Yazar: Hadi Ensar Ceylan
Taşkent Türk Okulu’nda halen öğretmenlik yapan ve Özbekistan izlenimlerini iki değerli yazı ile burada bizlere aktaran sevgili dostumuz Abdullah Kavaklı’nın daveti üzerine üç kişilik bir ekip olarak Özbekistan’a gittik. “Kim bilir bir daha ne zaman nasip olur” düşüncesiyle olabildiğince fazla kalalım ve fazla gezelim diyerek yaklaşık iki haftalık bir program yaptık. Ben de muhtemelen birden fazla yazı ile Özbekistan hatıralarını derlemek niyetindeyim.
Bu ilk yazıda, benzer bir seyahati yapmak isteyenlere fikir vermesi için gezimizin rotası hakkında bilgi vermek istiyorum. Genel hatlarıyla program iki bölümden oluştu. İlk hafta Özbekistan’ın Hive, Buhara ve Semerkand gibi batı illerini, ikinci hafta ise Ferğana vadisi olarak bilinen doğu bölgesini gezdik. Biri günübirlik, diğeri bir gece konaklamalı Kazakistan ve Kırgızistan ziyaretlerini de tabiri caizse araya sıkıştırdık.
Taşkent’e varışımızın ertesi günü Ahmet Yesevi hazretlerinin kabrini ziyaret amacıyla Kazakistan’ın Türkistan adlı kentine günübirlik bir seyahat yaptık. Salgın şartları nedeniyle Kazakistan, kara sınırından geçişlere aslında kısıtlama uyguluyordu. Biz de sınırı geçip geçemeyeceğimizden emin olmaksızın yola çıktık. Ancak Allah’ın lütfu ile sınırda tesadüf ettiğimiz bir Kazakistan elçiliği görevlisi bize yardım etti ve kabri başında Yesevi hazretlerine bir Fatiha okumak nasip oldu. Türkistan şehri, Taşkent’e yaklaşık 4 saatlik kara yolu uzaklığında. Dolayısıyla git-gel bütün günü kapsayan bir program ortaya çıkmış oluyor.
Taşkent’i keşifle geçen sonraki günün ardından ülkenin neredeyse en batısında yer alan Nukus kentine uçtuk. Nukus, tarihte Ürgenç, Gürgenç, Cürcan gibi adlarla anılmış olan günümüzde ise Köhne Ürgenç olarak bilinen Türkmenistan kentinin hemen yanı başında. Özbekistan seyahatimizi Hârezm vilayetindeki Nukus’tan başlatmamızın sebebi, bugün maalesef büyük ölçüde kuruyan Aral Denizi’ndeki faciayı yerinde görmek isteyişimizdi. Ceyhun/Amuderya ve Seyhun/Siriderya nehirlerinin döküldüğü Aral Denizi, Sovyet Rusya’sı dönemindeki yanlış tarım politikaları nedeniyle neredeyse tamamen kurumuş durumda. İnsan elinin yol açtığı bu büyük felaketi bizzat hissetmek için Nukus’tan üç saatlik mesafede yer alan kuzeydeki Moynak kentine gitmek gerekiyor. Moynak eskiden bir liman kenti imiş. Bugün ise liman kotundan kupkuru bir çöl izleniyor sadece.
Moynak’tan dönüşümüzde aynı günün akşamı Hive’ye vardık. Hive, Hive Hanlığı’nın başkentliğini yapmış tarihi bir şehir. Günümüzde kentin sur içinde kalan kısmı (işankala), adeta bir açık hava müzesi görünümünde. Yüzölçümü küçük olmakla beraber bu bölge, modern dönem öncesindeki hali ile neredeyse birebir korunmuş durumda. Olası bir Özbekistan seyahatinin vazgeçilmez duraklarından biri.
Hive’den, tarihteki önemi daha büyük bir yerleşim merkezi olan Buhara’ya 6 saatlik bir yolculuğun ardından ulaşabiliyorsunuz. Buhara, Karahanlılar döneminden kalma Kalon Minaresi başta olmak üzere tarihi yapıları ve Nakşibendiyye tarikatının kurucu ismi Bahaeddin Şah-ı Nakşbend ile Hacegân silsilesinin Abdulhâlık el-Gücdüvânî dâhil 6 pirinin kabirlerini barındırması bakımından fevkalade önemde.
Buhara’dan, yöredeki tabirle Emir Timur’un başkenti Semerkand’a hızlı tren hattı ile geçtik. Yorucu kara yolları tecrübesinden sonra oldukça rahatlatıcı gelen bu hat, muhakkak tercih edilmeli kanaatindeyim. Semerkand, Özbekistan’ın simgelerinden biri olan Registan Meydanı, Afrasiyab antik kenti kalıntıları, Timur döneminin tüm ihtişamını gözler önüne seren Bibi Hanım Camii, İmam Maturidi türbesi, Emir Timur türbesi ve yine Nakşibendiyye silsilesinde yer alan Ubeydullah Ahrar’ın türbesi ile gezmeye vaktin yetmediği bir kent. Biz bu yoğunluk arasında bir de günübirlik Şehrisebz kentini ziyaret ettik. Timur’un doğduğu kent olan Şehrisebz, onun meşhur sarayı ve bugün yalnız taç kapısını görebildiğimiz Ak Saray ile biliniyor. Ancak bence bundan daha etkileyici olanı Timurlular dönemi sultanlarından Uluğ Bey’in babası Şahruh için yaptırdığı türbe Gök Gumbaz.
Semerkand ve Şehrisebz’in ardından başkent Taşkent’e döndük ve programın ilk yarısı tamamlanmış oldu. İkinci haftaya başladığımız ilk gün Taşkent’te dinlenerek ve ikinci bölümü planlayarak başladık. Ülkenin doğusunda yer alan Ferğana vadisi, yüz ölçümü olarak ülkenin batı yakasına kıyasla oldukça küçük kalıyor. Bu nedenle kara yolu ile gezilmesi daha kolay bir rota sunuyor. Biz yol haritasını, bu coğrafyanın üçüncü meşhur hanlığı Hokand Hanlığı’nın başkenti olan Hokand’dan (günümüzde Kokand) başlattık. Hüdayi Han Sarayı başta olmak üzere tarihi yapıları gezdiğimiz hızlı bir yarım günün ardından porselen süsleme sanatı ile meşhur Riştan’ı gördük ve akşama doğru, meşhur Hanefi fakihi, el-Hidaye adlı eserin sahibi Burhaneddin el-Merginani’nin doğum yeri olan Mergilan’dan geçerek hazret için hazırlanan anıt parka uğradık ve geceyi geçirmek üzere yakındaki Ferğana kentine geçtik.
Ertesi günün programını tekrar Mergilan’dan başlattık. Çünkü Mergilan, özellikle Hokand Hanlığı zamanında artan ipek üretiminin merkezi konumunda ve bugün Yadigarlık İpek Fabrikası adlı özel bir işletmenin yaşayan bir müzeye dönüştürdüğü üretim yeri ile mutlaka görülmesi gereken bir yer. Buradaki ziyaretin ardından aynı gün tarihi Ahsikent’i görmek için kuzeye Namangan şehrine yol aldık. Yine meşhur bir Hanefi hukukçu olan Hüsameddin el-Ahsîkesî’nin doğduğu Ahsikent, bugün kazısı çok az yapılabilmiş bir yıkık şehir. Kent, yaşadığı büyük bir depremin ardından yerle bir olması nedeniyle terk edilmiş. Namangan’ın içinden geçerek güney batı yönüne Andican’a yöneldik ve bölgenin Emeviler dönemindeki fatihi Kuteybe b. Müslim’in türbesini ziyaret ederek akşam saatlerinde Kırgızistan kara sınırına ulaştık. Amacımız geceyi Oş’ta geçirerek, sabahında Karahanlılar’ın başkenti Özkent’e gidip meşhur Hanefi fakih Şemsüleimme es-Serahsî’nin kabrini ziyaret etmekti. Hamdolsun sınırı kolaylıkla geçip amacımıza ulaştık. Özkent’te Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yaptırılan es-Serahsî türbesini, Karahanlılar döneminden kalma minare ve türbeleri ziyaret ettik. Bugün Orta Asya’nın öne çıkan pazarlarından biri olan Oş pazarını da görüp ikindiye doğru tekrar Özbekistan’a geçtik ve Andican merkezdeki tarihi Cuma Mescidi’ne gittik. Geceyi yine Ferğana kentinde geçirerek ertesi günü Taşkent’e döndük.
Ferğana vadisi, ülkenin diğer bölgesinden iklimi, bitki örtüsü, kültürü ve insanı bakımından büyük ölçüde farklı. Özellikle bu farklılığı yerinde görmek için muhakkak Ferğana vadisi ziyaret edilmeli.
Özbekistan seyahatimizin son iki gününü Taşkent’i gezmeye ayırdık. Başkentte Hazreti İmam olarak bilinen Şâfiî fakih el-Kaffâl eş-Şâşî’nin türbesi, çarşı (yerelde çarsu), müzeler ve metro istasyonlarına ek olarak şehir dışında yer alan, tabiatı ile farklılık arz eden Çimgan dağını gördük.
İki haftayı aşan bir gezi olmasına rağmen bazı şehirleri hızlı turlarla geçmek zorunda kaldığımız, Tirmiz ve Karşi (eski adı ile Nesef) gibi bazı önemli kentleri hiç göremediğimiz bu gezi, her anı ile ağzımızda ayrı bir tat bıraktı. Abdullah Kavaklı’nın da önceki yazılarında belirttiği gibi muhakkak görülmesi gereken bir coğrafya olan Özbekistan’ı sonraki yazılarımda biraz daha detaylı anlatmaya çalışacağım.
Hadi Hocam teşekkürler, güzel bir program olmuşa benziyor. İnsanın hemen gidesi geliyor yazıyı okuyunca. Bu genel programın ötesinde detay ve derinlemesine devam yazılarını da merakla beklemekteyiz.