Yazar: Mustafa Barış
Uyandı. Gecenin yarısından biraz önceydi. Olağandan daha yavaş ve dikkatli ayağa kalktı. Koridora yöneldi. Dudağındaki mırıltıları duyurmamaya özen gösterircesine çocuklarının yanından küçük adımlarla geçti. Zifiri denilse karanlığa, yanlış olmazdı. O dar, iki odalı evde hatırı sayılır bir süredir yaşıyorlardı. Yolunu kolayca bulabilmesinin sebebi bu olsa gerek. Bir de herkesin yerini bilmesi. Kendisinden başka kimsenin neler olduğunu bilmediği dualar ediyordu abdest alırken. Koyu gecede, kapkara, ardı sıra uyumla hareket ettirilen tesbih taneleri gibiydiler. Abdestinin zahirinde bir kusur bulmak mümkün değildi. Yer yer dilinden hafif tınılarla yükselen dualar yüreğinden, aklından da geçiyor, bu da belliydi. Gidişiyle gelişi arasında ölçüm yapılırsa fark çıkmazdı, bu defa diğer odaya yönelmesine rağmen. Seccadesini her seferinde hassasiyetle, bazen de nazire yaparcasına daha artan bir önemle, sermeye özen gösterirdi. Bazı şeylerin sıkıntısını çektiği apaçıktı. Uyanık olsaydı biri öteki odadan, onun sızlandığını mı harflerin, kelimelerin hakkını verdiğini mi fark etmezdi. Huzurdan olsa gerek, derin uykudadırlar. Uzun zamandır olmadığı kadar, gece sevinçle yatağa gitmişlerdi.
Bir hafta kadar önce bağ bozumu için gurbettekiler gelmişlerdi. Herkeste tatlı bir heyecan vardı. Küçük kuzenlerin önceleri utanarak başlayamayan yakınlaşma çabalarının yerini, bir müddet sonra gülen yüzler ve espiriler aldı. Büyükler ise kimi zaman amcanın kimi zaman teyzenin kimi zaman en büyük oğulun evinde toplanıyorlardı. Muhabbet meclisleri kuruluyordu. İlim tartışmalarının da olduğu sohbetler neşe kaynağı oluyordu. Bütün bunlara rağmen bir şeylerin onu hala rahatsız ettiği aşikardı.
Kıyam, rüku, secde, oturuş, selam. Akıl, inziva, varoluş, mesele! Çözümün gelmemesi, sıkıntının katlanarak devamı… Diyalog, ama kiminle! Ayağa kalktı. Pencerenin yanına yavaşça, daha bir sığınma istercesine yaklaşıp, tekrar oturdu. Hafifçe secdeye doğru gider gibi yaptı. Başını yere koymadı ama. Sağına doğru kıvrıldı. Kendini seccadenin sınırlarına sığdırmaya çalışırcasına ellerini, ayaklarını, bedenini topladı. Derin bir nefes çekmeye niyetlendi. Kokusu tarifsiz güzellikte, tertemiz hava doldu içine. Kapalı pencerenin pervazındaki oyuklardan içeri girse de, bu mevsimde hala hoş görülebilirdi… Ezan da okunmaya başlanmıştı.
Görsel kaynağı: Virginia Lee Burton, The Little House
Keşke biraz daha devam etseydi hikayeniz.
Zannedersem, öykü devam etmektedir. Sabah namazı ikame edilmektedir. Sonrası, inşallah devam eder..
“İnsanı “Tanrı misafiri” bil!” Eskiden köy evleri iki odalı olurmuş. Biri misafir için ayrılırmış. Onlar en güzel şekilde ağırlanırmış. Gece de Tanrı’ya yakarılan oda yine aynı olurmuş. Yazık! Böyle insanları “şehirlerde” “medeniyette” barınamaz hale getirmeye çalıştılar, çalışıyorlar! İyi uykular Türkiye! Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan!