Yazar: Yunus Emre Çiçek
Biz, Anlamak kavramını bir şeyi veya konuyu kavradığımızı yahut bir kişinin duygularını hissedebildiğimizi/sezebildiğimizi/anlayabildiğimizi belirtmek için kullanırız. Bu yönüyle anlamak, iki kişi arasındaki gayri resmî, içsel bir anlaşmadır. Anlamak, zaman zaman bir şeyin bilgisine ulaşma halini ifade ederken bazen de nezaket duygusu (hoşgörü gibi) anlamına gelir. Bahsettiğim anlamlar, Anlamak dediğimizde aklınıza gelebilecek türden biçimsel anlamlardır.
Başka bir perspektiften yani insanların çoğunluğunun aklına gelene bakarsak, anlamanın genellikle bir şey hakkındaki imge veya malumat olduğunu söyleyebiliriz ve bu, kavramın kapsamlı bir düşüncesi veya kesin bir kavrayışı olmaktan uzaktır. Bu konumda kavramın bizdeki karşılığı daha ziyade dar, yüzeysel ve sembollerle sınırlıdır.
Kur’ân’a bakarsak, Yüce Allah’ın bize doğru bir fikir için daha derin düşünmeyi, malumatların doğruluğunu ve gerçeklikle uyumunu tespit etmek için farklı yönlerini araştırmayı, böylece de fikrin ve malumatın değerini teminat altına almayı sıkıca tavsiye ettiğini görürüz. Dahası Yüce Allah, gerçek bilginin kaynağını kavramak için gerekenlerin aslında gözümüzün önünde olduğuna dikkat çekerken, bu göz önündeki varlıkların düşünen ve akleden insanlar tarafından araştırılmayı öylece bekleyen hakikatlerini hatırlatmak için de insanlardan gökyüzüne bakmalarını istemektedir. Kur’ân’ın bu noktada belirttikleri gerçekten çok önemli bir noktaya odaklanır ki bu nokta anlamaktır. Allah Kur’ân’daki örnekleri, açıklamaları, hatırlatmaları, önerileri ve soruları insanlara –benim anlayışıma göre- şunun için verir; kendimizi, ötekini, evreni (yani çevreyi) ve Allah’ı daha iyi anlamak ve bunlarla aramızdaki ilişkiyi sağlıklı bir biçimde düzenleyebilmek.
Anlamanın ne demek olduğuna ve kendini, ötekini, evreni (çevre) ve Allah’ı anlamaya karşılık gelen/bunlardan bahseden bazı ayet ve hadislere bakalım:
“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?” (47:24)
“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (49:6)
“…Gözünü çevir de bak, bir çatlak görebilir misin?” (67:3)
“(Ey Rasûlüm), de ki: “- Sizi yaratan, size işitecek kulak, görecek gözler ve duyacak kalpler veren O’dur. Siz, pek az şükrediyorsunuz.” (67:23)
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.” (2:164)
Peygamberimiz (sav)’e atfedildiğine göre, İbn Abbas’tan bir rivayet şöyledir: Peygamberimiz, şu özellikleri taşıyanların akıllı insanlar olduklarını buyurmuştur: Söylemeden önce düşünür, cehalet yüzünden kendisine kötü şeyler yapanlara hoşgörü gösterir… (el-Metalibu’l-‘Aliye Hadis Numarası 2771)
Peygamberimiz (sav)’e atfedildiğine göre, Ebû Hureyre’den bir rivayet şöyledir: Peygamberimiz buyuruyor ki: Ey insanlar, aklınızı kullanarak alçak gönüllüğü elde edin, Rabbinizi iyi anlayın … (el-Metalibu’l-‘Aliye Hadis Numarası 2748)
Ayet ve hadislerden ne çıkarabiliriz?
- Kur’ân’da kalp, bazen bir şeyleri kavrayabilen zihin ve bazen de hissedebilen kalbin kendisi olarak kullanılıyor. Yukarıda ikisini de görebiliriz.
- Yüce Allah, daha iyi bir kavrayış ve tasavvur için Kur’ân ve âlem üzerinde düşünmemizi istiyor.
- Kur’ân, eldeki verinin kesinliğini temin etmek ve eğer kesinlik yoksa yahut eldeki veriler yalan veya yanlışsa bundan insanların zarar görmesini engellemek adına bilginin doğruluk değerini araştırmayı sıkı sıkı vurgulamaktadır. Buradaki ana nokta malumatın/elimize ulaşan verilerin hakikatinin anlaşılması, kavranması ve iç yüzünün açığa çıkarılmasıdır.
- Kur’ân, Allah’ı daha iyi idrâk etmek ve çevremizi daha iyi anlamak için bizi Evren ve Dünya (ve bunlarda meydana gelen bazı doğa olayları) üzerinde düşünmeye teşvik eder.
- Aklını kullanan insanlar, önce ne söyleyeceklerini düşünürler ve böylece muhatapları kendilerini daha iyi anlar. Bu sayede başkalarının yeterince iyi düşünülmeyen ve hoş olmayan davranışlarına karşı anlayış gösterirler. Bunun amacı daha barışçıl bir ortam oluşturmak ve hem kendi kendimizle hem de insanlarla olan etkileşimlerimizde daha iyi bir iletişim alanı kurmaktır.
- Anlayışı olan insanların kalplerinde kibir yoktur/ yok değilse de azdır çünkü anlayış barışçıl bir ortamı beraberinde getirir.
- Alçakgönüllülük akılla elde edilebilir bir erdemdir. Rabbinizi tanıyın vurgusunun aklı kullanmakla ilgili ifadeden sonra gelmesi de aklın ve getirisinin önemine işaret etmektedir.
İlâveten ne dediğimiz, ne dinlediğimiz, ne yazdığımız ve ne eylediğimiz konusunda çok dikkatli olmak ve bu dikkatin sonucunda hakikate nispetle bir değer ortaya çıkarmak zorundayız. Bu, kavramların, bu kavramlarla elde edilen tasavvurlarımızın ve yine bu tasavvurlara ilişkin ıstılahların doğru anlaşılmasıyla ve yerli yerinde kullanılmasıyla başarılabilir. Doğru düşünme ve düşünmenin sonucunda elde edilmesi planlanan yapıcı ve kurucu ilke ve eylemi böylelikle ortaya çıkarabiliriz. Aksi takdirde birbirimizi anlayamayabilir ve bitmek bilmeyen çatışmalara yol açan kısır döngülerden kurtulamayabiliriz. Dikkatinizi ıstılah kavramına çekmek istiyorum. Arapça sa-la-ha kökünden gelen kelime barış anlamından türetilmiştir. Kavramlarımızı, kavrama çabamızı ve terimlerimizi bu ruh hali ile inşa edersek karşılıklı anlayış içinde kesinlikle barış içinde yaşayabiliriz.
Müslüman bir birey olarak anlama terimi benim için çok şey ifade eder çünkü evrendeki her şey anlama ile değer kazanabilir ve bende karşılığını bulabilir. Bu da şu demektir; anlayarak onlara sahip olduğumda ancak aklımda ve kalbimde yerlerini alabilirler, değerlenir ve benim düşünce dünyam ile eylemlerime tesir edebilirler (benim için bir şeye sahip olma süreci, önce onu anlamakla başlar). Hayatım, şeylerin özünü anlamadan yaşamaya değmez çünkü yaşarken önce bir başlangıç noktası olarak kendimi, sonra başkalarını, sonra evreni ve sonra özellikle Allah’ı, yani yaratıcımı, baştan sona anlamalıyım.
Kendimi kavradığım sürece ben “ben”im, yani gerçekten yaşamanın ilk adımı öz bilincimi kavramaktır. Ondan sonra başka birini hissedebilir / anlayabilirim. En azından bunu yapmaya çalışmalıyım çünkü kendimi anladım ve önümde benim gibi biri duruyor. Zamanla ve elbette karmaşık bir şekilde, hem çevremle hem de Allah ile olan ilişkim / O’nu anlayış düzeyim de gelişecektir.
Günümüzde insanlar olarak temel sorunumuz “birbirimizi anlamamak”tır. Bu ifadeyi bilerek kullanıyorum çünkü genellikle birbirimizi anlamaya bile çalışmıyoruz. İfademde de bu yüzden anlayamıyoruz değil, anlamıyoruz dedim çünkü esasen farkında olarak veya olmayarak -bence genelde farkında olarak- hiç anlamamayı seçiyoruz. Bu da çoğunlukla kendimiz ve birbirimizle ilgili temelsiz önyargılarımıza dayanıyor. Yine de samimi olursak, Kur’ân, hadisler ve uygun yöntemler ışığında anlamaya başlayabiliriz. Bu olduğunda, sorunlarımızın çoğunu ortadan kaldırabiliriz.
Kendini, ötekini, evreni ve Allah’ı anlamak barışın, barış ise üretimin ve sağlam iletişimin anahtarıdır. Bu, eğitim ve ortaya koyabileceğimiz tüm samimi çabayla başarılabilir. Bir kez başarıldığında ise bizi, insanların alçakgönüllü, hoşgörülü olduğu, sevgi ve şefkat gördüğü bir toplum yapısına ulaştırır. Bu da bizim, insanlar arasında birliğin sağlandığı, kimsenin önyargılardan ve haksız tavırlardan muzdarip olmadığı bir ülke inşa etmemize olanak sağlar
Biraz ütopik görünebilir ama aslında tüm Kutsal metinler, bunları anlatmaya çalışan peygamberler ve bize anlamayı anlatmaya çalışan tüm eserler bunu hedefler. İnsanlar Allah’ı ve O’nun mesajını anladıklarında Müslüman olsun ya da olmasın tüm insanlara bir başka gözle bakacak, anlam ve değer görecektir. Kişi kendini anladığında bir başkasını da anlayacak ve çatışmalar büyük ölçüde azalacaktır. Çevresini bu yeni ve sağlam anlayışa göre imar edecek, yaşayacak ve yaşatacaktır. Kendisine, insanlara, çevresine ve özellikle yaratıcısına karşı saygıyla hareket edecektir. Dolayısıyle barışı, anlamı ve değeri baz alarak düşünürsek ona göre de hareket etme potansiyelimiz artar.
İşte tam olarak bu noktada ve böyle bir zihniyetle sâlih amelden bahsedebiliriz. Peki sâlih amel nedir? Verimli işler, kalıcı yapılar, sanatlar vb. gibi tüm insanlığa hizmet eden faydalı her şeydir. Kur’an, hadis ve bu nokta-i nazardan hareketle oluşturulan eserler ışığında anlamanın en büyük katkısı yukarıda bahsettiklerim ve onun sonucu olan işte bu sâlih amel seviyesidir.
Son olarak denilebilir ki bu bahsettiğim toplumu oluşturmak için insanların egosunun veya kişiliğinin değil, sadece fikirlerinin tartışılabileceği temel ilkesini içeren bir zihniyet oluşturulmalıdır. Yine bu süreçte ayaklarımızı yere sağlam basmak ve zor koşullarda yönümüzü doğru tayin etmek için dinin temel amaçlarını (maslahat-ı hamse, zarûriyyaât, hâciyyât ve tahsiniyyât) iyi anlamalı ve felsefenin doğru düşünmeyle ilgili ortaya koyduğu ve dünya milletlerinin ortak hazinesi niteliğinde olan yöntemlerini kullanmalıyız. Bu şekilde ilkeler netleştiğinde ve yol, aklın doğru kullanımı ile aydınlatıldığında biz gelişmiş ve kendini gerçekleştirmiş bir toplumu inşaa edebiliriz.
Reblogged this on Naltahûr.