Yazar: Mustafa Barış
“Fıkh; kişinin edimleri açısından leh ve aleyhine olan şeyleri
bilmesidir.”
İmam Azam Ebu Hanife
Geç olan bir okul dönüşü, kapıda babasının şu sorusuyla karşılaştı:
-“Oğlum sen mi geldin?”
Vaktin geç olduğundan dem vurup neden erken gelmediğine gönderme mi yapıyor, çoğu zaman takındığı espirili haline bir yenisini mi ekliyor, yoksa gelenin kim olduğundan emin mi olmak istiyor, o anda bilemedi. Belki “emniyet endişeli” bir soruydu, bilemiyordu. Anlamak için diyaloğu sürdürdü:
-“Hayır. Gelen ben değilim.”
Bu sırada annesi devreye girdi:
-“Hoş geldin oğlum.”
Annesine göre eve gelmişti. Lafzî olarak her ne kadar bu vakıayı reddetse de tüm bedeniyle oradaydı. Annesine göre çıkardığı sesin içeriği ne olursa olsun, söylediği her cümle varlığının kanıtı olacaktı. Bütün bunları sesli de müzakere ederken, babasının görüşünü sordu, “evde olup-olmadığına” ilişkin:
-“Hayır. Sen daha evde değilsin!”
Yukarıdaki olay örgüsünde aslında hiçbir diyalog olmadan dahi anlaşma imkanı vardır. Eve girdiğinde çıkardığı sesten veya görüntüden babasının “onun geldiğini” anlaması mümkündür. Her ne kadar “lafız” ya da literal anlam bunu ifade etmese de maddi gerçeklik oğulun evde olduğunu göstermektedir.
Tamamen tasviri/betimsel olmak yoluyla “Akşam eve geldi. Babasını ve annesini gördü. Onlar da çocuklarını gördü.” önermelerini ele alalım. Üç önermeyle ulaşılabilecek kesin sonuçlu bir vakıadan uzlaşımsal bir alan olan dilin devreye girmesiyle yani iletişim ile çok farklı anlama biçimlerine ulaşma imkanı doğmuştur. Her ne kadar birçok manaya dolayısıyla zahiren de olsa karmaşa ve kaosa karşılık gelse de bu insanlara has bir alandır. Yeryüzündeki ilerlemenin kaynağı da bu iletişimin doğru, güzel, iyi ve faydalı beslenmesiyle doğru orantılıdır.
Kronolojik olarak Socrates ile anılan diyaloglar, meditasyonlardan önce gelir. Zira metidasyonlarıyla ile ünlü iki düşünür Gazzali (ö. 1111) ve René Descartes’tir. (ö. 1650). Elbette bütün diyalogları ve meditasyonları bu düşünürlere has kılmak doğru değildir. Tarihteki örnekliklerin kronolojik yapısı eğitimde herhangi bir sırayı mecbur etmese gerektir. Eğitimin, özelde din eğitiminin niteliğini oluşturacak yani öğrenciye “melekesi” kazandırılacak en temeldeki bu metotlar doğru bir mantık eğitimi üzerine ancak ve ancak bina edilebilir. Özetle mantık ve felsefenin iki metoduyla din, politika, ilim gibi hayat alanlarında “güzel örneklikler” mirası bırakmış Rasulullah ve Allah’ın kitabı eğitsel ve öğretsel bir araç olarak hak ettiği değeri alsa gerektir.
Bireyin hayatını düzenlemede yardımcı ve yeterli olan Kur’an, en temelde onun tüm ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek içeriğe sahiptir. “Kur’an’ı inceleyip düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başka birinden gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı!”[1] ayeti her yaştan öğrenciliğin anahtarı olan çözümleme ve eleştiri vazifesini Müslümanların üzerine de vazife olarak yüklemektedir.
Çoğu eğitimci ve öğreticinin bildiği gibi hazırlaması en zor sınav “tüm kaynakların sınavdaki öğrenciye açık olduğu” sınavlardır. “Tanrı’nın, kendisinin dünyadaki var oluşuyla neyi kastettiğini araştırma görevini” başarması beklenen her bireyin, Tanrı’ya sessizlik dolu boş kağıtlar bütünü değil, hatalar, hatta saçmalıklar, savaşlar (nefs ile) ve barışlar (kendiyle barışık birey), aşklar, toplamda da “dünyayı imar eden değerler” içerikleri ve pratikleriyle dolu bir kitap/yaşam sunması gerekir. Hz. Adem’e öğretilen isimlerin anlamını bu bağlamda anlamak ve bu vakıanın bir kullanım amacı olduğunu anlamak lazımdır.
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, deniz de arkasında yedi deniz daha katılarak yardımcı olsa, Allah’ın kelimeleri tükenmez. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.”[2] Kur’an,[3] insan ve kainat[4] kitaplarının okunması[5] ve hakkında yazılması öğüdünü veren Allah, insana ilim temelli çözüm önerilerini bulmayı bu ayetle de salık veriyor olsa gerektir. Felsefenin değerini ifade ettiği yazısında Russell’in şu açıklaması da ayetin en güzel te’vili olmaya adaydır: “Eğer bütün insanlar iyi durumda bulunsalardı, eğer yoksulluk ve hastalık olası en düşük düzeye düşürülmüş olsaydı, değer verilecek bir toplum kurabilmek için yapılacak yine çok şey kalmış olurdu.”[6]
Hz. Muhammed (s.a.v.) ile, insanın rüştünü ispat etmesi gerektiği ve dolayısıyla önündeki çağlarda olgunluğunu; O’nun ve diğer geçmiş güzel rol model elçilerin yolları ve akıl, izan, bilim, felsefe, hikmet, sanat vb. yaratıcılıklar ile göstermesi gereken dönemlere girmiş olduğunu imleyen Allah’tır. Tenzil olan, miladi 632’de tamamlandı. Geriye kalan yeryüzünde neşet edecek eylemlerin, Tanrı’dan yani lisan ve lisan-ı hal ile ortaya konan duaların nasıl karşılık bulacağını etkileyen en önemli unsurun bireyden bireye değişen şeklini araştırmaya gelmiştir. Elbette bu süreçlerin Hz. Nuh’a, Hz. İbrahim’e, Hz. İsa’ya, Hz. Musa’ya, Hz. Muhammed’e inenlerden bağımsız ve hatta ilgisiz olacağını ileri sürmek kesinlikle bir hak ve özgürlük alanıdır. Ama bu yorumlama girişimlerinin birer eksiklik ve dünyayı yanlış algılama/yorumlama olduğunu da ortaya koyarak konumumuzu tamamıyla netleştirmek istemekteyiz.
Amacımız, tarihin başından itibaren iyilik adına uğraşan,[7] kötülükten sakındırmaya çalışarak ürünler ortaya koyan atalarımızla, medeniyetin yapısında, “iyi bir etken, kum tanesi kadar bir kulluğa rıza gösteren iyi bir unsur” olmaya çalışan, farklı farklı yollarla olsa da iyi insan olmaya, olunmasına sebep olmaya devam edecek olan, alın, akıl ve fikir teri akıtan, göz nuru döken, canını, malını, zaman ve emeğini Allah yoluna sarf eden, kendi diliyle varlıkların Allah’ı tesbih ettiği[8] bir dünyayı algılamakta gaflette olanlara farkındalık kazandırmaya çalışan, onu adaletle yaşanabilir bir yer yapma gâye ve cehdi içinde olan, işçilerden Reis-i Cumhurlara, âmirden memura, yeni nesillerin sergilediği cümle çabayı[9] Allah’ın kabul buyurmasınadır.[10]
[1] en-Nisa 4/82.
[2] Lokman, 31/23.
[3] el-Furkan 25/30., el-Cuma 62/34., Sebe 34/43., en-Nisa 4/174., el-Beyyine 98/1-4.
[4] el-Bakara 2/164., er-Rum 30/20-24.
[5] Ahmet Akbulut, Müslüman Kültürde Kur’an’a Yabancılaşma Süreci (Ankara: OTTO Yayınları), 143.
[6] Bertrand Russell, Felsefe Sorunları, çev. Vehbi Hacıkadiroğlu (İstanbul: Kabalcı, 1994), 137.
[7] el-A’raf 7/199. Affedici ol, toleransı öğütle ve cahillere aldırış etme.
[8] el-Cuma 62/1. Göklerde olanlar da, yerde olanlar da mutlak otorite sahibi, mukaddes, her işinde mükemmel ve her hükmünde tam isabet sahibi Allah için hareket eder.
[9] Tâ-hâ 20/114. Allah’ım ilmimizi artır de!
[10] Lokman 31/16. Yavrucuğum! Yaptığın iş, iyilik veya kötülük, bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu senin karşına getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.
*Dedelerimin aziz hatıralarına…