Yön-El-İm


Yazar: Yunus Emre Çiçek

Kemal Sayar’ın Başı Sınuklar İçin Kılavuz’unu okurken Yürekte Bukağı[1]: Affetmenin İmkân ve İmkânsızlığı başlığı altında altını çizdiğim bir söz dikkatimi çekti. Miguel de Unamuno’ya ait olduğu aktarılan söz şöyle:

“‘Rahip Zamarillo bana Nihil volitum quin praecognitum (önceden tanınmayan asla sevilmez) diye öğretmişti, ama ben karşıt sonuca vardım: Nihil cognitum quin praevolitum (önceden sevilmeyen asla tanınmaz). …’”

Bu yazıda, sözün yol açtığı tartışma alanından hareketle bilmek (tanımak), istemek ve sevmek arasında nasıl bir ilişki olabileceği irdelenecektir.

Temel sorularımız:

  1. Bilmek ve/veya sevmek mi önce gelir yoksa istemek mi?  Yani, bir şeyi isteyen o şeyi bildiği ve/veya sevdiği için mi istemektedir yoksa o şeyi bir şekilde istediği için mi bilmeye ve/veya sevmeye çalışmaktadır? 
  2. Bilmek ve/veya istemek mi önce gelir yoksa sevmek mi? Yani, bir şeyi öncesinde sevdiğimiz için mi isteriz ve/veya bilmeye çalışırız yoksa bir şekilde istediğimiz ve/veya bildiğimiz için mi severiz onu?

Öncelikle belirtmek gerekir ki istemek, istenilen şeyi tam ve kesin olarak bilmeyi ve sevmeyi gerektirmez. Örneğin susadığımızda su içeriz ama suyu tam ve kesin olarak bildiğimizi veya sevdiğimizi iddia edebilir miyiz? Üşüdüğümüzde sıcağı ve sıcaktan bunaldığımızda soğuğu isteriz ama bu ne sıcağı ne de soğuğu tam olarak bildiğimizi ve sevdiğimizi gösterir. Tam olarak bilmesek bile su, sıcak ve soğuk gibi istenen şeylerle ilgili hiçbir şey bilmediğimiz de söylenemez. Soğuğu istemek için en azından soğuk, sıcak ve bizdeki etkileri hakkında bir şeyler bilmek gereklidir. Buradan anlaşılan odur ki istemek için belirli düzeyde istenen şey hakkında bazı şeyleri bilmek gerekir ama bunlar, o şeyi istemek için yeterli sebebi oluşturmaz. Yine üşürken sıcağı istemek, sıcaklığa karşı sevgi beslememizi de gerektirmez.

Bu konuda istemeyi ne anlamda anladığımız da oldukça önemlidir. Acaba biz bir şeyi bilmek mi istiyoruz? Bir şeye sahip olmak mı istiyoruz? Bir şeyi üretmek mi istiyoruz? Bu sorulardan epeyce sormak mümkün. Yine de ne türden durumlar düşünülürse düşünülsün “Neden istiyoruz? Neden o şekilde istiyoruz? Neden onu istiyoruz? …” sorularının tatmin edici bir açıklaması için bilmek her durumda gereklidir ama yeterli değildir. Aynı şey sevmek için söylenemeyebilir çünkü sevmek için önce sevilen hakkında ve seven hakkında bilgi sahibi olmak gerekir ki bilginin yeterli sebebi sunmadığına değinmiştik.

Söz konusu insan ilişkileri olduğunda istemeyi “tanımak istemek” olarak alabiliriz. Peki, biz birini neden tanımak isteriz? X kişisi hakkında bizi tatmin edecek derece bilgi sahibi olduğumuz için tanımak ister miyiz? Durum böyle olsaydı gerçekten çok saçma bir durum olurdu. X kişisi hakkında önsel bazı duyumlarımız, yargılarımız, güçlü gözlemlerimiz olsa da biz nihayetinde X kişisi hakkında tatmin edici derecede bilgi sahibi olmamalıyız ki onu tanımak isteyelim. Ona dair bilgimizin çok az olması ama bu az olan bilginin bizi o kişiyi tanımaya sevk etmeye yetecek merak duygusunu uyandıracak kadar da yeterli olması gerekir. Yine X kişisini tanımak için onu sevmek de gerekli değildir, ona dair bazı yüzeysel nitelikleri sevmek de merak duygusunu ve dolayısıyla onu tanımak isteme iradesini tetiklemeye yetebilir.

Burada bahsedilen bilmenin ne demek olduğunu iyice anlamak için şunu ayırt etmek gerekir: Bir şey hakkında bir şey/ler bilmek bir şeydir ama o şeyi bilmeniz başka bir şeydir.

Ayrıca, biz hakkında hiç bilgi sahibi olmadığımız şeyler hususunda da bilmek ihtiyacı hissedebilen varlıklarız. Sokakta yürürken normalde sokakta olmaması gereken ve şekli normalde rastlanan şeyler dışında bir cisme rastlarsak eğer, “Bunu buraya kim koymuş? Nereden gelmiş? Bu nedir?” gibi sorular sorarız kendimize. Yahut, hiç tarlasından çıkmamış bir rençberi bir teknoloji müzesine götürürseniz hayatında hiç görmediği şeyleri hayretle incelediğini görebilirsiniz. Yahut hiç labratuvarından çıkmamış bir bilim adamını bir bahçeye götürür ve budama ve aşılama işlemlerini yapan birini gösterirseniz, bu işlemlerin faydasını bilmeyeceği için merak edip doğal olarak size bu işlemlerin neye yaradığını soracaktır. Burada mesele ne bilim adamının ağacı bilmemesi ne de rençberin teknolojiden hiçbir şey anlamadığıdır, mesele hakkında hiçbir bilgiye daha önce rastlamadığı veya ilgilenmediği bir konuyu anlamak ve bilmek isteyen bir kişinin olduğudur.

Biz, saf meraktan kaynaklanan bilmek isteme eğilimine sahip varlıklarız fakat çoğu durumda mesele sadece saf merak etme değildir ve bu merak sevgiden de kaynaklanmaz. İnsanın benlik algısı oluşmadan önce –yani benlik farkındalığı ile hareket etmeden önce- belirli bir bilgi, ilgi ve deneyim altyapısı oluşur. Bu birikim benlik algısı oluştuktan sonra daha da gelişir. Tüm bu birikim dinamik bir şekilde gerçekleşmekte ve gelişmekte olan insanın arayışı, merakı, ilgisi ve kendi niteliklerinin bir sonucudur. Bu birikim neyi isteyeceğimizi, neyi seveceğimizi ve neyi bilmek isteyeceğimizi belirleyen bir parça hâline gelir. Bu da insana içinde hareket edeceği bir alanın çerçevesini çizer.

Eğer insanda, ne sevgi bilgiye ne de bilgi sevgiye zorunlu olarak öncelenemiyorsa, isteme kendi başına gerçekleşmiyorsa ve isteme için insanda bunları önceleyen bir şeyin veya bazı şeylerin varlığı zorunluysa –çünkü aksi hâli bir açıklama getirmez- bu/bunlar ne/lerdir?

Bu soruya herkes kendi içinde bir cevap üretebilir elbette ama burada kendi ulaştığım ve bana tatmin edici gelen cevabı vereceğim. Benim açımdan bilmek, istemek ve sevmeye zemin oluşturacak bir öz ve bu öze ait 4 nitelik vardır. Bu beş temel şeyde birinci, ikinci, üçüncü ve beşinci maddeler bilmeyi önceliyor ve dördüncü madde de bilgi ve sevgiyi içeriyor görünmektedir. Hâl böyleyken sadece bilgiyi ve sadece sevgiyi ne birbirlerine ne de istemeye öncelemek doğru olmazken bilginin ve sevginin payının istemeye ve bilmenin sevmeye göre daha büyük bir paya sahip olduğunu söylemek doğru olmalıdır.

Öz: Her insanın kendine özgü sahip olduğu yegane şey yani benlik kumaşı.

Birinci Özellik; Bilme işlemini kendisiyle yapacağımız bir zihin. Özümüzü fark etmemizi sağlayan (reflective thought), âlemi bilmeyi sağlayan yeti.

İkinci Özellik; herkesi bir arayışa sevk eden eksik olmaklık (insandan insana ortak olan ve her insanın kendine özgü olan eksikleri var görünmektedir).

Üçüncü Özellik; bu arayışta insanın deniz feneri olma niteliği taşıyan iyi-kötüyü, güzel-çirkini ve doğru-yanlışı ayırt etmeye yarayan sezgisel bilgi ile iyiyi, güzeli, doğruyu sevme ve aksinden rahatsız olma, sevmeme yetisi.

Dördüncü Özellik; irade etme yani seçim yapma yetisi (Özgürlük).

Bu benlik kumaşı belirlenmiş (dertermined) yani kalitesi kişiden kişiye değişen baştan belli bir şey değildir. Benlik kumaşının her insanda en üst seviye kaliteye ulaşabilecek potansiyelde var olduğunu düşünmek adalete uygundur. Bu potansiyelin gerçekleşmesinde irade gücü çok kıymetlidir. Bu iradeyi doğru işletmek için insanda doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü, çirkin ve güzeli ayıt etmeye yarayan sezgisel bilgi yeteneği vardır. Bunu sonradan edinilen bilgi daha üst seviyelere taşıyor görünmektedir. Herkeste doğuştan gelen doğru, iyi ve güzeli sevme yetisi de doğaldır ama bu sevginin her şeyi öncelediğini göstermez. Bizde iyi, doğru ve güzeli sevme yetisini önceleyen şeyi arayacak olursak onu kendi içimizde bulamayız. O, aşkın Yaratıcı’nın iyiliğidir. Fakat aşkın olanı değil de âlemin sınırlarında düşündüğümüzde insanda istemeyi, bilmeyi, sevmeyi önceleyen şeyler yukarıdaki gibidir. Son olarak da denilebilir ki eksiklik istisnasızdır çünkü tam olmak için önce eksik olmak gerekir.

Görsel Kaynağı: Michel Zeno Diemer, The Ahırkapı Lighthouse


[1] TDK’ya göre: Ağır cezalıların ayaklarına takılıp ucuna pranga bağlanan demir halka.

One comment

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s