dahilinde düşünebilecek ve bu dağarcık ile şeyler hakkında konuşabilecektir. Bu yönüyle Tanrı’yı yarattıklarının özellikleriyle nitelendirme görüşünde mâkul bir yön bulunsa da bu görüş esasen sorunludur.
Sorunlu oluşunun bir sebebi Tanrı’nın bizim gördüklerimiz, bildiklerimiz ve tasavvur gücümüzün ötesinde bir bilgi ve kudrete sahip olduğudur. Bu da O’nun bildiğimiz her nitelikten doğası itibarıyla daha fazlası olduğu ve bizim bu fazlalığın mâhiyetinden haberimizin olmadığı anlamına gelir. Yani Tanrı’yı yarattıklarının nitelikleriyle birebir aynılaştırarak tanımlamak saçma olmasının yanında indirgemeci bir yaklaşım da olacaktır ki bu hatalıdır.
Sorunlu oluşunun bir diğer sebebi de Tanrı’ya kötü niteliklerin atfedilememesidir. Tanımı gereği Tanrı mutlak iyi olduğu için kötü eylemleri nitelediğimiz kelimelerle –örneğin katil, câni, yalancı- Tanrı’yı niteleyemeyiz ama nedenleme yaklaşımını kullanırsak bunun önü açık olacaktır ki bu da hatalıdır.
Üçüncü sorunlu yön bu yöntemin benzerlik yoluyla Tanrı hakkında konuşmayı aşması ve bundan dolayı ona sorulan soruların da saçma olmasıdır. Öncelikle benzerliğin ne olduğunu iyi anlamak gerekir. Benzerlik (resemblance, being alike) demek aynılık (sameness, being identical) demek değildir. Benzerlik özü ayrı iki varlığı zorunlu kılar ama aynılık özsel olmalıdır. Sadece bu anlam farkını bilmek bile yöntemin kusurunu ve yönteme yöneltilen soruları sormayı gereksizleştirir çünkü yöntem ve sorular benzerlik üzerine değil aynılık üzerine kurulmuştur.
Buradaki benzememe meselesini biraz açarsak: Mümkün varlıklar ile zorunlu varlık arasında aşılmaz bir ontolojik statü farkının olduğunu göz önüne alacak olursak bu statü farkının onların doğalarının da farklı olmasını gerektirdiğini kabul etmek durumunda oluruz. Bu da bize Tanrı’nın kendisine varlık verdiği hiçbir şeye benzemeyeceğini gösterir (Nedenleme yönteminde ise varlık verenin varlık verdiği ile –aynılık anlamında- tanımlanabileceği iddia edilmektedir ki bu yanlıştır). Ama bu O’nun hakkında konuşamayacağımız anlamına gelir mi?
Tabii ki hayır. Elbette O’nun hakkında konuşabiliriz. Peki nasıl?
Örneğin “bilmek” niteliğini ele alalım. Bir insan bir şey hakkında toplayabildiği tüm veriyi toplar, onu doğrulamak için yöntemler geliştirir, kavramlar oluşturur, mantıksal olarak inceler ve o şeyin doğasına, sınırlarına, özelliklerine dair bir çerçeve çizecek derecede bir fikre zann-ı galip seviyesinde güvenene kadar bu devam eder. Sonra bunun üzerine tekrar tartışmalar yapılıp tekrar bir zann-ı galip arayışı içine girilebilir. İnsan bilgisi böyle bir şeydir, yani bir şeyi mutlak olarak bilemez fakat yargılarının doğruluğuna güvenecek derecede veriye sahip olabilir.
Öte yandan Tanrı’nın nasıl bildiğine bakalım; bilginin kaynağı olarak Tanrı her şeye varlığını veren olarak eşya hakkında kuşatıcı ve mutlak bilgiye sahip olan tek varlıktır. Bilgisi çıkarımsal da değildir. Yani onun bilgisi zanni bilgi de değildir. Bizim zann-ı galip ile doğruluk veya yanlışlığına güvendiğimiz yargıların doğruluğunu veya yanlışlığını o şüphesiz kesin olarak bilir.
Şimdi bizim bilgimiz ile Tanrı bilgisi arasındaki ilişkinin ne olduğu da ortaya çıkmış oldu. Biz, O’nun yarattıkları üzerinden sınırlı, mutlak olmayan, kuşatıcı olmayan ve çıkarımsal olan bir bilgiye sahipken O’nun bilgisi yarattıkları üzerinden olmayıp kendinden, sınırsız, mutlak, kuşatıcı ve doğrudandır. Bilme yöntemimiz, bilme kaynağımız, bilen varlığın mâhiyeti ve aradaki ilişkiler bakımından farklıyız. Tanrı yaratmış ve yarattıklarını yasa ile donatmıştır. Biz ise bu düzen içerisinde ürettiğimiz kavramlarla, ulaştığımız verilerle tutarlı yargılar ortaya koyup anlayabildiğimiz kadar anlamaya çalışıyoruz, uyumlu parçaları keşfederek üretiyoruz. Dolayısıyla, insanların “bilmek”, “bilen” “bilge” dediği ile Tanrı tanımlanmaz, ancak yukarıda anlatmaya gayret ettiğimiz gibi anlaşılabilir, üzerine konuşulabilir ve bir çerçeve çizmemize olanak sağlayabilir hâle gelir. Bu da Tanrı tasavvuru oluşturmamız için yeterlidir.
Önemli bir noktayı da unutmayalım ki bilgimizin zann-ı galip oluşu ve mutlak olmayışı asla ve asla nesnel bilgi üretemeyeceğimiz anlamına gelmez. Yargıda bulunamayacağımızı göstermez çünkü biz bu sınırlı alanda yine de hakikatin-gerçekliğin bizzat kendisiyle karşı karşıyayız. Sınırlı olmamız, bilgimizin mutlak olmaması hakikatle-gerçeklikle muhatap olmadığımızı göstermez. Tanrı’nın bilgisi bizden derin, kuşatıcı olsa da gerçekliğin bize görünen sınırlı yönü yine de gerçekliktir. Buna dair ileri sürdüğümüz zann-ı galip yargılar da nesnel olabilir.
Demek ki Tanrı yarattıklarının sıfatları ile tanımlanamasa da onlara benzemese de O’nun hakkında tıpkı bu kısa makalede yaptığımız gibi konuşabiliyoruz.
Reblogged this on Naltahûr.