Yazar: Abdullah Kavaklı
Taş döşeli kocaman bir meydan ve uçsuz bucaksız bir düzlük içerisinde gökyüzünün yeryüzüne iple bağlandığı noktaya bakıyorum. Registan Meydanı’nda[1] üç koca medresenin önünde eskiyi hayal edip önünden geçen develeri, çok uzaklardan ilim için gelmiş talebeleri görüyorum. Bir zamanların kocaman üniversiteleri bunlar, hendese, cebir, astronomi, hadis, fıkıh ve diğerleri… Bu şehrin bir tılsımı var, içine gireni büyülüyor, kendine çekiyor, hırpalıyor, dağıtıyor, sonra kendine getiriyor; biz neydik ne olduk dedirtiyor.
Bir hoca öğrenci arasında olması gereken hassasiyetle dökmeye çalışıyorum kelimeleri, buraları gelip görmen için her şeyi öğretip belki de en önemlisini söylemiyorumdur sana, mesela Bursa’da Yeşil Türbe’nin sırrı bilinmeyen yeşili buradan… Dünyayı tek bir yerden çizilmiş bir cetvel kadar basit ve bir o kadar karmaşık coğrafyaların içinde bize sadece doğuyu ve batıyı öğrettiler, doğu dediğimiz İran’ı geçmiyor, batı dediğimiz de Kuzey Amerika’da bitiyor. Bilmediğin coğrafyaları dinlemek, hiç alakan olmayan bir iklim, tanımadığın bir insan, senin dünyanda olmayan bir konu hakkında sana fikir sorulması kadar sıkıcı bilirim. Ama en önce bence bu coğrafyayı tanımalısın. Senin köklerin burada çünkü. Şunlar yurdunda gördüğün dallar sadece: Gök Medrese (Sivas), Yakutiye Medresesi (Erzurum), Anadolu’nun kökü burada…
Gün geçtikçe gezdikçe ve gördükçe neden tanıman gerektiğini daha iyi anlayacaksın. Çölü, çölün ortasındaki vahaları, Turfan’ı mesela, o pazarlarda meyvenin tazeliğinden bahsederken turfanda dersin ya, işte o turfanın sonu görünmeyen düzlükleri ve göğü tutarcasına heybetli dağlarını bu coğrafyada görmelisin. Anadolu’nun o mis gibi narenciye kokan portakal bahçeleri, Anamur’un muzu yok elbette, ama çileğin, kayısının, eriğin, elmanın, üzümün, kavun karpuzun en güzelini yiyebilirsin burada. İklim dersem sen Türkistan’ı bil, gezdiğimizde Semerkant’ı…
Burası Registan Meydanı, karşımda kocaman yüksekçe duran kapılar hepsi ayrı bir dünyaya açılıyor. Bense hayal kurmayı severim ve kurduğum hayali yaşamayı da. Önünde rahlesine eğilmiş dersini veren öğrencileri görüyorum. Medreselerin içinde mescit olmamasına rağmen yapılan kubbelerin sebebini öğreniyorum, geceleri yıldızları izlemek için kubbelere çıkan müderrisin sessizce gökyüzünü izlemesini izliyorum sonra. Bu müderrisler cihanı anlayınca Kuran’ın daha iyi anlaşılacağını düşünürken neden sonra Kuran’ı anlayınca cihanı anlayacaklarını umdular diye düşünüyorum. İmam Buhari’nin makberesi şehrin biraz dışında ama ismiyle müsemma Buhara’da değil Semerkant’ta . Daha doğrusu hadis imamlarının birçoğu bu iklimden. Önceleri Budizm levhalarının toplandığı bir gelenek varmış bir rivayete göre, İslam geldikten sonra da bu, hadis rivayetlerini toplamaya dönmüş. Yanlış hatırlamıyorsam Kütüb-i Sitte’deki 6 kitabın beşi Türkistan’dan (Horasan’dan Hıtay’a (Çine)) … Tasavvuf da öyle.
Sonra Semerkant’ı gezeceksek kağıt fabrikalarından da bahsetmek gerek, zamanında iki bin kağıt fabrikası varmış. Çin’in ipek kağıdı ipekten, ipekse ipek böceğinden, ipek böceği dut yaprağı yiyorsa, bu kadar şeye gerek kalmadan demişler biz nasıl yaparız bu kağıdı. Dut ağacını almışlar ellerine, kaynatmışlar, dövmüşler, daha ucuza kağıt üretmişler o zamanların Avrupa’sına kadar giden… İşte bu yüzden Ortaçağda İslam Dünyasında milyonlarca kitap vardır.
Biraz daha yürürsen görürsün ki Afrasiyap bu toprakların efsanesi… bütün hikaye, piramitlerin içerisindeki hiyeroglifler gibi resmedilmiş duvarlara, ama kerpicin yıllara dayanamayan yapısı, çölün kum fırtınaları altında kalmış, bir de Moğol istilası tarihe gömmüş birçok yeri…
Semerkant’ta İmam Maturidi, burada yatıyor; Registan meydanından yukarıya doğru yürüyünce çingene mahallesinin içerisinde bir mezarlıkta, sessiz sedasız duruyor orada…
Kimler aşkla göçtü, kimler eşkıyalıkla, canlı Kur’ân diye bağlama çalan, Türk kültürünü Anadolu’ya getiren Alevilere ne oldu? Ali’siz Alevi, Allah’sız Alevilik nasıl olur? İbni Sina, Harezmi, Uluğ Bek, Tacik mi Farisi mi Türk mü ne önemi var. Maveraünnehir, Anka Kuşunun kanatlarında olan bir yer değil; yaşanmış hikayelerin, dünya mirasına kattıklarını unuttuğumuz bir çok alimin, komutanın gelip geçtiği bir iklimdir. Geçmişle övünmek şimdi için bir şey üretemeyen toplumlara mahsus. Ancak geçmişi bilmek de köklü bir medeniyeti olan bizlere bunları tekrar yapabiliriz umudu katmaz mı?
[1] Semerkant’ta medreselerin önündeki meydana verilen isim.
<script async src="https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js?client=ca-pub-3262373778618754"
crossorigin="anonymous"></script>