Düşünmenin Alfabesi Olur Mu?


Yazar: Abdullah Yasir Can

Düşünmenin Alfabesi, Yasin Ramazan imzasıyla 2020 Eylülünde raflardaki yerini aldı. Kapağını görmeden önce içindekilere bakılırsa bir mantığa giriş ya da felsefeye giriş kitabı olduğu zannedilebilir. Çünkü ele alınan başlıklar bu branşları hatırlatıyor. Daha sonra kitabın kapağında yer alan “Bir Eleştirel Düşünme Kitabı” alt başlığını okuyunca alışık olduğumuz tarzın dışında olduğu izlenimini vermeye başlıyor. Merak edip arka kapağını okuduğumuzda ise yeni bir disiplinden bahsediyor. Bu yeni disiplinin adının Eleştirel Düşünme olduğunu öğreniyoruz. Kitabın içeriğine tekrar baktığımızda ise eleştirel düşüncenin gerçekleşmesi için gerekli unsurları ve eleştirel düşünmenin önünde ne gibi engeller olduğunu görüyoruz. Bu yazının konusu ise eleştirel düşünmenin bir disiplin olmasının yaratabileceği problemlere dair kaygılardır. Kitabın içeriğine yönelik doğrudan bir eleştiri söz konusu olmasa da içerikteki kriterlerden hareketle eleştirel düşünme denemesi yapmak içeriğin göz ardı edilmediğini gösterecektir. Böylece kitabın doğru anlaşılıp anlaşılmadığının sağlaması bir metin düzeyinde görülecektir. Eleştiri, bir metinde kusur bulmak ya da methiyeler düzmekten ibaret değil, yeri geldiğinde o metinle beraber düşünmektir.

Eleştirel düşünme müstakil bir disiplin olmadan önce bunu bazı disiplinler sağlama çabası içindeydi. Bilim, felsefe, mantık, metafizik neredeyse ortaya çıktıkları günden beri düşünmenin gelişmesi yönünde uğraşlar sergilemektedirler. Bugün insanlığın geldiği noktadan iyisiyle kötüsüyle bu disiplinler sorumludur desek mübalağa etmiş olmayız. Her şeyin doğduğu andan sonra gelişime ve değişime uğramasının kaçınılmaz sonundan bu disiplinler de nasibini almıştır. Ancak bu hiçbir zaman negatif yönlü bir seyir izlememiş tersine alternatiflerini besleyen bir süreç izlemiştir. Felsefe içindeki farklı yaklaşımların felsefeyi geliştirmekten, mantık içindeki tartışmaların mantığı beslemekten, bilimin içindeki muhtelif yönelimlerin bilimi ilerletmekten başka bir sonucu olmamıştır. Zamanla kendilerini şekillendiren bu disiplinler sistematik hâle geldiğinde bazı sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Sistematiklik burada göreceli mükemmellik olarak da düşünülebilir. Bir disiplinin ulaştığı en derli toplu hali sistematiklik üzerinden ifade edebiliriz. Sistematik düşünme ilgili disiplinin doğuşundan günümüze kadar getirdiği tartışmaları bir arada düşünmeyi temsil ettiği için genelde pozitif tabirlerle zikredilir. Ancak bahsettiğimiz eylem düşünme olduğunda sistematiklik ne derece pozitif bir durumdur?

Düşünme eylemi başladığı andan itibaren ön yargısıyla, varsayımıyla, iddiasıyla, ispatıyla, itirazıyla ve daha pek çok aşamasıyla şekillenmektedir. Her bir aşama ince ince elenerek, tek tek üzerinde durularak düşünme eylemi sonucu ortaya çıkan düşünceyi meydana getirebilir. Bu titizlikten uzak gelişigüzel, aceleci söylemleri çoğu zaman düşünmenin konusu saymayız. Bir anlık ağızdan çıkan cümlelerin özrünü beyan ederken “O an düşünmeden söyledim” ifadesini kullanırız. Düşünme bu titizlikle gerçekleştiğinde muhatap olarak alınacak bir şeye dönüşürken sistematik düşünmek ya da disiplin çerçevesinde düşünmek bu titizliği önleyici etki taşıyabilmektedir. Sistematik olan her şey, muhatabına elinde olanı paket halinde sunar. Bir disiplin de kendi düşünme sistemini paket olarak sunduğunda karşımıza ne çıkar? En başta diğer disiplinlerle ilişkisi, tutarlılığı vs. görmezden gelinebilir. Kendi içinde tutarlılık arz etse de etkileşimde olduğu diğer branşlarla ilişkisinde tutarsızlıklar, uyumsuzluklar ve bütün bunların problem oluşturmadığı hissiyatı oluşabilir. Çünkü disiplini ilgilendiren kendi içyapısındaki bütünlüktür. Bir başkasıyla etkileşimden doğan problemlere yönelik eleştiriler kendi içyapısını tehdit etmediği varsayıldığı için görmezden gelinir. Böylece disiplinlerin sistematiğini meydana getiren eleştirellik ortadan kalkmış olmaktadır. Fizik, kimya, biyoloji, coğrafya gibi disiplinlerde böyle bir durum oluştuğunda o kadar problem teşkil etmezken felsefenin, mantığın, metafiziğin bunu yapması daha büyük sorunları meydana getirmektedir. Örneğin felsefe söz konusu olduğunda eleştirelliği yöntem olarak uygulamadan geçemeyiz. Çünkü felsefede eleştirellik bir bahis değil doğrudan doğruya işleyişin sağlayıcısıdır. Az önce kurduğumuz cümleye felsefeyi koyarak tekrar okuduğumuzda problem daha da belirginleşecektir. “Böylece felsefenin sistematiğini meydana getiren eleştirellik ortadan kalkmış olmaktadır.”

Felsefeciler diğer disiplinleri, özellikle inanca dair teolojik meselelerle ilgilenen disiplinleri sürekli dogmatizmle, taklitçilikle veya başka sebeplerle sürekli eleştiriye tâbî tutarken kendi geldikleri noktayı görmezden gelmektedirler. Gelinen noktada filozofların sözlerini aktarmaktan ibaret bir felsefe anlayışından daha da sorunlu bir mesele gündeme gelmektedir ki o da argüman taklitçiliğidir. Söz nakletmek refleksif bir duyguyla da gerçekleşebilecek bir yapı arz ederken argüman taklitçiliği dogmatizmin doğrudan doğruya felsefedeki tezahürüdür. Felsefeyle iştigal edenler filozofların sözlerini aktarmayı felsefe yapmak zannederken o problemi aşmış olanların aynı bilinçaltıyla yaptığı bir üst seviye hata, herhangi bir filozofun argümanlarının taşıyıcılığını yapmaktır. Argüman, taklit edilebilir değil üzerine akıl yürütülebilir mahiyet taşır. Üzerine akıl yürütülmeyen argümanın inançtan hiçbir farkı kalmamaktadır.  Aynı husus mantık için de geçerlidir. Tutarlı düşünmek eleştirel temelden geliyorsa sonu olmayacağı için düşünceyi besler. Ancak tutarlı düşünme çabasından kaynaklı refleksif bir etkiyle gerçekleşiyorsa amacından sapıyor demektir. Tutarlı düşünmeye çalışan kişi tutarlılığa ulaştığını anladığı anda düşünme faaliyetini sonlandıracak bir kanıya kapılır. Halbuki düşünmenin dairesel gelişim içinde ilerlediği hatırlanacak olursa o tutarlılık küçük bir daire içinde geçerli olurken daha üst bir dairede geçersiz olabilir. Burada problem geçersizlik değil, düşünme faaliyetini durduran refleksif tutumdur. Bu bağlamda Nietzsche’nin tutarlı düşünme çabasına yönelik eleştirileri hatırlanmalıdır. Bu hataların yarattığı en büyük problem de ömrü boyunca felsefe veya mantık okumuş bir kişinin çok basit mantık hataları yapabiliyor olmasıdır. Bahsi geçen disiplinlerin eleştirelliği kategorik değil ontolojiktir. Yani onun doğasında vardır. Ne zaman ki eleştirellikten saparlarsa o zaman doğasının dışına çıkmış olurlar. Kategorik olmadığı için eleştirel düşüncenin taşıyıcılığını yapmak aynı sapmayı ifade eder. Halbuki, eleştiri, kişiye özgü ve her zamandır.

Felsefenin eleştirel olması onun disiplin olmasının değil yöntem olmasının özelliğidir. Kitabın son bölümündeki bir disiplin olarak felsefe ile bir yöntem olarak felsefe ayrımına vurgu yapılması bu açıdan bakıldığında daha anlaşılır bir temele oturmaktadır. Yöntem içinde işlevsel olan eleştiri, disiplin içine girdiğinde o disiplinde yer alan herhangi bir konu olur. Felsefe, analitik yöntemle işlevselliğini sürdürdüğü müddetçe eleştirel düşünme ile murad edileni zaten gerçekleştirmiş olur ama disiplin olarak varlığını dayattığı müddetçe işlevsizdir. Heidegger’in bir metnine verdiği “Felsefenin Sonu ve Düşünmenin Görevi” başlığıyla vurgulamak istediği budur. Felsefe, geldiği sistematik bileşenli yapısıyla son bulabilir ancak düşünme eylemi yalın haliyle varlığını sürdürür. O’nun metafiziği, bilimi ve felsefeyi “Düşünme”den ayırmasının sebebi de bu yalınlıktan kaynaklıdır. Düşünme yalındır. Bilim, felsefe ve metafiziğin ise bileşenleri vardır. Bu bileşenler de yeri geldiğinde yalın haliyle düşünmeye belli oranda engel teşkil edebilir. 

Felsefenin, bilimin, metafiziğin uğradıkları bu akıbetlerden sonra elimizde geriye kalan sadece Düşünme’dir. En saf haliyle yalnızca Düşünme’dir. Eleştirel düşünmenin de disipline dönüştüğünde aynı akıbetleri yaşama ihtimali söz konusu olunca yolun başında daha dikkatli bir tutum sergilemek elzemdir. Eleştirel düşünmenin nasıl daha iyi yapılacağına dair bütün çalışmalar desteği hak ederken, onu dört başı ma’mur bir disipline dönüştürüp sınır çizdiğimizde emeklerin zayi olması sonucu ile karşı karşıya kalabiliriz. Kitap eleştirel düşünmenin nasıl yapılacağına dair sarih bilgiler verirken kitapla beraber düşünüldüğünde ortaya çıkan endişeleri göz önünde bulundurmak düşünme sorumluluğunun gereğidir. Sa’dî Şirâzî’nin “İnsan; bir damla kan, binbir endişe” mealindeki meşhur sözünü hatırlayabiliriz. Bu sözdeki endişe kelimesinin yerine düşünceyi koyduğumuzda vurguyu daha net hissederiz. “İnsan; bir damla kan, binbir düşünce…”

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s