FAİL


Yazar: Sümeyra Çelik

1968’de Paris Otomobil Fuarı’nda vizyona çıkan serinin dördüncü kuşağı olan metal atını; Toros’unu yol kenarına çekip, hantal camını indirdi. Manidar ki Toros yolundaydı ve Toros’lu Yollar’ı dinliyordu. Bu kulağa coğrafi bir ritüel gibi gelebilir ama değildi. Tarumar olan fiziğe inat, zihindeki ideanın mükemmelliğini sürdürmek adına yapılan seçimlerdi. Gözün sarmalayıp, algıladığını kabullenemeyen yürek için aklın çevirdiği bir tür oyundu. Torpidodan bir şişe su aldı. İştahla iki nefeste dibini görüp, araziye attıktan sonra plastik olduğunu fark etti. Faydayı sağlayıp, hazza ulaştıktan sonra yani. Gözü, insanın ilmek ilmek işlediği suçların bedeli olan felaketlerle kelleşmiş ormana kaydı usulca. Şişe ve orman arasında kaldı. Gözünü kaçırmaya çalışırken dikiz aynasında kendisiyle göz göze geldi. Fail.

Şekerleme için arka koltuğa yerleşti. Yüzünün sağ tarafına vuran güneş ve rahatsız koltuklara rağmen uykuya bıraktı kendini. Fazla bırakmış olacak ki bir rüyanın içine bile düştü. Ezilen çakıl taşlarının sesiyle uyandı. Esmer yüzlü, yaban keçisi gözlü, cinsiyetini çözümleyemediği biri aksayarak ona yaklaşıyordu. Bakışlarından bedbin olduğu hissine kapıldı. Tanıdık geliyordu ama yabancıydı. Yaklaştıkça uzaklaşıyor gibiydi. Ağzını açıp seslense kim olduğunu bilebileceği ilhamı doğdu içine. Buna kulak verip seslendi aksamaya devam eden insana. Dudaklarını akışa bıraktı ve çıkan hitap şuydu;

-Söz!?

Söz mü? İçimde kıpırdarken zihnimle susturup, dudaklarımla öldürdüğüm söz mü? Kulaklarımla kapı dışarı ettiğim mi? Şaşkınlığımla nabzım yükselmiş, dimağım kurumuştu. Kirpiklerim çırpınıyordu beni inandırmak için. Karşımda biçim bulan söz, tek nefeste önümde bitiverdi. Sonra içimde bir süre koştu, döndü ve yanıma geldi, sırtımı sıvazlayıp, gözlerime baktı. Küllü topraklara bulanmış ayakları, is kokulu saçları, bir tür savaştan çıktığının habercisiydi. Manavgat’ın Aspendos’unun agorasında soluklandığı, bazilikasında kestirdiği, suyolundan geçtiği her halinden belliydi. Gözleri yüzyılın kederini yüklenememiş, yaşarmıştı. Yaşlar asit yağmuru gibi dökülüyordu yanaklarına belli ki. Acısı dudaklarından okunuyordu. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu. Anlamayacağımı düşünmüş olacak ki sustu. Mevsimlerdir kainatın sancısını anlatamadığı bir cinse hangi söz işlerdi?

Elim bilinçsizce cebimdeki telefona uzandı. Bu anı kaydetmeliydim. Terli parmak izimi okutmaya çalışırken bir esinti hissetim. Karşımda yoktu söz, artık bir fenomen değil numendi. Görünmez ve işitilirdi ve şöyle dedi:

Beni keşfetmek yerine teşhire koştuğun için tüm bunlar.

Sonra sustu. İnsanlığa olan tüm kırgınlığını bana bırakıp gitti. Vicdanımla polemiğe girdim kıran kırana. Toros’uma bindim ve yirmi altıma girdim. Karşımda kavrulmuş orman, havada kalan sözle artık patolojik mertebeye ulaşmıştım.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s