Kısa Bir Mutluluk Hikayesi


Yazar: Ömer Gülen

Zihnimiz, yaşamak zorunda kaldığı her şeye alışıyor. Bence, insan türünün devamlılığını bu gerçeğin kendisinde aramak lazım. Her ne şekilde olursa olsun hayat devam ediyor. Hem, ne de olsa ömrümüzde yeni bir şeyleri umut etmeye her zaman bir neden vardır. Bu fikirle nefes alıyoruz. Ama aşkın bu gerçeğe kolayca teslim olmadığını biliyorum artık. Tekdüzeliğe, alışmaya, yokluğa direndiğini ve böylece benzersiz olduğunu biliyorum. Bu gerçeği iyiden iyiye anladığım olay sonrasında, o iki insan artık yaşamıyordu. Özlemle beklenilen bir zaman sonrasında gerçekleşmişti mukadderat. Moiralar, örmüştü pamuktan ipliği. Yaşanılanlar, ‘bütün yaratıkların, bir mutluluğun kurbanı olduklarını gördüm’ diyen Rimbaud’yu haklı çıkarmak içindi sanki. Oldukça nahif bir bedene sahip olan kız, hasta olmuştu buluşmadan kısa bir zaman sonra. Soğuk muydu onu hasta eden, salgın mıydı neydi bilmiyorum. İnsanın derinlikle ilişkisinin ölüm ve aşk karşısında hissettiği tecrübeyle mümkün olacağını okumuştum bir kitapta. Ölüm, aşk ve derinlik. Kerem’in derinlik içinde arzu ettiği bir hayat yoktu. Umudu sımsıcak bir aşktı. Daha ilk buluşmanın akşamında, parkta, anlamıştı onsuz yaşayamayacağını.  

Kerem’le yirmili yaşlarda tanışmıştım. Sonra da hiç ayrılmadık. Gençlik yıllarımız, huzurlu günler sayılmaz. Fabrikalar arasında, inşaatlar arasında hep bir kaçış hali. Aynı yaşlarda askere gitmiştik. Aynı şehirde okuduk, aynı evde kaldık. Tek eğlencemiz, birilerine düşman olmaktı. Bunun için kitaplar, şiirler okuduk. Arada aşık da olmuştuk. O, tek bir kişiye aşık oldu. İlk gördüğü günlerden beri hep onu sevdi. Kız çok uzağında değildi ama yakınında da değildi. Kızın kalbi de ona karşı boş değildi bilirdim. Her şey oracıkta başlayacaktı ama ikisi de bu adımı atmadı. Günler böyle geçip gitti. Görev gereği başka bir şehirde olduğum bir gün Kerem’den bir haber geldi. Çarşamba gününün doğal bir hali çözüvermişti kilidi. Bürokrasinin hantallığı işte; biri okuduğu kitabı vermek için diğeri okuyacağı kitabı almak için kütüphane içinde beklerken olan olmuştu. Sırasında bekleyen Gönül, sıkılıp sabırsızlandığı bir an geri dönünce Kerem’i karşısında görür.  O an bile aklında olan kişiyi aniden karşısında gören dostum afallar birden. O kadar da yabancı değiller ki birbirlerine selam vermesinler. İlk merhaba kızdan gelir. Bir garip konuşma başlar aralarında. Kuyruktan, okuldan, kitaplardan konuşurlar. Bu an içerisinde, Gönül’ü bir daha görememe korkusunu içten içe yaşayan dostum, bulundukları durumun cesaretiyle, onu çay içmeye davet eder. Bugün mümkün değil ama Cumartesi memnuniyetle der Gönül. Bu saatten sonra sır saklamanın haksızlık olduğunun o da farkındadır: “-hem zaten, okuldan sonra sizi hep merak etmiştim,” der. Böylece uzun zaman sonra iki aşık kavuşmuş olur birbirlerine.

Karşılaşmadan sonraki üç günün onlar için izahı pek yok. O bekleyişi hiçbir şeye benzetemediler. Onların halini gören bir kişi hakkıyla şu suali sorar. Üç günün heyecanı için mi bunca zamanın eziyetini çektiniz? Onlar pekala bu üç günün güzelliğinin, yıllara bedel olduğunu anlatacaklardır. Kız çoktan, erkeğin onsuz ama onunla yaşadığı yıllar için bir masal dünyası yaratmıştı kendine. Erkek için, belirsizlikte karşısına çıkan şeyin derinliğini anlatmak için ne felsefe ne de şiir bir işe yarayabilir. Nihayet belirlenen gün gelmişti. O gün, bahar güneşine güz soğukluğu eşlik ediyordu. İki yabancı gibi buluşmadılar. Biraz acemiydiler o kadar. Birbirlerine anlatacakları şeyleri vardı. Anahtar nerede kaybolmuştu, neden aramaktan vazgeçmediler. Güneş, yağmur bulutlarının arasından fırsat buldukça onların haline tanık olmaya çalışıyordu. Yalnız iki kişiydiler şimdi bu dünyada. Kendileri hakkında, çok da yabancısı olmadıkları hikayeleri anlatırken, zihinlerinde tamamlanmamış o eski günlere tekrar gidiyorlar, orada bir yerlerde sır tuttukları şeyleri tek tek itiraf ediyorlardı. Üzerlerine sürekli garsonun gölgesi düşüyordu. Çaylar, kahveler içildi, tatlılar yendi. Saat ikindi vaktini gösterirken yarım saat boyunca yağan sert yağmur da durmuştu. Biraz yürümeye karar verdiler. Mevsimini şaşırmış bir kış soğukluğu, güneş kaybolur kaybolmaz bütün şehri esir aldı. Yürüdüler, yürüdüler. Saatler ilerliyordu ama bir türlü ayrılmaları gereken istasyonu tayin edemediler. O şekilde kızın mahallesine kadar yürümüşlerdi. Gönül, saatine baktı. Kendine göre bir yarım saati daha vardı ve Kerem’e, yakında bir park yeri olduğunu, dilerse bir yarım saat daha oturabileceklerini söyledi. Bundan daha güzel bir davet olabilir miydi Kerem için. Yarım saat bir saat olmuştu. Zamana pek duyarlı değillerdi şimdi. Soğuk, istemsiz, iradelerini ele geçirmeye çalışıyor, onların durumunu birbirleri için eğlenceli hale sokuyordu. İkisinin de soğuğa dayanacak halleri kalmamıştı. Selamlaşıp ayrıldılar. Sonraki günler için plan yapmayı unutmuşlardı. Kader oracıkta unutulan şeyin yerini boş bırakmadı. Birkaç gün içinde kız hastalanıp alelacele hastaneye kaldırıldı ve orada son nefesini verdi.   

Kızın ölümünden sonra Kerem, kendi sessizliği içinde kayboldu. Evden erken çıkıyor, geç saatlere kadar gelmiyordu. Kısa bir zaman içinde ayakta duramayacak kadar zayıflamıştı. Eve yine geç geldiği bir gün, henüz yarım saat geçmişti ki odasından çıkıp yanıma geldi. Bu halini o kadar çok özlemiştim ki, sevinçle: “-çay içer misin Kerem?” dedim. Bitkin bir sesle, “-teşekkürler”, dedi. “-Sana söylemem gereken bir şey var.” Üzerinde garip bir hal vardı. Korkmuştum ama belli etmemeye çalışarak: “-tabi buyur” dedim. “Bedenim bir sona hazırlanıyor sanki. Yaşamak fikrine ait her şeyi unutuyorum. Bu beni korkutmuyor ama. Onun yokluğunu hiçbir şeyle dolduramayacağım biliyorum. Bu düşünce bedenimi esir aldı.” Kerem’in iki hafta içinde değişen görünümü beni fazlasıyla tedirgin etmişti ama ilk zamanların acısı geçince yavaş yavaş düzeleceğini düşünmüştüm. Ama şimdi gözlerinde bir düşünceye teslimiyetin kararlılığını görüyordum. Bu iki hafta içinde ilk defa Kerem’in yüzünde gözyaşı gördüm. Ne diyeceğimi şaşırmıştım. “-İlhami, benim için bir iyilik yapmanı istiyorum. Bana bir şey olursa şu numarayı arayıp onlara haber verir misin?” dedi. Sonraki iki hafta içinde Kerem gözlerimin önünde eriyip gitti ve bir Cumartesi sabahı öldü. Kendi durumu hakkında kimseye bir şey söylemememi istediği için ailesini de arayamamıştım. Öldüğü gün aradım onları. Öğle saatlerinde gelmişlerdi Ankara’ya. Bana verdiği telefon numarasını da aradım. Telefonu Gönül’ün babası açmıştı. Kerem’i daha evden çıkarmamıştık ki Derviş Bey ve eşi gelmişlerdi. İkindiden sonra cenazeyi kaldırdık ve Gönül’ün yanına defnettik. Taziye için gelen dostlarımız, komşularımız gidince Kerem’in ve Gönül’ün ailesi ile baş başa kaldım. Ben ne yapacağımı şaşırmış bu olanları düşünürken, sanki bir nişan merasimi için bir araya gelmiş ailelerin durumuna mağmum bir nazarla bakıyordum. O sıra Kerem’in babası Ahmet Bey bana döndü: “-İlhami oğlum nedir bu hikaye” dedi. Ben anlatmaya başlarken eşleri de gelmişti yanımıza. Büyük bir sessizlik ve merakla dinlediler beni.

“-Biz üniversitede ikinci yılımızı tamamlarken, Kerem Gönül’ü görüp sevmişti. Başından beri aramızda gizli saklı bir mesele değildi bu sevgi. Zamanla kızın da haberi oldu bu sevdadan. İkisinin halindeki garipliği hepimiz bilirdik ama neydi o sıra onları bir araya getirmeyen şey anlamadım. Kerem, bu gizli sevdayı içinde saklı tutarken, tüm mesaisini öğrenmeye harcıyordu. Bu işleri o kadar heyecanlı yapıyordu ki hayatın zaruretlerinden arınmış bir arayışın içindeydi sanki. Bu koşuşturmanın içinde Gönül’ü bir an bile unutmadığını sadece ben bilirim. Pek anlam veremezdim ya haline, Kerem işte deyip geçerdim. Bir ay öncesine kadar neredeyse iki sene birbirlerini hiç görmediler. Kerem umursamıyordu bu durumu. Aklında bir Gönül vardı ve bu ona yetiyordu. Ben iş sebebiyle Maraş’tayken Kerem beni aradı. Sesi heyecan doluydu. O gün Gönül’le karşılaştığını biraz ayaküstü konuştuklarını ve Cumartesi günü tekrar görüşeceklerini söyledi. Neşesine, sevincine diyecek yoktu. Ben Maraş’tan Cumartesi sabahı döndüm. Eve girerken Kerem’de hazırlanmış çıkıyordu. O anları görmeliydiniz.” Bu ara Gönül’ün annesi Saime Hanım araya girdi. “-Ben gördüm oğlum” dedi, “-kızımın üzerinde gördüm o hali. Kızımı hiç bu kadar sevinçli görmemiştim. Meğer bugünler içinmiş o sevinç..” deyince ağlamaya başladı. Sözcükler boğazımda düğümlendi. Kendimi tutarak devam ettim. “-Akşam eve geldiğinde,  o gün yaşananları coşkuyla anlattı bana ama gözlerime dikkatlice baktığı birkaç saniye sonra susup odasına çekildi. Bu durumu pek merak etmedim o zaman. Kerem, her zaman hüzünlüydü ne de olsa. Sanırım iki gün sonra siz ve kızınız hastaneye kaldırılmışsınız. Çarşamba günü de kızınız vefat etti. Kerem o gün eve gelmedi. Kızınızın hastanede yattığını biliyorduk ama hangi hastanede olduğunu bilmediğimiz için durumu merak edip birkaç arkadaşla birlikte şehirdeki bütün hastaneleri dolaşıp Kerem’i aradık ama bulamadık. Ahmet Amca’yı aramaya karar vermiştim ki Kerem o gün akşam geldi. Perişan haldeydi. Elbiseleri ıslak, çamurluydu. Konuşmuyor, yemiyor, uyumuyordu. Her sabah erkenden evden çıkıp akşama doğru geliyordu. Bir akşam yanına gidip, beraber Gebze’ye gitmeyi teklif ettim. “-Gideriz bir iki hafta içinde ama önce bana bir söz ver” dedi. “Gideceğimiz zamana kadar bu yaşananları kimseye anlatmayacaksın.” Söz vermiştim. Bu birkaç gün içinde Kerem, üzerindeki derin hüzne rağmen biraz neşeliydi. Az az yemek yemeye de başlamıştı. Ölmeden önceki akşam ben bu odada çalışırken yanıma geldi. Gözlerinin içi parıldıyordu. “-Bir rüya gördüm İlhami” dedi. “-Yerde peteğe sırtımı vermiş okuyordum. İçim geçmiş o ara. Kapı açıldı. İçeri Gönül girdi. Ben oturduğum yerden ona bakarken yaklaştı elinde yeşil, küçük bir ip parçası vardı. Onu bana verdi ve sonra gitti. Kerem’le son konuşmamız bu olmuştu.” Ben hikayeyi anlattıktan sonra herkes susmuştu.  

Odanın iyice sessizleştiği bir vakit ben de Derviş Bey’e Kerem’le nasıl tanıştığını sordum. O da bu hikayeyi anlattı. “-Gönül toprağa verilirken cenazeye biz katılamamıştık. Benim başka şehirde oturan oğlum ve gelinim oradaydı. Oğlum, görevliler arasında yabancı birini görünce, halinde bir gariplik olduğunu anlayıp yanına yaklaşarak sormuş kim olduğunu. Hiçbir şey söylemeden dönüp gitmiş. Ben ve eşim, bir hafta sonra kızımın mezarına gidebildik. Orada Kerem’i kızımın mezarının başında gördüm. Biz mezara yaklaşana kadar duymadı geldiğimizi. Çiçekler dikilmişti kızımın toprağına. Bu çiçekleri, onun diktiğini anlamıştım. Elimi omzuna doğru uzatmıştım ki aniden geri döndü. Ağlıyordu. Evladım sen kimsin diye soracaktım ki başını eğip hızlıca uzaklaştı oradan. Eşim birkaç defa arkasından seslendi ama geri dönmedi. Orada yaşananları akşam oğluma anlattım telefonda. “-O delikanlı cenaze günü de oradaydı” dedi oğlum. Kim olduğunu iyice merak etmiştik. Bir gün sonra, mezarlığa gittiğimde yine oradaydı. Yanına yaklaşıp selam verdim ve bir şey yapmasına izin vermeden: “-evladım kaçma lütfen, bekle biraz konuşalım” dedim. Yerinden kımıldamadı. Başını kaldırmadan “-bana kızmayın efendim, ben kızınızı çok seviyorum” dedi ve ben daha bir şey diyemeden koşarak gitti. Kızımın toprağına baktım, üzerindeki çiçeklere, bir de hızlıca uzaklaşan delikanlıya.” Kerem’in annesinin gözlerinde yaşlar birikmişti. Hepimiz Derviş Bey’in anlattıklarını, derin bir kederle dinliyorduk. “-Anlamıştım bunun karasevda olduğunu. Kerem’e karşı içimde büyük bir muhabbet hissettim. Akşam olanları karıma anlatınca oğlunuzun haline o kadar çok ağladı ki Kerem’i görmek istediğini söyledi. Ertesi günü, yine mezarın başındaydı. Yanına gittim. Beni bekler gibi bir hali vardı. Gelişimi görünce ayağa kalktı. Elimi öptü. Yüzüme dimdik bakarak konuştu: “Sizden bir şey isteyeceğim efendim. Ben ölürsem eğer kızınızın yanına gömülmeme izin verir misiniz” dedi. “-Evladım” diyecektim ki elime sarılarak “-lütfen efendim” dedi. Sesi öyle mahzun, yalvarırcasına çıkmıştı ki. O an bu çocuğun yavaş yavaş eridiğini fark ettim. Gözlerimden yaş geldi. Elimi omuzuna koyup “-sen benim evladımsın, oğlumsun, elbette” dedim. Teşekkür etti ve telefon numaramı istedi. Numarayı alır almaz da hızlıca uzaklaştı. Sonraki her gün, kızımın mezarına giderken bir arzum da Kerem’i görmek olmuştu. Ama işte, bugünün sabahına kadar ondan bir daha haber alamamıştım.” Kerem’in annesinin elinde oğlunun bir fotoğrafı vardı. Fotoğrafı kızın annesine uzattı. Kadıncağız fotoğrafa yaşlı gözlerle bir zaman bakıp tekrar geri uzattı. Nezahat Hanım, “-sende kalsın ben de bir tane daha var” dedi. O sıra kızın annesi de çantasından Gönül’ün fotoğrafını çıkarıp Kerem’in annesine uzattı. Eline fotoğrafı alıp dikkatlice baktı kadın. Kısık bir sesle “-güzel gelinim” dedi ve öptü.

5 comments

  • Kaleminize sağlık. Yazınızı çok beğendik. Hepimizin içinde çeşitli tecrübelerle ölümü deneyimlemiş parçalar var. İçimizde oluşan hisle de kendi deneyimimizi paylaşmak istedik. Vaktiyle nefes alan bir bedende ölümü tüm şiddetiyle deneyimlemiştik. Bu durum “ölmeden önce ölünüz” ihtarına kadar götürdü. Evet işte kendi isteğimle cânı gönülden geride kalanları da bırakıyorum, tüm geçmişi tüm bildiklerimi yakıyorum dediğimiz yerde Diriliğin Yolu açıldı. Doğumun ölümle, ölümün doğumla iç içe olduğu o yerde bir önceki anda ölüp bir sonraki anda yeniden doğarak kendimizi ebediyetin kollarına bıraktık. Geçmişten bize kalanda bu bizim hangi kayıp parçamızı tamamladı, tekamül için neden katıldı? Sonuç hep hayra, faydaya oldu herşey tamda olması gerektiği gibi demenin teşekkürleri katıldı. Akışın içinde ak’an olarak, herdem uyanarak ol’ana Var Edenin sevgisi, var edilenin tüm hikayesini taçlandırdı.

  • Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Allah istemeden kul isteyemiyor. İnsan arzu ettiğine kavuşacağını zannediyor. Hayat süprizlerle dolu.

  • İnsanın en yakının/sevdiğinin ölümünü tahayyül etmesi bile nefesini kesiyor. Ondan sonrası “nasıl olur”u düşünmek en az ölüm kadar acı verici. Hayatım boyunca bu sonrasının cevabını düşündüm. Bu yazı yeni bir ufuk kazandırdı bana. Teşekkürler, kaleminize sağlık..

  • Kaleme dil kağıda ses olmuşsunuz. Muhabbetiniz daim olsun.
    Böylesine sevdaları toprak öyle güzel bağrına basıyor ki sevdaları baki olsun diye .

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s