Leftover İngilizce yemek artığı, arta kalan gibi anlamlara geliyor. Bunu Türkçeye belki kırıntılar şeklinde çevirebiliriz. Bizde nimet kavramı yemekle içiçe. Buradaysa sanırım yemek artığı, önemsiz manasını da barındırıyor. Yine de kırıntıdansa kalan şeklinde çevrilmesi daha uygundur kanımca. (Unutmadan bu yazı genel itibarla olmasa da spoiler -biz ona “merak köreltici/heyecan törpüsü/heves kırıcı” diyelim [istediğinizi seçebilirsiniz]- içerir. )
Filim dizinin hikayesi şu ana kadar insanlığın tüm deneyimleri, bilebileceklerinin tamamı olamaz diyen; paradigmanın ansızın değişebileceğine işaret eden bir açılışla başlıyor. Darbeli delgi gibi tahakküm eder tarzda ağlayan bebeği kucağında, her halinden yorgun olduğu anlaşılan anne çamaşırcıya girer. Bebek susmaz, anne bezgindir. Göz altındaki morluk, dudağındaki solgunluk kötü gidişatı işaretler. Anneyi koyulturuz. Anne bir şey yapacak. Çamaşırhanede bizden habersiz telefonuyla cebelleşir ve bebek susmaz. Çamaşırhanedeki işleri bitip arabaya dönerler, bebek susmaz. Anne arabada bebeğin susmasını arzulamaktadır, biz de… Bu bir suç mu? Acımasız yazar beklentilerimizi boşa çıkarmaz. Derken mucize gerçekleşir yahut lanet. Çocuk susar, ama ferahlama hissi kısa bir fasıladır. Sürücüsüz arabalar, yokuş aşağı tekerlenir. Birbirine girer. Anne ise bebeğin sesini devr alır, bebeğin ismiyle çığlık çığlığa…
Dizinin ismi ile kullandığı konu arasında ilişkinin kopmaz olduğunu söylemek lazım. Dünya nüfusunun yüzde ikisi parmak şıklatırcasına sırlara karışmıştır. Buna ayrılma/yitim diyorlar. Ne bir beden ne bir ipucu… Yekten bildiklerimiz altüst olmuş, kanun silbaştan yazılmış, bir anda; A=A, A=X’e evrilmiştir. Tabiatın değiştiğini varsayan köpek katilinin sözü, “onlar artık bizim köpeklerimiz değil“i buradan okumalı. Siyasiler kalabalık sözler sarf eder, bilim adamları mırıldanır, sigorta şirketleri bu çıkmazdan nasıl sıyrılırızın peşindedir. Ölü yoksa neden para ödensin. Kimsenin doğru düzgün açıklaması yoktur. Nedeni ne? Suç kimde? Birkaçı ucundan yakalamaya çalışır. Tüm çabalar beyhude. İlk defa yaşanmışı, önceden yaşadıklarınla tam açıklayamazsın. ‘Bak! O öyle değil’ gibi geniş ve rahat bir itirazla karşılaşabilirsin. İnsana böyle zamanlarda yakışan sadece şaşırmaktır. İnanmayı tecrübe etmek denli, mucizeye şahit olmak… Lanet mi demeli? Buradaysa bütün insanlık şahittir. Mucize mucizelikten çıkmıştır. Olayın inkar edilecek bir yönü kalmamıştır.
Yitim her kalanın hayatında görünür izler bırakıyor. Yitenler bu kopuştan memnun mu? Kalanlar hep o bitap halde ortalıkta geziniyorlar. Peki kalanlar neden kaldı? Onlar değersiz, artıklar mı? Giden, yiten ardında boşluk, yara bırakır. Bir Arap şiirinde okumuştum sanırım. Sevgilinin kervanını yakalamaya çalışan bir aşık. Konaklama yerine sabah varmıştır. Yerde çadırları sabit tutan kazıkların izleri, develer şuraya çömelmiştir, ateşten arta kalan küller ne kadar soğuk! Boşluk insanın hayatında varlığı da imler. Bir zamanlar olanın yokluğu, o insana dair bütün ihtimalleri barındırır. Tanıdık; o ihtimallerin her birini kuramaz, hayal edemez. Halihazırda var olmayan insanın yokluğu tam yaşanamaz. Çünkü yokluk; geride kalanların, var olmayana ait, olabilecek anları yaşayamama çatışkısı ve zorluğunu doğurmuştur. Kendi anılarımızı bile yeniden kurgulayarak yaşarız. Vaktimiz hepsini yeniden yaşamaya yetmez. Kalın çizgiler hayatta, diğer anlar solmuştur.
Sevdiklerimizin ardından şöyle düşünürüz. Oradadır, yatmaktadır, vardır. Kişinin mezarı yadigarıdır. Ondan ziyaret eder, onu unutmadığımızı kendimize yineleriz. İyi yanımızın yitmediğini duyarız. Gelgelelim dizideki kalanlara böyle bir fırsat bahşedilmemiştir. Onlar veda dahi edememiştirler. Baş kişiliğimiz Nora ise kocası ve iki çocuğunu kahvaltı masasındayken -Amerikan ailesi için tüm aileyi tanımlayan bireylerin tamamını- yitirmiştir. Onun kahrını, yaptığı konuşmada hissederiz: “O güzel tatil gününü değil de hepimizin hasta yattığı günü geri vermen yeterli“. Bu inanmadığı Tanrıya yöneltilmiş bir tanrıtanımazın sözleri. Sitem boşluğa… Nora’nın illaki Tanrıyla bir ilişkisi mevcut. Bunu kardeşiyle tanışınca anlayacağız.
Belirsizlik tekinsizdir. Ürküten gelecekten bizi kim kurtarabilir? Şaşırmış kişi birine sarılmalı. Bilimin tahtı sarsılıyor. Yine kahinler, şairler devrine dönüyoruz. Bir seçilmiş olmalı. Açmazlar türedi yalancı peygamberlere yol verir. Herkesin acısını sarılarak dindiren Wayne en önemlisi. Bu da toplumun yeni gerçeğe tepkesidir.
Filim dizi, annenin bir anlık gafletiyle dilediği, bizim de suç ortağı olduğumuz açılış sahnesinden iki sene sonraya atlıyor. Herkes yaralı, yitenlere anlam yüklüyorlar. Onları kahraman gibi görüyorlar. Sanki kalanların acınası hayatları için kefaret ödemişler.
İkinci ana kişilik ise babadan tevarüsle polis Kevin. Onun ailesinde herhangi bir yiten yok. Yine de aile parçalanmıştır. Anne beyaz giyinmişlere katılmıştır. Nedenini sonradan öğreneceğiz. Oğul ise kendini yollara vurur. O da bir başka tarikatın üyesi. Kız nedenini anlayamadığı annenin ve kardeşin terki ve hiçbir yaraya merhem olamayan, kazak erkeklikten başka elinden bir şey gelmeyen babası Kevin’den dolayı asilikler peşinde. Kardeşi ve annesinin aileden kopma nedenini anlayamıyor. Sersemce ortalıkta dolanıyor. Babasında bir terslik var, bunu hissediyor; ama tersliğin adını bir türlü koyamıyor.
Leftovers/Kalanlar tabii ki bir aile kutsaldır filim dizisi. Yine de o çok sevdiğim “Aşkın 500 Günü”nün başlangıcı “insanlar ikiye ayrılır, erkekler ve kadınlar” gibi bir bakışı yok. Baştan biliyoruz ki Kevin ile Nora’nın yolları kesişecek. O kavşak neresi? İkisi arasında ilk merak uyandıran bu soru kısaca önemsiz. Dizinin yüreği burası değil zira. Dizi sorular soruyor. Neden buradayız, yaşıyoruz, hayatımızın değeri var mı, gidenler neden gider, hayatımızla ne yapmalıyız, neden suçluyuz? Hıristiyanlığın ilk günahını da unutmamak gerek. Dizi insanları ilk günahın affedildiği ana döndürüyor. Jesus insanlığın gelmiş geçmiş günahları için o yolu yürümüştü. Yüzde iki de bir bedel ödedi. Gelgelelim hem Jesus’un affa mazhar kıldığı kullar hem de dizide geride kalanlar bunu haketti mi? Kalanlar, günahlarının farkında, öyle hissediyorlar. Pekala yitenler bundan mı gittiler? Yazar burada Matt’i devreye sokar ve hayır der. Yitenler bizden daha iyi değildiler. Yanılgı bu şekilde düzeltilir. Yine de insanlar cevap veremedikleri zamanlarda inanca yapışacaktır. Holly Wayne herkesi kucaklayacak…
Hikayeyi kurcaladığımızda beyaz giyinmişlerle diğer tarikatlar arasında bariz ayrımı da görüyoruz. Dünyanın, yaşamanın anlamı yok. Bir gayen olsun, kafanı eğ, çizelgeni doldur, çalış. Onlar ‘hatırla’ der. Neyi ve niye? Yakında bitecek… Aslında dizinin seçimi de buna yakın. Bir açıklaması olmak zorunda değil. Neden geldik, gelişi tercih mi ettik? Hayır. Buradayız yetmez mi! Bir gün de gideceğiz. Yaşam; özünde, hediye. Onu heba etmemeli. Sevdiğini tam sevmek, nefret ettiğine nefretini kusmak… Yitenlerin bıraktığı boşluk, yara onlara bu imtiyazı tanıyor. Haykırmak, suçlamak ve pişmanlık. Duygular kesin, alabildiğine keskin. Her şeyin bir açıklaması yok. İnsan tekrar insan olmuştur. Boşluk, yara; kimilerinin hayata bakışını asabileştirirken kimilerininkini vakurlaştırır. Uzaylı sadece bir kıtaya uğramaz. Kişioğlu artık hayatının efendisi olamadığını bilebilmiştir. Çaresizlik her belki’ye yapışmaktır. Ölümde de aynı şey söz konusu değil mi? Ölüm olmazsa kaç kişi Tanrı’ya inanırdı? Toplum içinde tartışılması zaruri değil, keyfi bir mesele olur çıkardı.
Nora her şeyini kaybetmiştir. Vedasını bile… Onu; barda kitabını, iç çekerek imzalayan, şöhretin imtiyazını tatmaya çalışan, biraz da eğitimsiz yazarın karşısında dinlemek gerek. Onun belki’si elinden alınmıştır. Yine de geri gelebilirler. Değil mi? Bu, ancak dizinin sonunda cevaplanabilecektir. Filim dizinin hoşuma gitmeyen yanlarından bir mevzu bu. Sadece birisi yitenlere ne olduğunu öğrenebilecek. O da… Heyecanı törpülemeyelim.
Kevin olanlara mağara adamı tepkesiyle yaklaşıyor. O da anlam arayışında. Gelgelelim kafası pek basmıyor. Babasından tevarüs etmiş. Eylem adamıdır. Karım beni neden terk etti? Bundan sonrası nasıl? Ben zaten bunları hakettim. Kolay cevap… Çılgın zamanlarda yaşıyoruz. O kadarını da tevarüs etmemiş.
Dizinin ilk döneminin sonunda yangından kurtulmuşlarla birlikte eve dönenler… Her şeyin bittiğini zannettiğimiz anda verandada beliren armağan ve gülümseyiş… Sırf bu sahne bile her şey bitmeden her şey bitmez diyor. Bu budur. Bu yüzden dizi, bizim için halihazırda anlamsız bir varsayımda bulunsa da anlamlıca “dayan” diyor. Kalım böyle bir şey. İyiliği yaşatacak sensin. İkinci sezon/dönemin bu fikre dayalı açıldığını söyleyelim. Oldukça etkileyici… Yine de merağı köreltmeyelim.
Leftovers üç dönemlik bir dizi. Roman tadı veriyor. İlk dönem zaten roman olarak yazılmış, yayınlanmış. Bir söyleşide dizinin yapımcısı Damon Lindelof şöyle diyor: “İlk dönemi çektik, yazara ee.. elinde ne var, dedik. O… Hımm… Ben de sizin bir fikriniz var sanmıştım”. Yazar aslında bizi verandada bırakmış. Bu iyi bir son. Lindelof diğer iki sezonu karakterlerden hareketle yazdırmış. Yine de özellikle ikinci dönemin başarılı, üçüncüsünün yalpalayan ama sonundan dolayı doyurucu olduğunu söyleyebiliriz. Kişiliklerin itkileri, yaşadıklarına verdikleri tepkiler başat. Onları halihazırda -dizideki olay gerçekleşmediğinden- anlayamasak da tepkilerine hak veriyoruz. Bu keskinlik kişilikleri yeniden başkalarının elinde yaşatabilmiş. Onlara yükledikleri manalar genişlese de…
Neden bir tek kişi hakikate ulaşıyor? Yitenler neredeler? Şu yönüyle ilk dönemin aslında işini tamamladığını anlıyoruz. (Diğer dönemler tanıdık kişilikleri ziyaret etme çabaları. Bize bahşedilmiş hediyeler.) Dizi kısaca; mühim olan hayat, sırf ona yüklediğiniz anlam değil. Bir şeyler yapmak, ama hakikaten yapmak. Yapıyormuş gibi yaşamak değil, diyor.
Oyunculardan Nora’da Carrie Coon Gone Girl’de yakaladığı başarımdan sonra, duyarlı ve öfkeli yanıyla öne çıkıyor. Yukarıdaki sahne gibi yer yer oyununu hissettiriyor. Yine de kişiliği yaşatabiliyor. Bazen naif, nazik bazen yırtıcı, avcı. O yaşta çocuk, kırılgan kız kardeş. Bir yanıyla soğuk, erkek Fatma. Kevin’de, ilkin Mulholland Drive’da gördüğüm, Justin Theroux başarısız kazak erkekte etkileyici. Bazen de güldürücü, babasından tevarüsle… Çok uzaklardan gelmiş gibi duran Meg/Liv Tyler’ın iç burucu, güngünden silinen güzelliği bu dizide manidar. Sadece birinci dönemde değil, ikinci ve sonuncuda da kişiliklerin oldukça özenli çizildiğini, sahne yazımına titizlenildiğini söylemeliyim. Yalnız Laurie/Amy Brenneman’ın oyunculuğunun ve kişiliğinin ikinci ve sonuncu dönemde iyi yazılıp oynanmadığını düşünüyorum. Derinliği olması gereken bir yan kişilik kör kuyu sanki. Duygu o sahnelerde dökülüyor. Laurie ikinci ve üçüncü dönemde sağır duvar.
Bu diziyi seyrettikten sonra zihnimdeki roman-dizi koşutluğu daha bir yerleşti, seçikleşti. Şunu demek yanlış olmaz. Bazı diziler roman gibidir. Romanı da bir yerinden sonra bitsin artık diye elinize aldığınız vakidir. Yine de bazı bitirilmiş romanlar zamanla kendine çeker. Uğradığınız bir sokak denli… Tekrar oradan geçmek istersiniz. Hayalleriniz, geçmişin hayaleti anınız, masum duygularınız orada belirir, canlanır. Leftovers/Kalanlar da böyle bir filim dizi. Sırf müzikleri için bile izlenebilir. Max Richter müziklerini diziye bağışlamış. Ne kadar para aldığı önemli değil. November’ı mesela… Şu sahne: Anne -yanılmıyorsam- sekiz ay sonra ilk defa konuşmuştur.
Halim Yar Hocam, yazı çok güzel olmuş. Dizi tanıtımının önüne bile geçmiş yazı da yakaladığınız anlatım. Bunlar çok güzel işler. Tebrik ederim.