Dile Kolay, Gönle Zor


Yazar: Zeynep Özer

Ne istiyordu Şehr-i İstanbul’un bulutları kadından? Çoğaldı gök kubbede gözyaşları da kimseye sesini çıkaramadı kadın. Onca cümle birikti de içinde sükût olarak döküldü dışarı. Gözyaşlarından daha arındırıcı bir şey varsa o da içindeki yangındı. Külleri donsa izleri silinir miydi? Bu kavrulan yürek kimindi artık?

Güzelliğin sınırı yoktu ya hani, bu kez öyle değildi, kadın için adamın sureti bütün güzelliklerin sonsuzluğuna bedeldi. Bu yeterdi. Adam nasıl mahzun olsundu sonraki hayatında? Kadının bakışı yeterdi. Öyleyse bu aşkın hükmü de hükümlüsü de adamdı. Kadının üzerine bu hüzünlü örtüyü adam örtmüş sonra da kader dememiş miydi? Kadın kadere kendini bıraktığında hafiflerdi, bu seferki başka türlüydü. Geleceğim dememişti, beklenmeli miydi? 

Hayatına beklenmedik bir sevinç kaynağı gibi gelmişti adam. Bir sevinç ki kalbinin üzerine titriyordu kadının. Öyle ya hikâye ve kahramanı farklı diyarlara savrulmuşlardı. Her şeye razıydı kadın, yeter ki şu iki diyar, aralarındaki köprüyü yıkmasındı. O köprü ki kimi zaman konuşarak kimi zamansa susarak kurulmuştu. Kadının bahtı adamlayken anlamlıydı. Şimdilerdeyse baht defteri tozlu raflarda unutulmuş eski bir defterdi. Bu acıyı ancak Âlemlerin Rabbi dindirebilirdi. Amenna. Öte yandan dünya âleminde giden eksiliyordu. Kural böyleydi. Ne var ki adam hiç eksilmiyor sanki her gün yeniden doğuyordu. Kadın ne zaman ki susuz kaldı, anladı ki aşk çölünün suyu adamdı. Çöl için su her şey demek değil miydi?

Her cümlenin bir noktası olurdu ya bu cümle virgülde kalmıştı.

Eksikti. Sahibine ulaşacak kelimeleri olsa da yarımdı. Cümle kapısı aralık kalmıştı. Eksildikçe daha çok buluyorlardı birbirlerini belki de kim bilir. Hem yarım kalan her şey tamamlanmaya muhtaç değil miydi? Öte yandan dua da tek eksilmeyendi. Yüreğinin takılıp düştüğü taşı unutmayı diledi kadın. Ona göre her taş yerinde ağırdı, istememeyi istemeyi diledi ilk defa kadın. Kalbi kaç yerinden sarsılmıştı. Kırgın bir gönülzedeydi. Çok bunalmıştı kadın. “Rabbim” dedi: “Yüreğimin kafesindeki solgun kuşu kanatlandıracak bir güzellik kondur.”

Adamın gönül bahçesinden kadın geçmişti. Gayrı kim koşabilirdi o bahçede? Kadının derin gözlerinden adam geçmişti. Gayrı hangi şiir söz geçirebilirdi o gözlere? Mutlulukları aynıydı ama acıları birbirine benzemiyordu şimdi. O halde insan nasıl sadece kendinden sorumlu olabilirdi? Olamazdı. Adil olan birbirlerinin kaderlerinden de sorumlu olmalarıydı.

Birlikteyken göz kenarlarına çizgiler ekleyen şehir, şimdilerde alnına yeni çizgiler ekler olmuştu kadının. Nasıl eklemesindi?  “İpekten gül desenli bir elbise giysen kumaşın üstündeki gülün dikeninin gölgesi seni incitir diye korkarım” diyen adam, incitip gitmişti.

Cevaplanması gereken bir sual vardı geride: Gönül kuşu kalbindeyken kime yazık olmuştu? Kim ne kadar eksikti şimdi? Öyle bir yerdeydi ki kadın, gecikmişliğin çizgisinde duruyordu sanki. Yeniden yola çıksa nasibi olan yoluna çıkar mıydı?  Bir daha böyle sevemez zannettiği kalbi bir kez daha sever miydi?

One comment

  • Mazisi insanın yeryüzündeki serüveni kadar eski olan gönül meselesine erkeklerin kaleminden bakmaya alışık yazın alemini kelimelerinden o ateşi hissettiği ve hissettirmedeki mahareti ortada olan bu kalemden bakmaya davet ediyorum ve devamını sabırsızlıkla bekliyorum.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s