Yorumlu/yorum II Veya Paradoks, Matematik, Felsefe, Din! Rabbim İlle de Merhamet!


Yazar: Mustafa Barış

Birey-Allah ilişkisinin ancak yeganeliği makuldür. Her bireyin Tanrı’sıyla kurduğu ilişki biriciktir. Elbette bu vakıa mezhepleşmenin, ekolleşmenin tümden reddi anlamına gelmez. Ayrıca birey sayısı kadar tanrının varlığını da gerektirmez. İfade edilen nokta inananın, ilmi, geleneği, yetileri gibi değişkenlerin insan teklerinin dünyayı ve Tanrı’yı anlamakta ve anlamlandırmakta farklılıklar gösterebileceğidir. İnsanları tekdüzeleştirmeden, farklılıklarıyla kabul İslam dininin en önemli yorumlarındandır.

İslam’ın bireyden beklediği, inandığı değerleri toplumsal düzlemde de temellendirebildiği bir zihni varoluşa sahip olmasıdır. İnanmayanın da neye, niçin inanmadığını gerekçelendirmesinin ussallığı, zorlama olmadan, beklenir. Dinde zorlama olmaz. İnsanlar inançlarını açıklamaya da zorlanamaz. Bu, ayrı bir yazı konusudur. İlerlemeci ilim; mesele ve sorunun ifadesi ve bunun üzerine görüş farklılıklarının hayat bulmasıyla gerçekleşir. Tedavi süreçleri de doğru içtihatların geliştirilmesiyle mümkündür.

Onca iş, güç, uğraşı arasında kim, nerede dini anlayacak ve eğitimini nasıl alacaktır? 60 sene önce yazılanı sadeleştirerek okuyabilen nesil, 1400 küsur yıllık Arapça ve Farsça yoğun bu mirası nasıl içselleştirecektir? İlkokuldan sonrasına güç yetiremeyenler de bu dini anlama yükünden nasiplenmeliyse Ey garip, “Bu işin olur tarafı nasıldır?” sorusunu da cevaplamak gerekmektedir.

Anladım ki; din, sadece Kur’an ve ibadetler üzerinden Allah ile etkin bir varoluş düzleminde olmak değil, spordan, siyasete, müzikten, felsefe, psikoloji vb. hayatın tüm alanlarına “aldırmaktır.” Onların farkında yaşamaktır. Sadece dini anlamak bu kadar zor iken, sanat, spor, felsefe, tarih vb. konular ile dinin ilişkisini kurmak da nerden çıktı, derseniz, doğru yerdesiniz! Bu bağlamda size bir teklifim olacak, ister inanın ister inanmayın! Ama teorinin ikna ediciliğini tartışalım? Amacımız “yapılması gereken işin yarısını yapmayı” önerecek bir teoriyi bulmak ve pratiğinin olasılığı üzerine egzersiz yapmaktır. Çok çalışmak değil, etkili çalışmak! Bir “delinin” kapitalizm eleştirisi mi acaba? Yarış çağında tembellik üretecek, saçma! Bunlar bir kenara! Eğer teoriyi bulup, yapılabilirliğini başarırsak elde ettiğimiz “boş zamanı” da dini anlamaya hasredeceğiz. Bu mesele için biraz felsefe tarihi ve felsefe problemleri bilgisi, biraz Kelam tarihi ve kavramları bilgileri, biraz da –şahsen Prof. Ali Nesin’in internet derslerinden yararlandığım- matematik bilgisine ihtiyaç vardır.

Ecel; “Allah tarafından her canlı için takdir edilen yaşama süresi ve bu sürenin sonu olan ölüm vakti” demektir. Hiçbir dış müdahalenin olmadığı hayatın sona ermesi “ecel-i müsemma”, bir kaza veya öldürülme şeklinde son bulmak ise “ecel-i kazadır.”[1] Kur’an’da yalnız insanın değil, ayın, güneşin vb. varlıkların bir sürenin belirlenimi içinde hayat bulacakları belirtilmiştir. Kısa ve net tanımı; bir şey için belirlenmiş süredir. Aynı kökten türeyen “müeccel”; zamana bırakılan borç anlamındadır. Eceli yaklaşmakla ölümü yaklaşmak aynı anlamdadır. Yani yaşlılık sınırıdır.[2] “A-m-r”; bayındır olmak, harap olmanın yani bozulmanın zıttı anlamına gelir. Toprağı işlemek anlamına gelir. Diğer yandan bedenin hayatla bayındır kaldığı sürenin adıdır. “Beka” Yüce Allah için kullanılırken, insan için “Tâ-le” yani “ömrü uzadı” fiili kullanılır. Beka, ‘fena’nın zıddıdır. ‘Beka’nın ‘ömür’den olan üstünlüğünden dolayı Yüce Allah onunla nitelendirilmiştir.[3] Ortalama ömür süresinin gelişmemiş ülkelerde, gelişmiş ülkelere göre daha kısa olması, ömrün uzayıp kısalabildiğini gösterir. İnsan cinsinin eceli bellidir. Bireylerin ömrü ise cinsin eceli içerisinde başta bireyler olmak üzere başka etkenler tarafından belirlenmektedir.[4]

A’dan hareket eden fert, 0.5 noktasına ardından 0.75 noktasına ulaşsa bile asla B noktasına ulaşamayacaktır. Zira kalan mesafenin sonsuz defa yarıya bölünmesiyle B hep ulaşılmaz olacaktır. (n=1, n=2, n=3…) olmak üzere, A’dan, yolun sırasıyla

kadarının aşılmasıyla B değerine yaklaşıldığını varsayalım. (B) noktasına yaklaşım her defasında ½, ¼, 1/8, 1/16… oranında gerçekleşecektir. (B)’ye sonsuz sayıdaki bölünmelerle yaklaşılacaktır. Fakat ulaşamayacaktır. [A-B] mesafesi insanın ecelini simgelediğinde B durağı; insan cinsinin yaşayabileceği en uzun süreyi işaret eder. Doğal olarak “[A-B] mesafesi” içinde bir yerlerde insana ölüm gelecektir ve ömür tamamlanacaktır. Eğer hayat doğru ve erdemli yaşanıyor ise, (B)’ye ne kadar yaklaşıldığına bakılmaksızın, [A-B] arasındaki bir yerde olan yaşam süresi “niteliksel oran” doğrultusunda Yüce Yaratıcı tarafından takdir edilecektir. Bireylerin niceliksel zaman ve niteliksel doğru–değer eylemleri oranları doğrultusunda dünya imtihanından başarılı çıkma şansları olacaktır.

Grafikteki sonsuz bölünmelerle fakat farklı zamanlarda (B)’ye doğru yol alma incelendiğinde, Tanrı’nın ister “Akhilleus” kadar hızlı olanlara ister kaplumbağa kadar yavaş olanlara da dünyadan aynı ecri alabilme olanağını verdiğini okumak mümkündür. İnsanlar Allah’ın “adl” isminin tecellisini yeryüzünde canlandırabilir. Zaten “adalet” de, Tanrı’nın yardımı ve insanların “onu tutup kaldırması”, “yeryüzünü imar etmesi” ile hayat bulacaktır. Bu olanak vardır ve vakıa bütün farklılıkları fark ettirip beraberinde fırsat eşitliği olan bir dünyanın yaratılması sorumluluğunu insanlığa yüklüyor.

Şekildeki “[A-B] aralığı” gerçekliği, “arada sonsuz bölünmelerin olduğu ve fakat sınırlı zamanda geçilmesi gereken yol” anlamında bir denge ve eşitlik vardır. Bu, herkesin ömrünün farklılığı ama o ömürden elde edilen kaliteli zaman mefhumunun herkes için de farklı ama var olduğu anlamına gelir.

“Hep kalan yolun yarısının gidilmesi” gerçekliğiyle insan neyi elde edebilir? Bu metot insanlığı, ahlakî anlamda, “diri” tutabilir mi? İnsanın payına düşen yapacağı tüm işlerin yarısını yapmaktır. Bu, toplam öğünü yerken diğer yarısının ihtiyaç sahipleriyle buluşmasını içerir. Böylece dünya; insanlık için bahçe ve ekin olur, olmaya devam eder.[5] Birey böyle bir yaşamla öldüğünde, sonraki nesle devam ettirilesi bir miras bırakmış olur. Bu hasleti devam ettiren kuşak bir önceki neslin maddi-manevi “bedeni” olmaya devam edeceğinden, (B)’den sonrasına geçen insan bir anlamda sonsuz bir ecir kapısı elde edecektir. Bu ecir kapısı hem bu dünyanın hem diğer dünyanın özgürlüklerini ve faydalarını insana açacaktır. Zihni yanılgı içindeki hareketsizliği birey, ahiret inancı ussallığı ile etkin bir yaşama dönüştürecektir. Böylece eceli, yani dünya hayatında yaptığı ve neden olduğu iyiliklerle ahiretteki yaşam süresi de ebedi olacaktır. Görünen o ki, kâinatın kıyametiyle ilgili rivayetlerle ilgilenmek yerine bireylerin kendine düşen kıyamet, adalet, izan, ahlak, ibadet, zamanı değerlendirme vb. kavramları kontrol etmesi yersiz hiç değildir.

Akhilleus olsun veya hantal bir kaplumbağa olsun, ister hızlı, ister yavaş, ister beyaz, ister esmer olsun ölçüde esas olan; payımıza düşeni içtenlikle paylaşarak yoksulluğu ve imkansızlığı önlemektir. Gerekçelendirmedeki ussallık anlaşıldıktan sonra, paylaşılanların yürekten ve sevilenden olması gerektiğine ulaşmak zor olmayacaktır.[6]

Birey, ahiret inancına sahip olursa, dünyanın hareket ve değişimle kodlanmış olduğunu anlayacaktır. Dünyanın bir hareket alanı olmasının metafizik delili olarak ahiret gerekçelendirmesi, insanın zihni saçmalıklarının ve aşırılıklarının, bedenî tutkunluk ya da tutukluklarının önüne geçen bir vakıa olarak durmaktadır. Zira sadece bu dünya ile sınırlı bir kozmoloji kurmak tıpkı cahiliye Araplarının ahireti anlamlandıramaması gibi insan ve insanlık adına büyük bir kayıp olacaktır. Yukarıdaki açıklamalar aslında başka bir anlatım ve metotla, Rasulullah’ın, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.”[7] tavsiyesinin felsefi, mantıksal, kelamî ve matematiksel bir açıklaması olarak da kabul edilebilir mi?

Çözüme giden yol, her olumsuzluğa rağmen yine ve ama hep taze, tek sığınağımıza yönelmek olsa gerek: “Rabbim İlmimizi Artır.”


[1] Bekir Topaloğlu – İlyas Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü (İstanbul: İSAM Yayınları), 74.

[2] Rağıp el-İsfahani, Müfredat, çev. Abdulbaki Güneş – Mehmet Yolcu (İstanbul: Çıra Yayınları, 2012),E-c-l., 69.

[3] İsfahani, Müfredat, A-m-r., 726-727.

[4] Ahmet Akbulut, Müslüman Kültürde Kur’an’a Yabancılaşma Süreci (Ankara: OTTO Yayınları), 42-43.

[5] “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmran 3/185) (Enbiyâ 21/35) (Ankebut 29/57). “[A-B] mesafesi” içinde maddi olarak ölmemizin kesin olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Buradan, reenkarnasyon veya ruh göçü çıkmaz.

[6] Kehf 18/22.

[7] Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es-Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, çev. Seyit Avcı (Konya: Serhat Kitabevi, 2013). I/226, Hadis No: 1201.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s