Yazar: Hadi Ensar Ceylan
Özbekistan’a dair izlenimlerimi aktaracağım bu son yazıda günlük hayatından yeme içme kültürüne, tarihinden mimarisine kadar farklı alanlardaki notlarımı derledim.
Günlük Hayat
Önceki yazılarımda ülkenin temelde iki ana bölgeye ayrıldığını belirtmiştim. Taşkent’ten başlamak üzere batıya doğru uzanan Semerkant, Buhara ve Hive hattı bir bölgeyi; Taşkent’in doğusunda kalan Fergana vadisi ise ayrı bir bölgeyi temsil ediyor. Bu iki bölge arasında günlük hayata yansıyan önemli farklardan biri dindarlığın dışavurumu. Örneğin batı bölgelerinde ezan hoparlörden değil, çıplak sesle okunurken, doğuda hoparlör kullanılıyor. Yine doğuda kadınların çoğu mütesettir durumdayken, batıda neredeyse bunun tam aksi.
Ülkenin baskıcı Sovyet rejiminin etkisini hissettiren bazı özellikleri halen günlük hayatta canlı. Örneğin her yerde Chevrolet marka arabalar var. Tek tip denebilecek şekilde. Bunun, ülkede yer alan otomotiv fabrikaları ve devletin yerli üretimi desteklemesi ile ilgisi çok büyük olsa da sonuçta çeşitliliğini engelleyen bir durum var. Yolculuk yaparken bazı yerlerde fotoğraf çekme yasağı ile karşılaşıyorsunuz. Hatta bir yerde çevirme vardı ve bizim de cep telefonumuzdaki bazı görüntüleri silmemizi istediler. Yine bir yolculuk esnasında arabayı kenara çekip 5 dakika dinlenmenin mecburi olduğu bir uygulama ile karşılaştık. İlginç bir tecrübeydi.
Seyahat demişken özellikle şehirlerarası yolların berbat durumda olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Hatta bazı şehirlerde ana caddelerden tali yollara geçtiğiniz anda dahi aynı durumu yaşıyorsunuz. Yol konusunda alınacak çok mesafe var.
Restoranlarda, evlerin avlularında kullanılan ve tapcan adı verilen oturma yerleri çok yaygın. Bunları yerden bir kol boyu yükseklikte ahşap divanlar olarak düşünebilirsiniz. Üzerine geniş minderler konuyor ve tabiri caizse boylu boyunca uzanabiliyorsunuz.

Cami cemaatine katılımın fazla olması dikkat çekiciydi. Takkesiz namaz kılana nadir rastlıyorsunuz. Mahalle camilerindeki imamların kıraatleri zayıf olsa da selatin camisi denebilecek büyük olanlarında gerçekten işinin ehli hocalar görev yapıyorlar.
Dua okumak çok yaygın bir adet. Yemeklerin sonunda, misafir uğurlarken, bir türbenin önünden geçerken muhakkak kısa da olsa eller açılıp bir dua ediliyor. Yine küçükten büyüğe herkesin esselamu aleyküm deyip selam vermesi çok hoş.
İstirahat bağı dedikleri büyük bahçeler nefes almak için ideal. Birçok şehirde büyük parklarla karşılaşıyorsunuz ve insanlar için bunlar günlük hayatın önemli bir parçası.
Günlük alışverişin yapıldığı yerler dihkan pazarı adlı büyük çarşılar. Etinden sebzesine, mutfak malzemelerinden giyim kuşamına kadar her alanda malzemeyi bu pazarlarda bulabiliyorsunuz. Bunun iyi bir örneği Taşkent’teki Çarsu dedikleri yer. Muhakkak görülecek yerlerden birisi.
Erkeklerin kıyafetindeki ayırıcı özellik, kendilerine özgü kare şeklindeki takke. Kadınların kıyafetindeki ayırıcı özellik ise ebru sanatının iptidai versiyonu diyebileceğimiz bir süsleme tarzının kullanıldığı iki parçalı elbise. Bu ebru meselesini orada tecrübe etmek gerçekten iyi oldu. Çünkü İstanbul’da geliştirilen ebru sanatının kökenlerinin burada olduğunun somut bir kanıtı oldu benim için.
Yeme İçme Kültürü
Ekmek için, bizim dilimize de nankör tabiri vesilesiyle geçmiş olan Farsça nan kelimesini kullanıyorlar. Bu ekmekler tandırlarda pişiriliyor. Halen tandır kültürü çok yaygın. Hatta tandırlarda pişirilen samsa adlı börek, hem kahvaltılık hem gün içinde atıştırmalık olarak yaygın tüketiliyor. Patates anlamına gelen kartoçkalı olanı bilhassa tavsiye ederim. Ekmeğin Fergana vadisindeki versiyonu ise patır. Bunları kendilerine has bir süsleme aparatı ile tasarlayarak satıyorlar. Görüntüsü bile “gelin bizi yiyin” diyor.

Et terbiyesinde becerikli olduklarını söyleyebilirim. Bizdeki şiş kebaba karşılık gelen şaşlık adlı yemekte kuzuyu tercih edebilirsiniz. Küçükbaş eti için koy goştu, büyükbaş eti için mal goştu tabirini kullanıyorlar.
Aş kelimesinin yalın kullanımı yöreye özgü pilava delalet ediyor. Yöreye özgü diyorum, çünkü Özbek pilavı tabirinin, sanki pilav Özbeklere mahsusmuş gibi bir anlamı oluyor. Oysa aynı pilav, yine Fergana vadisi içinde yer alan Kırgız şehri Oş’ta da, yukarıda Kazaklarda da yapılıyor. Dolayısıyla iç malzemesi bol ve çeşitli olan bu pilavın Orta Asya’ya özgü olduğu söylenebilir. Hemen her şehrin kendine göre bir pilav yapımı var. Biz en çok Buhara pilavını beğendik. Taşkent’te standart bir pilav yemek için Beş Qazan adlı restorana gidebilirsiniz. Tercihe göre pilava haşlanmış bıldırcın yumurtası, at eti ve kızartılmış kuşbaşı yağ ekleyebiliyorsunuz.
At etinin Türkiye’de harammış gibi bir algıya sahip olduğunu biliyoruz. Bu aslında İmam Ebu Hanife’ye göre doğru. Onun fetvasına göre at eti tahrimen, yani harama yakın mekruhtur. Ancak iki öğrencisi İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre at eti helaldir. Orta Asya’da muhtemelen ikinci fetva esas alınmış olmalı ki yaygın şekilde at tüketiliyor. Özbekistan’da “kazı” adıyla pilavın yanında bir garnitür gibi sunulan at eti, Kazak kültüründe daha sulu bir yemeğe dönüşmüş: beşparmak. İkisi de tavsiye olunur.
Yemek alternatiflerinden birisi de nohaş. Nohaş bir çeşit etli nohut yemeği. Oldukça güzel yapıyorlar. Hatta yeri gelmişken belirteyim, iç malzemeli pilav ve nohut yemeği kültürünün Anadolu’ya geldiğini de söyleyebiliriz. Zira örneğin benim memleketim olan Beypazarı’nda hem bu pilavın daha basit bir hali olan göveç hem de nohut yemeği oldukça yaygındır. Yöre halkının Orta Asya’dan geldiğine delil olarak bile kullanılabilir.

Çorba dediğinizde, size haşlama getiriyorlar. Bol sulu, içinde tercihe göre koy goştu ya da mal goştu olan patatesli, havuçlu bir çorba.
Yemekleri bitirmeden Harezm bölgesi olan Hive’de yediğimiz gamburg’u söylemeden geçemeyeceğim. Oldukça yağlı bir döneri, bizim bazlamaya benzer bir ekmek arasında servis ediyorlar ki yazmak ya da okumak bile ağzı sulandırıyor.
Bir aşhana veya çayhanaya gittiğinizde –ki bunlar bizdeki restoran/lokantayı karşılıyor- önce size kök çay getiriyorlar. Bazen de “kök çay mı, kara çay mı” diye size soruyorlar. Kök çay, yeşil çayı, kara çay da bizim bildiğimiz çayı ifade ediyor. Yaygın olarak kök çay tüketiliyor. Yağlı yediklerinden sindirime yardımcı olduğunu söylüyorlar. Bu çayları, porselen demlik ve kâselerde servis ediyorlar. Bizde yaygın olduğu şekliyle bardakta çay içme âdeti yok. Porselen demişken söylemeli, yöreye özgü süsleme sanatı olarak porselen tezyinatı çok yaygın. Özellikle Fergana vadisinde yer alan Riştan şehri bu işin merkezi.
Yine içecek olarak kompostu dile getirmesem olmaz. Ülkede üzüm başta olmak üzere çeşit çeşit meyve yetiştirildiğinden her aşhanada/çayhanada kompost bulabiliyorsunuz. Yemeğin yanında buz gibi iyi gidiyor.
Yeme içme demişken meyvelerini de anmalıyız. Kavun, üzüm ve nar gittiğimiz mevsimin favorileri idi. Özellikle kavunun çok çeşidi var ve her biri ayrı güzel. Çekirdeksiz siyah üzüm, yöreye özgü ve şahane. Kurutulmuş halini hediyelik olarak getirmek çok mantıklı oluyor.
Kurutma sadece meyveye özgü değil. Kurut dedikleri bir çeşit yoğurt kurusunu leblebi ya da ceviz büyüklüğünde çarşı pazarda yaygın olarak satıyorlar. Bir benzerini bizde Bolu yöresinde de görmüştüm.
Tarih
Hive kentinde yer alan tarihi yapılarda görülen süsleme zenginliği, bir zamanlar Hive hanlığının ne kadar büyük bir güce sahip olduğunu gösteriyor. Muhammed Rahim Han, Allahkulu Han ve Muhammed Emin Bahadır Han gibi isimler bu hanlığın tarihinde öne çıkan isimler.

Rusların Sovyet rejimi zamanında zulmü çok olduğu gibi ilginç şekilde tarih açısından katkısı da bol olmuş. Örneğin tarihi yapıların çoğu, Sovyet zamanında restore edilmiş. Yine Sovyet katkısı anlamında şehirlerin imarı, bayındırlık yatırımları dikkat çekici. Mesela ülkenin dört bir yanı tren rayları ile donatılmış. Taşkent’in, aynı zamanda turistik ziyaret yeri olan meşhur metrosu Sovyet zamanından kalma.

Aynı Ruslar, maalesef istiklal mücadelesine çok sert müdahale etmiş. Özellikle Fergana’da yer alan Hokand şehrinde başlayan istiklal hareketinde birçok Özbek’i şehit etmişler. Ermeni Taşnaklar da bu zulümde Rusların yanında yer almışlar. Bir ara Enver Paşa’nın liderlik ettiği ve Basmacılar hareketi olarak anılan bu mücadele başarıya ulaşır gibi olduysa da sonunda onun da şehit edilmesiyle hareket peyder pey inkıraza uğramış.
Mimari
Ülkede Sovyet mimarisinin yaygın olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Evler bitişik düzen, aynı ölçülerde. Tek katlı olanlar aynı mimaride ip gibi dizilirken, çok katlı olanlar ise yan yana kutular misali birbiriyle mütenasip. Uzaktan bakıldığında ayırt edici hiçbir vasıfları yok. Bazı çok katlı binaların dış cephelerine yapılan mozaik resimler nispeten bir hareketliliğe neden oluyor. Ev dışındaki yapıların da kendi karakterlerini gösteren özellikleri dışavurmuyor. Örneğin restoranın restoran olduğunu anlamanız oldukça zor. Nukus kentinde gittiğimiz, standartların epey üstünde bir cafenin durumu bu açıdan ilginçti. Dışarıdan cafe olduğunu gösteren hiçbir tabela yoktu. Girişi de neredeyse bir depo kapısını andırıyordu.
Yöreye özgü yapı malzemesi olarak tuğla öne çıkıyor. Birçok resmi ve sivil binada açık kahverenkli tuğlalar, boyaya ihtiyaç duymadan, simetrik görüntüsü ile kullanılıyor. Hatta aynı tuğla malzemesini Harezm bölgesindeki mezarlıklarda mezarların üzerine yapılan türbelerde de gördük. İlginç şekilde sıradan insanların mezarlarının üstünü dahi türbe gibi kapama âdeti var. Yeri gelmişken yine mezarlıklarda kabir taşı üzerine vefat eden kişinin resmini koyduklarını da belirteyim.
Özellikle camilerin son cemaat yeri dediğimiz dış avluya bakan bölümlerinde ahşap süsleme sanatını uyguladıkları dev sütunlar çok etkileyici. Yerel bir rehberden öğrendiğimiz kadarıyla bu ahşap malzeme, gücüm ağacı dedikleri bir ağaçtan elde ediliyormuş. Yine camilerdeki ahşap tavanların kalem işi diyebileceğimiz süslemeleri de ayrı güzel. Rengarenk boyaların kullanıldığı bu tavanlar insanı hipnotize edecek cinsten.

Tarım
Ekimi yapılan esas ürün pamuk. Maveraünnehir tabirindeki nehrin yereldeki karşılığı olan Amuderya’yı su kanalları ile bütün bir coğrafyaya ulaştırıp her yerde pamuk ekimi yapıyorlar. Hatta bu işi zamanında o kadar abartmışlar ki vahşi sulama ile Aral Denizi’ni kurutmuşlar.
Cennetten bir köşe denebilecek Fergana vadisinde ise ürün olarak meyve hâkim. Özellikle üzüm bağları her tarafta. Yine yaygın bir tür olarak elma dikkat çekici.

Coğrafya
Ülkenin batı bölgesi çoğunlukla çölü andırıyor. Uçsuz bucaksız düzlükler içinde yol alıyorsunuz. Bu kupkuru atmosferde hemîşebahar adlı bir bitki sizi büyülüyor. Yeşilden mora doğru, etkileyici bir renk geçişine sahip olan bu bitki, dört mevsim aynı canlılığı muhafaza ettiğinden kendisine hemîşebahar denmiş.
En az hemîşebahar kadar etkileyici bir manzara Fergana vadisindeki kavak ağaçları idi. Vadinin her tarafına yayılmış, sıra sıra kavak ağaçları rüzgârda o kadar güzel salınıyorlardı ki kavak yelleri tabirini esasen onları görünce anladım.
Dil
Özbeklerin dili, bizim Türkçemize oldukça yakın. Anlaşmakta hiç zorlanmıyorsunuz. Hele Harezm bölgesindeki dil, bize daha bir yakın. Fergana ise Farsça etkisinde daha fazla kalmış. Bazı hoş tabirleri aktarmak isterim. Hak yol ya da ak yol tabirini güle güle anlamında kullanıyorlar. Hane son ekini yaygın şekilde kullanıyorlar: namazhane, hacethane, taharethane gibi. Eve uy diyorlar. Bizdeki uyumak fiili buradan geliyor. Yarın için ise erte kullanılıyor. Sipariş yerine buyurtma diyorlar ki epey hoşuma gitmişti. Hoca için okutucu, okul için mektep diyorlar. Nerede yerine gayerde, hoş geldiniz yerine hoş gelipsiz, iyi misiniz yerine yahşi misiz, kaç para yerine neçe pul kullanılıyor. İlginç bir kullanım olarak “anladım” yerine “düşündüm” diyorsunuz. “Seferleriniz bi-hatar bolsın” duasını ise seyahatimiz esnasında çok işittik.
Özbekistan’ın matbuat dışında Kiril alfabesinden kurtulmuş olması, yazılanları anlamak bakımından da oldukça yardımcı oluyor. Örneğin Kırgızistan’da halen tabelalar Kiril alfabesi ile yazıldığından farkı orayı görünce anlayabiliyorsunuz.