Yazar: Mustafa Barış
Felsefeyi felsefe yapan ne dizgesellik, ne derinliktir. Çünkü bunlar edebiyat ürünlerinde, Tolstoy’da, Kafka’da da bulunur. Felsefe bir mantıksal gerekçelendirme etkinliğidir. Argümantatif gerekçelendirmelerle ancak felsefe yapılabiliyor.[1] Söz konusu argümantatif gerekçelendirmeler “formel” olarak mantıkta ele alınır. Her ne kadar mantık, felsefe yapmak için zorunluysa da, yalnızca mantık yapılarak felsefe yapılamaz.[2] Eğer mantık felsefe yapmak için gerekli olan ise mantığa yapılacak oldukça güçlü eleştirileri aramak gerekmektedir. Eğer bu eleştirileri “mantıklı bir şekilde” savunabilirsek, gerçekten mantığın felsefe için gerekli olduğuna ikna olabiliriz. Burada işe, mantığı tanım(lam)aya çalışmakla başlamak doğru olsa gerektir.
Mantığın özetle ne olduğunu belirtmek kolay ve kullanışlı olmasa da, o, değişik sınırları ve sınırlılıkları olan ve farklı çalışmaları karşılaştıran, sınayan ve gölgesinin matematik ve felsefeye düştüğü söylenen bir disiplindir. Belki mantıktaki en ilgi çekici nokta; herhangi bir argümanı oluşturan yanlış öncüllerden doğru sonuçlar çıkabilmesidir. Hatta tamamen doğru önermelerden yanlış sonuçların çıkarsandığı argümanlar da vardır. Söz konusu gerçeklik, felsefe içinde kendine has bir yeri olan ve mantık ile doğrudan ilişkili olan bilgibilimin, bilginin doğası, edinme yolları, doğruluk değeri ve benzerleri hakkında soruşturma, araştırma ve tartışmalarının öneminden hiçbir şey azaltmaz. Aksine bilgilerin güvenirliği konusunda her zaman “müteyakkız” olmayı yani ilerlemenin öncelikli şartını yerine getirmeyi mümkün kılar. Ulaştığımız bu noktada, mantığı; en önemli şüphe kontrol aygıtı/belirteci olarak tanımlayabiliriz. Mantık söz konusu “şüpheci” görevini formel olarak yapagelmiştir. Fakat bu mantığın içerik kontrolü yap(a)mayacağı anlamına gelmese gerektir.
Mantıkçılar ancak ikincil dereceden, öncüllerin ve sonucun fiili doğruluk ve yanlışlıklarıyla ilgilenirler. Bunlar, argümanların maddi yönleridir. Yani öncüllerin ve sonucun maddi gerçeklikte karşılık bulması durumunun araştırılmasıdır. Argümanların ayrıca ‘retoriksel’ yani inandırıcılık, ilgi çekicilik, ilginçlik ve benzeri yönleri de vardır.[3] Diğer taraftan, argümanın geçerliliği, öncüllerinin doğruluğu, onun inandırıcılığıyla doğrusal bir ilişki içinde değildir. İnsanların geçerli olmayan veya yanlış öncüllü sonuçlardan oluşan çıkarsamalara ikna olmaları çokça rastlanan vakıalardandır.[4]
‘Kaçınması gerekilen akıl yürütmelerdeki çelişkilerdir.’ der günümüzden[5] Ebherî’ye mantıkçılar: “Zeyd yazıcıdır.”, “Zeyd yazıcı değildir.” önermelerinde olduğu gibi çelişki; aynı konu, yüklem, zaman, mekan, izafet, güç, fiil, parça, bütün ve şartta “birlikte” bulunmaları iddiası sonucunda gerçekleşir.[6]
Acaba gerçekten öyle mi? Oysa gerçek hayat çelişkilerle dolu değil mi? Sevgiliyle yapılan en hararetli kavgadan ne doğar? Dünyada Tanrı’nın huzurunda hiçlikten, Allah’ın dostluğuna gitmedi mi Hz. İbrahim (a.s.)?
Yaşam; “çözülecek olurlarsa dünyayı ıssız kılacak” çelişkilerle dolu değil mi? Eğer öyleyse varlığımızı çelişkilerin varlığına borçlu değil miyiz?
Mesele galiba, “onları çözmek mi, çözmemek mi gerek?” vakıası üzerine kurulu. Ünlü deyişle bitirelim: Bırak baştaki teller dağınık kalsın! Ezcümle; zorlaştırmadan, kolaylaştıralım. İyilik ile tamamlayalım?
Görsel kaynağı: https://www.artquid.com/artwork/529386/contradiction.html
[1] Arda Denkel, Düşünceler ve Gerekçeler, ed. Ahmet Haluk Atalay (İstanbul: Göçebe, 1997), I/103-104.
[2] Denkel, Düşünceler ve Gerekçeler, I/102.
[3] Susan Haack, Philosophy of Logics (Cambridge: Cambridge Univ. Press, 2000), 11.
[4] Haack, Philosophy of Logics, 11.
[5] Cemal Yıldırım, Mantık (Ankara: Bilgi, 1999), 18.
[6] Ebherî, Îsâgûcî: Mantığa Giriş, çev. Hüseyin Sarıoğlu (İstanbul: İz Yayıncılık, 1998), 69.