Yazar: Mustafa Barış
Eğitimcilerden nasipliler bahtiyar. Dünyanın en şanslıları için bir araya gelmiş olmalılar. İhtiyacı karşılayan o kadar molaları, dostlukları vardır ki, derslerdeki akıcı, yer yer dolayımlı yer yer dolayımsız fakat illa ki esprili yüklemeleri, pürüzsüz ütopyadan bile güzel. “Ahir zaman ütopyası: Kusursuz görüntüler, zirveleri aşan “gururlu” insanlardır idoller!” Fakat kelimelerin üzüleceği, rakamların solacağı hatta magmanın “kudurabileceği”, buharından ne tren nostaljisinin ne de yaşamın kalacağı birtakım olasılıklar… Ahh o, o uykusuz geceler!
Onların parmakları, başları ve kalpleri hep dikkatli bir şekilde sağına, soluna utangaç biçimde bakınarak, görülmek istemeden, kitap sayfalarının üzerinde gezinirlermiş eskiden, dört mevsimde. Şimdi beş kıtada! Kendilerini en iyi ve rahat, iyi kurgulanmış ve yalın, hem de müteal olana yaklaştıran niteliklerin arz-ı endam ettiği eserlerde bulurlarmış. Yürek bu, erdemle dolmalı, parmak ise soğukta üşümemeli. Baş da bilgiyle kaim olmalı, değil mi? Savunmasız olabilecekleri zaman kaçırılırlar ya da kaçmak isterler diye korkar, okuyucusuz kalmak istemeyen kitaplar. Kitaplar en iyi arkadaş olduğu kadar, her kitap İbrahim gibi sadık dost ister! En büyük korkuları ne ıslık çalmak ne mezar taşı okumak ne de karanlıkta tırnak kesmektir. Kendiliğinden, usanıp, kaçmalarıdır. Saçma, ama kitaplar dışında, saçlarının içi, sakallarını sıvazlama dışında, ellerini nereye koyacağını bilemezler. Çoğu zaman düşünceli insan portresi çizen silüetin parçası olan elleri.
Memleketin nadide bir beldesini andırır, şehrin içinde. Zaman öğretirmiş. İzler kolay silinmezmiş. Şimdi, ihtiyar bir çiftin, iki çift nefes dinlencesi mesafelerinde alabildiğine güzellikleriyle kendini gösteren ağaçlarını kime borçlu olduklarını çok iyi bilir sakinler. Ağzı sulana sulana yedikleri meyvelerin duasını eksik etmez yeni nesil, ‘Red Kit Hasan’dan. Bilinmeyenleri de vardır Hasan’ın. Söz gelimi okumayı öğrenmesi için çocukların bulabilecekleri yerlere resimli romanlar bırakırmış eskiden. Gizlice. Birçokları okumayı böyle sökmüş, sevmiş beldesinde.
Değerlendirilirse böylesine, boş vakit denir mi, bilinmez! Mektebin çimleri üzerinde okudukları öykülerle nazari bilgileri dizgeleyebilen, romanlardan kaynak göstermeden üslup, derinlik ve usul kopyalayan, bilimsel makalelerden ise kuyruklu yalanları tespite yarayan bilinçler elde eden hınzır mı hınzır öğrencileri vardı. Sınırları çok iyi bildikleri için sınırlayan, göle yoğurt çalacak cesarette eğitimi göze alan, sınıfta özgür bir ruh estiren, öğrencinin ciğeri, kalbine, beynine ve gözüne ilim ve irfan ile ulaşmaya çabalayan yetili öğretmenler sayesinde bunlar mümkün olmuştur. Çoğu ağzında gümüş kaşıkla doğmamıştır. İpeklere sarılıp büyütülmemiştir. İğnesiz ortamlarda da yetişmemişlerdir. Batmışlardır, çıkmışlardır, gülmüşlerdir. Güldürmüşlerdir. Ama çokça dertlenmiştirler, sözüm ona “frapan”, “snob” ve “arrogant” diye adlandırılan görünümlerin altında. Çünkü yarayı görmek, çareyi bilmek acıtır, acıdır! Ve sloganların arkasına gizlenmeyecek kadar yürek ister kavramlarla tanışıp, mesafeleri aşmak. Kimisi, çoğu şeye geç kalmıştır, kimisine çok erken gitmiştir. Ama hepsi, “İyi ki oradaydık!” demiştir.
Haaa başlıktaki güzellikler mi? Allah sahiplerine bağışlasın 🙂 Elhamdülillah bize kalan;
“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat.” selam ile efendim, selam ile…
Aceleye getirilmemiş bir uslûp ile yazının zevki nerelere varmazdı ki