Kimse güneşin günü nasıldır sormaz. Kollarım yok esnemem. Falcılar tarot açar, Mars bu sene şunu yapacak, Venüs yine iş hayatına yön verdi… Terazi iseniz dirheminiz hazır. Yaysanız oklarınız benden. İnsanoğlu kıymetimi bilmez. Yüzüme neler koymadılar. Güneş gözlüğü dediler, bana hakaretti. Hava durumu bildirimi adı altında tonla para harcandı. Uçaklarla göğüme çizik attılar. Üzerimi çizdiler. Denizlerden boşalan bulutlar cabası. Anlamsız uydularla donattılar göğümü, çoğu çöp. Hâlbuki ben onlara bir tane vermiştim. Yetmedi. Torunum… Ona da uydu diyorlar.
Bana biçmeye çalıştıkları donları görseniz küçük dilinizi yutardınız. Sana kızıl yakışır dediler, yanmaz kumaştan. Ben -ki her günüm kaç bininizin sefil hayatı eder- her Allah’ın günü, kaç yüz atom bombası patlatırım. Ara sıra hidrojen bombası… Benim için çatapattır. Haylazca bir gösteri. Susturucunuz olmasaydı duyardınız. Gülmeyin, tıkaç demedim, evet. Çünkü ozonunuz nefes nefes aşınıyor. Aç gözlülüğünüzden… Yüzünüzde gümleyeceğim.
İnsanları anlamam, aya da uydu derler. Bana gözleri yetmez. Hakkımda pekçok şey uydurdular. Yuvarlakmışım. Hayatınızı elinizden alacağım. Haberiniz yok. Aç gözlülüğünüzle kutsalları yediniz. Güneşe tapan kalmadı. Ne günlerden geçiyoruz? Böbürleniyorlar. Beni zaptedeceklermiş. Beni çevreleyebileceğinizi, etrafıma çit çekebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Gerçeği başka şeyle hizaya sokamazsın. Gerçek seni hizaya sokar. Küçük büyüğe tabidir. O sefil hayatınızı bile hizaya sokamadınız, beni mi zapurapt altına alacaksınız?! Yuvarlaklığımla dalga geçenler varmış. Olgunluğun simgesidir. Yavaştan kebap gibi çevirdiğim ayvaya bakın. Yok, o deve çeşit yamuk yumuk. Portakal! Beni ona benzetiyorlar, utanmadan. Oradan kokusunu alamadığımı zannetmeyin. Nasılını sormayın. Işınım değen her yer benimdir. Neler gördü almaçlarım. Daha ilk portakal tomurcuğu dalının dudaklarında açılınca ben oradaydım. Ona âşık olmuştum. Aman Tanrım demiştim. Sulu yapışkan bir şey yenilmişti. Duyumsamıştım. Çenem olsa uyuşurdu. Yeyince posası ağzınızda kalır, bilirim. Bilmem sanmayın. Fark etmeden yutarsınız. Cennet hurması demeyin, bi fena oluyorum. Doğru dürüst çiğnemeden yutarsınız. Hatta yutmaz, sömürürsünüz. Yuvarlağım, ne olmuş. Çoğu falcı küreye bakar. Boş küreye… Uzun zamandır bana bakan yok. Beni anlayan kim? Şu sonralar, önümde denizin boşalttığı bulut var mı, yok mu… Bununla ilgililer. Beni anlayın. Kızıma iyi bakın.
Yuvarlakmış! Evet doğarsınız, büyürsünüz, yaşlılığa yakın semirirsiniz. O semirmiş halinizle her şeyi bilen bir g… gibi aynaya bakar, torununuzu kucaklar, kıravatınızı düzeltmeden oğlunuzu paylarsınız a… Ben bunların tümünü yaşadım. Bakın yuvarlaklığımı ancak güçsüz olduğum zamanlarda görürsünüz. Batarken, yahut doğarken… “Çıplak tele dokunma, göle verdiğin cereyana kapılma”. Teleskopta yazan o uyarıya uymayın, bana gündüzün bir bakın bakayım. Hevesinizi kırarım. Gözünüzün ferini söndürürüm, hiç değilse katarakla kapatırım. Beni anlayın. Akşam vakti dolunayı görünce bile beni hatırlamazsınız. Bilhassa onun da yuvarlaklığıyla alay etmenizi beklerdim. Neden gün ortasında duygularınız kapanır, bilmem. Ayı neden beklersiniz? Ayın karanlık noktalarını bir ben bilirim. Yalanmış! Dediğinizi duymam sanmayın. Evet yalan. Siz de keşfedebilirsiniz. Peki neden ayın karanlık tarafı dersiniz? Döndüğünü bilmeyen kaldı mı? Ayın her bir yanı karanlıktır. Soluk ışığını ben yakarım. Bazen gün ortasında hayaleti süzülür göğümden.
Yuvarlakmış, Budha’ya bak. Adam aydınlanmış, ağacın gölgesinde. McDonald’s’dan çıkan bir Amerikalıyı görmediniz mi? Yuvarlaklık zenginlik alametidir. Budha’ya bakın, bilge… Eskiler bir dirhem eti yok, bu zavallıcakla evlenilir mi, derlerdi. Gerçi ben gözünüz yuvarlak olduğundan, yuvarlak görünürüm. Yalanmış! İnanmazsan inanma. Aranızda benden yaşlı, yeni tabirle yaş almışı var mı ki?! Hepiniz evladımsınız. Her biriniz açgözlü birer veled…
Kızlarım sizin taktığınız isimlerle Venüs, Mars, Uranüs, Neptün… Dünya. Ne biçim isim! Bazen çileden çıkıyorum. Yaşadığınız gezegene isim verebilmeyi bile beceremediniz. Baykal Gölü, Baltık Denizi dersiniz. Bu ne biçim isim! Şeker Dünyası mı, Şerbet Dünyası mı ne, nedir? Kızlarım benden doğdular. Göğermelerini, kendi çocuklarının doğup büyümesini seyrettim. Bazısı kısırdı. Yine de hepsini sevdim. Görünmez iple bana bağlıydılar. Küçük büyüğe tabidir. Tanrım ne güzel yıllardı. O güneş günleri geride kaldı. Çocuklarının nankörlüğünü onlar da tattılar. Batışlarını ve kabuk bağlamalarını seyrettim. Tanrım ne korkunç yıllardı! Bendendir parçamdır, onlar, sizin gibi… Onlara da müşfiktim. Hem hışmımdan tattılar. Yeter ki, açgözlü olmayın. Duydum da fabrikalarınız varmış, denizlere karışan, havalara katışan!.. Ozonunuzun vakti azdır, yakıtınız tükeniyor. Ben ise sabırlıyımdır. Soğutucu, üfürücüleriniz varmış, sorun değil. Onları da halledebilirim pek ala! Gerçekler hizaya çeker. Gerçekler çıplaktır.
Zamanın birinde adamın teki bana don biçmeye çalıştı, yanmaz kumaştan. Çocuklarımdan en çok dünyayı severim. Elimden her şey gelir. El bebek gül bebek yeşerttim onu. Sebep oldunuz. Kabahatlisiniz. Açgözlüce saldırdınız. Yeraltında gizli, el uzatmamanız gereken şeyleri kazdınız, çıkardınız. Çare yok. En son o da çoraklaşacak. Dünya, ne biçim isim! Güneş takvimi diyorsunuz, benim yılım değildir o. O var ya, sizin ismini bile koyamadığınız gezegeninizin çevremi dolaşmasıdır. Yoksa benim kendi etrafımda dönenmem değil. Ben de çakılı kazık değilim. Bir başka düzene tutunmuş gidiyorum. Neye tutunduğumu bilmem. Küçükler büyüklere tabidir, parça bütüne… Ne ettiysem sevgimden, ne dediysem hışmımdan. Olsun varsın. Sevgi böyle bir şeydir. Suçlusu sizlersiniz.
Bana ilk gün kızıl kumaştan don biçtiler, ikinci günümde turkuaz denediler, üçüncü günümde turuncu –ha evet o portakal değildi turunçtu- ah bir bilseniz kabuğu yanınca ne hoş bir koku yayılırdı. Rayihasının kıvrımları ışınıma değerdi. Giysiler üstüme oturmadı. Gerçek çıplak gerektir. Neyim varsa size döktüm, sizi besledim. Falcılarınız, aylaklarınız bile artık bana ilgisiz. Olsun varsın. Yine de kızıma iyi bakın.
Güneşi başka şeyle hizalayamazsın. Güneşi zapt edecekmiş. Ayrıca gerçek ismim güneş değil. Üç şeyiniz var; ben, ay ve dünya. Üçümüze de cins isim takmışsınız, iyi mi! Benim adım ne midir? Büyük, yuvarlak bir o. İsmimi ben vermedim. İsim verilmez, alınır. Küçükler büyüklere tabidir. Gerçek çıplak gerek. Gizlim saklım yok. Göğünüzde uçan atmacayı da, onu vuran avcıyı da, portakal ya turuncu da, ayvayı da, balığı da, oltayı da, yolu da, nehiri de… Sayemde var oldunuz, sayemde yaşıyorsunuz. Aklınızı başınıza devşirin. Gözünüzü açın, ama aç gözlü olmayın. Ben ve kızlarımın çocukları ağaçlar, yosunlar, mercanlar sayesinde evinize ekmek götürüyorsunuz. Size bir yıl mühlet tanıyorum. Güneş yılı değil, gezegeninizin yılı kadar. O kadar. Tabağınıza bir gıdım yemek konuyorsa, kursağınıza bir sokum ekmek giriyorsa kimdendir bilin! Falcılarınıza söyleyin, işlerinin ehli olsunlar. Sefiller, bana tapın demiyorum. Beni anlayın. Sadece kıymetimi bilin, kızıma iyi bakın.
Kim dedi? “Güneşi zaptedeceğiz”. Bana don biçenlere ne olduğundan, haberi yok. Hepi topu iki salise dayandılar. Sonrası puf. Yedi sülalesi gelse kaç yazar! Daha yok mu, demiştim. Güneşi zapt edecekmiş. Nah edersin.
Kimse güneşin günü nasıldır sormaz.
Görsel Kaynağı: Black Sun, Eugene Gorbachenko.
Merhaba Derginin yazıları lütfen gece 12’yi geçtikten sonra gönderilmesin. Bildirim sesi rahatsız ediyor.