Hikmet Bey’in Garip Mizah Anlayışı


Yazar: Ömer Gülen

Bu olay, fena halde canını sıkmıştı şehir ahalisinin. Yaşadıkları garip şeylerin neden kaynaklandığını öğrendiklerinde büyük bir huzursuzluk yaşadılar. Olaya sebep olanlarla ilgili birçok şikayet dilekçesi yazıp gönderdiler yüksek makamlara. Bu dilekçelerden en itibarlı olanlarından birinin içeriği özetle şöyleydi: ‘doğa tarafından bize bağışlanmış kişisel haklar, aynalama tekniği şeklinde kurgulanmış bir yöntemle kişiliğimize yönelik saldırıya dönüştürülmüştür.’ Dilekçeyi kendisi de olaydan muzdarip olan psikiyatrist biri yazmıştı. Binlerce kişi bu dilekçenin altına imza attı. Yetkililer olayı araştırdıklarında ne yapacaklarını şaşırmış, kimi hangi sebeple suçlamaları gerektiğini bilememişlerdi. Çaresiz kalınca adli yetkililerden yardım istediler. Onlar da olayı inceledikten sonra söz konusu mesele hakkında yeni bir kanun maddesi hazırlamaya karar verdiler. Buldukları yasaya göre ‘yurttaşların kişilik haklarını, kullanılan yöntemin doğallığına bakılmaksızın teşhir etmek, herkes tarafından kabul edilmiş yurttaş birlikteliğinin paylaşıldığı ilişkiler düzeyinin, gerçek ya da gerçek dışı yöntemlerle ilzam edilmesi kanun dışı görülüp bu işten sorumlu kişi veya kişilerin, kamu düzeni ve yararı için ceza müeyyidesine uğratılması…’ gerekiyordu. Hazırladıkları kanun maddesini hızlıca şikayet merciine, onlar güvenliğe, onlar da tekrar belediyeye ulaştırdı. Belediye meclisi hemen toplandı. Kendilerine bildirilen yasanın baskısı altında aldıkları kararla Hikmet Bey’in iş akdinin durdurulmasına ve tazminatının ödenerek işten çıkartılmasına karar verildi. Hikmet Bey, kendisi hakkında verilecek kararın ne olacağını pekala biliyordu. Karar sürecinin bütün resmî aşamaları nihayete erdiğinde, Belediye Başkanı Hikmet Bey’in odasına gelip alınan kararı ona bildirdi. Aldığı haber şaşırtmadı onu. Yeni hazırladığı çaydan bir bardak doldurup Başkana uzattı. Başkan Ulvi Bey, Hikmet Bey’in çocukluk arkadaşıydı. Çocukluk dostluklarını üniversite günlerine taşıyacak kadar bağlılardı birbirlerine. Çayını içerken ‘-Hikmet ne işler açtın başıma, hiç değişmeyecek misin sen’, dedi. Hikmet Bey de ‘-bu sefer bana değil kızacaksan şu sevimli şeye kız’ deyip başıyla çiçeği gösterdi. Yarım saatlik bir muhabbetten sonra Ulvi Bey, izin isteyip ayrıldı odadan. Az bir zaman sonra Hikmet Bey de yanına çiçeğini alıp çıktı. Binadan çıkarken çiçeğin kokusunun ulaştığı birçok kişi, odalarından tek tek çıkıp uğurladı Hikmet Bey’i. O da her zamanki güler yüzlülüğü ile karşılık veriyordu. Belediye binasından çıktığında seveni sevmeyeni, herkesin içinde bir burukluk kalmıştı.

Evi bir saatlik yürüme mesafesindeydi. Neredeyse her gün evine yürüyerek giderdi. Ellerinin arasında çiçeği, evine doğru yürürken Hikmet Bey’i ve çiçeğini tanımış bazı kişiler onlara zarar vermek için hınçla yanlarına yaklaşıyor fakat çiçeğin büyülü etkisinin altına girer girmez oldukça uysal insanlar haline geliyordu. Dükkan kapıları, evlerin pencereleri bir bir açılıyor kokunun etkisi kaybolur kaybolmaz öfkeyle kapatılıyordu. Hikmet Bey, mahallesine kadar bu şekilde yürüdü. Mahalleli için, yardımsever, beyefendi, çocukla çocuk olan bir garip âdemdi o. Çok hürmet gösterirlerdi ona. Komşularının yaptıklarını onlar da duymuştu. Hiçbir şekilde içerlemediler. Ağızlarından sadece ‘aşk olsun’ sözüğü çıkmıştı. Bahçe kapısının önüne geldiğinde yorulmuştu. Kapıya vurdu. Tek katlı, genişçe bahçesi olan güzel bir eve sahiptiler eşiyle. Kapıyı, Gülseren Hanım açtı. Bunca zaman evliydiler ama alışmamışlardı bu gelip gitmelerin tekdüzeliğine. İlk tanıştıklarında birbirlerini nasıl beklediklerini düşündülerse hala öyleydi birbirlerinden uzakken ki özlemleri. Kapı kapandıktan sonra bir zaman öylece bakıştı sevgililer. Hikmet Bey, biraz uçarı halde elindeki çiçeğe işaret ederek ‘-bu yaramaz şey beni işimden etti’, dedi. Gülseren Hanım, ‘-siz iki yaramazın yaptığı yenir yutulur şey değil ama hayrolsun artık’ diyerek karşılık verdi. Böyleydi onların dünyalık kaygıları. ‘-Madem bugün erken geldin benden hemen yemek bekleme’ dedi ve ekledi, ‘-çayım da hazır hani’. O mutfağa gitti, Hikmet Bey de ceketini çıkarıp bir kenara koydu, vişne ağacında asılı bıraktığı çapayı alarak başladı toprakta çukur kazmaya. Çukuru kazarken o günleri tekrar aklına getirdi.

Belediye başkanı, seçim süreci boyunca halka vadettiği parkın kaba işçiliğini geç de olsa tamamlatınca geriye sadece parkın peyzaj kısmının yapımı kalmıştı. Bu işle de Mimar Hikmet Bey’i görevlendirdi. O da herkesin hayran olduğu güzellikte gerçek bir ustalık eseri ortaya çıkarmıştı. Çevre düzenlemesi bitince, geriye sadece parkın merkezindeki bahçeye dikilecek çiçekler kalmıştı. Hikmet Bey burayı öyle çiçeklerle donattı ki hem kokusuyla hem de görüntüsüyle büyüleyici güzelliğe sahiplerdi. Gelin görün ki Hikmet Bey’in botanik bilgisi, içindeki mizah tutkusuyla birleşince tüm kenti huzursuz eden olaylar da başlamış oldu.

Parkın tüm işleri tamamlanmış ve açılışı o çiçeklerin yanı başında yapılmıştı. Herkes için büyük bir olaydı bu çiçeklerin sıra dışı güzelliği. Tüm şehir kısa zamanda çiçeklerin varlığını öğrenmiş, bunu kendi eğlencelerinin bir parçası haline getirmeye başlamıştı. Çiçeklerin etrafında büyük bir curcuna başladı. Sevgililer oradaydı, yeni evlenenler, aile fotoğrafı çektirenler, kendi fotoğraflarını dünyanın beğenisine sunma arzusu taşıyanlar, kediler, köpekler… hepsi bu curcunada yerlerini almıştı. Kendi hallerinde, bu doğal güzellikle tanışma arzusu taşıyanlar bir türlü bu kalabalıktan fırsat bulup çiçeklere yaklaşamıyordu. Çiçeklerin kokusu onları daha çok cezbediyordu fakat utangaç halleri ve kalabalığa karışma korkusu onları engelliyordu. Onlar gececil misafirlerdi ve herkes evine gidince onların mesaisi başlıyordu. Bu buluşmaların bir büyüsü vardı. Ertesi sabah kim çiçeklerin yanına gidiyorsa onların bir gün öncesinden daha canlı ve diri olduğunu rahatlıkla görebiliyordu. Fakat onların ziyaretleri bile mukadder olanın gelişini engelleyemedi. Daha bir ay geçmemişti ki çiçeklerden katlanılmaz bir koku gelmeye başlamıştı. Garip olan çiçeklerin görüntülerinin eskisi gibi canlı olmasına rağmen bu iğrenç kokunun yayılmasıydı. Kalabalık ziyaretçilerin geliş gidişleri hemen sonlandı. Bir tek gerçek dostlar çiçekleri görmeye geliyordu fakat zamanla onların gelişleri de kesildi. Kimse çiçeklere yanaşmıyordu artık. Bu zamanda çiçeklerin tek ziyaretçisi Hikmet Bey’in kendisi kalmıştı. Sabah akşam onları görmeye gidiyordu. Bu ziyaretlerinin bazılarında eşi Gülseren Hanım da yanında oluyordu ve herkesin şaşkın bakışları altında bu kötü kokunun içinde bir zaman kalıyorlardı.

Çiçeklerin en kısa zamanda, parktan sökülmesiyle ilgili dilekçeler yazılıp belediyeye ulaştırıldı. Belediye Başkanı ne yapılması gerektiğiyle ilgili kararı Hikmet Bey’e bırakmıştı. Şikayet dilekçeleri arttıkça, başkan da onu sıkıştırmaya başlamıştı. Bu şekilde on beş gün geçti. Fakat bu zaman içinde garip şeyler olmaya başladı. Parka spor için gelen insanların dikkatini, çiçekleri ziyarete gelen kişilerin artması çekmişti. O kokuya nasıl katlandıklarını merak etmelerine rağmen bu durumu uzaktan izlemeyi tercih ediyorlardı. Bir iki gün sonra çiçeklerin büyüleyici kokusu tekrar tüm parkı etkisi altına almaya başlamıştı. Bu nasıl olabilirdi. Aynı çiçek, aynı mevsim içinde yeniden eski güzel kokusuna tekrar kavuşmuştu. Herkesin merak ettiği bu gelişme ağızdan ağıza yayılınca durumla ilgili  haber yapmak isteyen bir gazete muhabiri hemen harekete geçti. Sordu soruşturdu ve Hikmet Bey’e ulaştı. Kısa bir röportaj sonrasında heyecanla gazeteye koştu ve ertesi gün bütün halkın öfkesine sebep olan haberi şu içerikte yayımladı:

“Belediyenin yeni park projesinde, hem kokusu hem de güzelliğiyle tüm kentin ilgisini üzerine çeken çiçeklerin dikilmesine öncülük eden belediye çalışanı: Peyzaj Mimarı ve amatör Botanikçi Hikmet Bilgisever, bu çiçeklerin önce çok iyi kokarken sonradan çürümüş bitki gibi kokması hakkında şok edici bir bilgi verdi. Onun verdiği bilgiye göre bu çiçekler, insanların içindeki kötülük ve iyilikten etkilenerek ya daha fazla güzelleşiyor ya da çürümeye başlıyor. Çiçeklerin, içinde kötülük taşıyan insanların olumsuz enerjilerine fazlaca maruz kaldıkları için zamanla çürümeye başladığını söyleyen Bilgisever, çok az insanın çiçekleri canlı tutan iyiliğe sahip olduğunu fakat onların da kalabalıktan dolayı çiçeklere yaklaşamadığı için bu çürük kokunun arttığını söyledi. Fakat kalabalığın çiçeklerden uzaklaşması sonrasında iyi insanların çiçekleri daha rahat ziyaret edebildiğini, böylece çiçeklerin tekrar kendi kokusuna kavuştuğunu belirtti.”

Bu haber şok etkisi yarattı kent içinde. Kalabalık bir anda iftiraya uğradığı düşüncesiyle galeyana geldi. Fakat gerçek ortadaydı. Onlar çiçeklerden henüz on beş gün uzak kalmışlardı ki çiçeklerin benzersiz kokusu geri gelmişti. Bu durumu bir türlü sindiremeyen kalabalık, hınçla, Hikmet Bey hakkında şikayet dilekçeleri yazıyor bile isteye tertiplediğini düşündükleri bu iş sebebiyle cezalandırılmasını istiyordu. Bu şikayetler sonucunda Hikmet Bey hakkında yapılan Belediye soruşturmasında onun dile getirdiği şu söz, Hikmet Bey’in hiçbir şeyle suçlanamayacağını herkese göstermişti. ‘-Keşke beni suçlayacaklarına içlerindeki kötülüğün mahcubiyetine yoğunlaşsalar.’ Bu ilk şikayetlerinden sonuç alamayan halk, şikayetlerini üst mercilere ulaştırma kararı almıştı. Şikayetçiler arasında bulunan bazı insanlar, yalnız kaldıklarında, içlerindeki kötü şeylerin hüznünü hisseder olmuştu fakat bir araya geldiklerinde, olayla ilgili açıklamaların hiç mantıklı olmadığını konuşup durdular. Olayın gerçekte ne olduğunu ortaya çıkarmanın bir yolu vardı. Herkes tekrar bu çiçekleri ziyaret edebilir ve olacakları takip edebilirdi. Ama kimsenin buna cesareti yoktu. Çiçeklerin az sayıda ziyaretçileri vardı ve onlarla çiçekler mesuttular. Öyle ki çiçeklerin kokusu çoktan parkın sınırlarını aşmıştı. İşte bu yaşanılanlar da kalabalığın öfkesini iyice arttırıyordu. Hem dilekçelerle hem de kendi aralarında oluşturdukları komisyon aracılığıyla şikayetlerini yukarıdakilere ulaştırdılar. Nihayetinde, alınan kararlar neticesinde çiçekler yerlerinden söküldü. Kalabalık böylece çiçeklerden kurtulmuş oldu. Kimse bir daha bu olaydan bahsetmedi. Biraz da olsa yaşanılanlar hakkında kendileriyle hesaplaşan insanlar gündelik hayatın telaşı içinde o günleri unuttu ve kaybolup gitti kalabalık arasında.

Hikmet Bey, çapayla çukur kazarken bu olanları düşünmüştü. Çukuru açtıktan sonra, çiçeği saksısından çıkardı. Köklerini dikkatlice temizledi ve eştiği çukura dikti. O sıra Gülseren Hanım elinde çaylarla kapıdan çıktı. Ayakta kısa bir zaman onların halini izledi. Bu adamla paylaştığı dünya için Allah’a hamdetti. Bu düşüncelerinin şımarıklığı mı yoksa sakarlık mı bilinmez, iki basamaklı merdivenin ilk basamağına adımını atmıştı ki sendeledi birden. Hikmet Bey yerinden fırlayıp tutmasa kötü bir kaza gerçekleşebilirdi. Bardağa, çaya veda etmek zorunda kaldılar. Gülseren Hanım, biraz mahzun hemen içeri koşup yeni çayları getirdi. Hikmet Bey’in çayını uzattı. Gülseren Hanım düşerken Hikmet Bey’i telaşla yerinden kaldıran şey ne ise onun etkisiyle ‘-iki ki varsın Gülseren’, dedi. Bunu söyleyince iyi etti sanki. Gülseren Hanım biraz nazlı ve şımarıkça ‘-hanginizi kıskansam acaba’, dedi. Bunu der demez içeriye koştu, elinde maşrapa ile geri geldi ve çiçeğe su döktü. Daha sonra tepsideki çayını aldı ve eşinin yanına oturdu. Öyle sessiz bir zaman çiçeğin güzelliğini izlediler. Gülseren Hanım mutlu, Hikmet Bey’in omuzuna eğdi başını. Bir tanecik gözyaşı yanaklarından süzülüyordu.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s