Yeni Baştan mı?


Yazar: Abdullah Yasir Can

“La Belle Epoque/Yeni Baştan” 2019 yılında Fransa’da Nicolas Bedos’un yönetmenliğinde çekilmiş bir film. 2020 yılının başlarında Türkiye’de gösterime girmiş ve salgın öncesinde Başka Sinema kapsamında çeşitli sinemalarda seyircisiyle buluşmuştu. Salgın ile beraber yaşanan süreçte internet ortamına aktarılan film; kurmaca, sanat, nostalji, aşk vs. gibi pek çok konuyu adeta görsel bir şölen eşliğinde işleyerek izleyicinin karşısına çıkıyor. Daha önce çekilen “Matrix”, “Pariste Gece Yarısı” gibi simülatif filmleri çağrıştırsa da onlardan ayrılan yönü rasyonel bir mekan oluşturmasıdır. Yani gittiği dönemin sanal bir simülasyon olarak temsil edilmesi değil otantik figürleri kurgulanan mekana olduğu gibi taşıyarak gerçek bir alan yaratmasıyla diğerlerinden ayrılmaktadır. Kurmaca içinde kurmaca, sanatın sinema yoluyla aktarımı, nostaljinin otantik haliyle sunulması filmin teknik yönleri olarak zikredilebilir.

“Hayatında bir günü tekrar yaşayacak olsan hangi günü seçerdin?” sorusunun etrafında şekillenen filmin başrol oyuncusu olan Victor, yaşlı denebilecek bir yaşta hayat enerjisini kaybetmiştir. Buna bir de eşiyle olan problemleri eklenince hayatından pek de memnun olmadığı bir sürece girmiştir. Daha sonra nostaljik ortamlar oluşturarak kişilerin geçmişindeki bir günü tekrar yaratıp o günü yaşatma işini yapan bir firmanın gönüllü birisini aradıkları ilanını görünce başvurmaya karar verir. Geçmişte yaşamak istediği gün ise eşiyle tanıştığı ilk gündür. Firma, kişisel bilgileri ve o güne ait bütün detayları aldıktan sonra o dönemdeki ortamı bütün objeleriyle bir mekanda var eder. Victor da o günkü kıyafetleriyle mekanda yerini alır. Eşini temsilen oraya bir oyuncu kadın konulur böylece “tiyatro” başlamıştır. Buraya kadar normal akışında ilerleyen senaryo Victor’un içinde bulunduğu üretilmiş “sanal” mekanın gerçekliğine kapılıp karşısına eşini temsilen oturan kadına aşık olmasıyla kontrolden çıkmıştır. Aslında diğer simülatif filmlerden alışık olduğumuz şekliyle gelişen simülasyondan çıkamama durumu burada da bir şekliyle kendini göstermiştir. Filmin devamı sanal ve gerçek arasındaki çatışmanın hangi boyutlara ulaştığını aynı görsel atmosfer içinde vererek izleyiciyi kurgunun içine çeken bir hale bürünür.

Sanal olan ve gerçek olanın çatışması, içinde yaşadığımız dünyanın en büyük çatışmalarından biridir. Burada sanaldan kastedilen televizyon, internet vs. gibi alanların sunduğu görüntüyle sınırlı değildir. İnsanların zihinlerinde gerçekte olmayan bir dünya var ederek içinde yaşadığı dünyanın gerçekliğinden kopmasını ifade etmektedir. Televizyon, internet, sosyal medya bu anlamda sanallığın merkezi değil besleyicisi konumundadır. Böyle bir durumda gerçeklik belirginliğini yitirmiş, flulaşmış ve subjektif bir hal almıştır. İnsan yaşadığı hayattan ideolojik, psikolojik veya sâir herhangi bir sebeple memnun olmayıp bu kadar besleyicinin olduğu bir ortamda kendine yeni bir dünya oluşturma çabasına girer. Filmde Victor’un hayat enerjisini yitirmesi ve eşiyle problemler yaşaması bunun sebebine, firmanın yaptığı iş de bunun besleyicisine bir örnektir. İnsan zamanla kendi hayatında sanal alemler, paralel evrenler vs. yarata yarata iyice gerçeklikten kopuk aslında sadece kendi gerçekliğine hapsolduğu bir hayat yaşamaya başlar. Böylece besleyici etkenler de bireyi kendi kontrolünü yitireceği bir simülasyona çeker. Simülasyon başlangıçta haz veren bir süreç yaşatsa da insan dış dünyanın gerçekliğinden tamamen kopamadığı için sanal ve gerçek arasındaki gerilim farkında olmadan büyür. Dış dünyanın gerçekliği bu çatışmada galip bir rol oynadığı için kişi, tekrar oraya dönmesi gerektiğini anlar. Ancak burada yeni bir sorunla karşılaşmaktadır. O da simülasyondan çıkamama problemidir.

Filme adını veren “La Belle Epoque” tabiri Fransızlar için hem özel bir anlamı hem de bir dönemi ifade etmek için kullanılır. Altın çağ anlamına gelebilecek özel bir ifadeyi kasteden bu tabir 1870’lerden Birinci Dünya Savaşı öncesine kadarki Fransa’yı tanımlamak için de kullanılır. Teknolojik gelişmelerin yaşanmasının yanı sıra bu dönemde pek çok sanat akımı da ortaya çıkmış ve bu yenilikler Fransız toplumuyla bütünleşerek bugünden baktığımızda onların altın çağ şeklinde isimlendireceği zaman dilimini meydana getirmiştir. Bizdeki Lale Devri metaforuna benzetilebilirse de film için dönemden ziyade tabirin özel anlamı kastedilmektedir. Çünkü film bugünlerde çekildiğine göre başroldeki Victor’un gençliği 1970’lere dayanır. Yani La Belle Epoque denilen dönemden yüz yıl sonrası simüle edilmiştir. Bu bağlamda düşünürsek La Belle Epoque altın çağ anlamında teolojik düşüncemizdeki Asr-ı Saadet tabirine benzetilebilir. Esasen her milletin, kültürün, devletin, dini yapının altın çağ olarak adlandırdığı bir dönem olabilir ve bu dönemin nostaljisini her fırsatta yaşayabilir, yaşatabilir. İnsanlar aidiyetlerinin onlara sunduğu altın çağa dönme arzularını kolektif şekilde birbirleriyle paylaşabilir. Bu içinde yaşadığı dönemden memnun olmayışın getirdiği bir sonuç da olabilir, toplumsal aidiyetin bireye dayatması şeklinde de tezahür edebilir. Ancak dayatma bir dönemi güzelleştirmeye yönelik olduğundan içinde yaşanılan dönemi kötülemek veya en azından altın çağın, içinde yaşanılan çağdan daha iyi olduğunu kabul ettirmek gerekir. Altın çağ vurgusu ütopik bir vurgu olmamakla birlikte yaşanılan dönemin kötü olduğu konusunda ütopyalarla hem fikirdir. Aralarındaki fark ise ütopyalar geleceğe yönelik bir tasavvuru ifade ederken altın çağ düşüncesi geçmişe yönelik bir vurgu içerir. Geçmişe yönelik vurgunun ütopyalardan daha kabul ettirilebilir olmasının sebebi geçmişte yaşanmış olması gibi görünse de post modern dönemin getirdiği daha büyük bir sebebi vardır. O da geçmişin çok rahat bir şekilde simüle edilebilmesidir. Geçmişe dair ipucu geleceğe dair olan ipucundan fazladır. O kanal harekete geçirildiğinde sanal bir yaratının altın çağ üzerinden gerçekleşmesi ve bireylerin kendilerini bu yaratıya hapsetmesi daha olağandır.

Filmdeki altın çağ vurgusunu orijinal kılan unsurlar yalnızca Fransızların bir dönemini ifade etmesi yönüyle değildir. Bunun yanında daha belirgin bir nokta vardır ki o da kişinin kendi hayatındaki bir dönemi altın çağ duygusuyla hissetmesi, o döneme dönmek istemesi, o günleri tekrar yaşamak istemesidir. Toplumsal herhangi bir yere aidiyeti olmayan seküler birey bütün kolektif ruhların ona dayattığı altın çağları reddebilir. Bu içinde yaşadığı dönemin iyiliğinden değil, geçmişte de iyi bir dönemin olmadığını düşündüğünden kaynaklanabilir. Ancak kendi hayatındaki bir döneme dönme arzusunu aynı birey iliklerine kadar hissedip sonra da kendisine sanal bir dünya yaratması muhtemeldir. Viktor’un toplumsal anlamda hayattan hiçbir beklentisi olmadığı bir anda bireysel olarak kendi hayatındaki bir günü seçip, onu simüle edip, kendini ona kaptırıp gerçekmiş gibi hissetmesi bunu çarpıcı şekilde açıklar. İçinde bulunduğumuz dünyada birey, kendisine hem toplum kanalıyla hem de kendinden kaynaklı sebeplerle alternatif senaryolar, sanal alemler ve simülasyonlar yaratmaktadır.

Salgın şartlarının hayatımızı büyük oranda kısıtladığı, pek çok oranda yaşanmaz hale getirdiği dönemlerde herhangi toplumsal, kültürel, dini vs. aidiyetin sunduğu altın çağlar tarihte belki de hiç sorgulanmadığı kadar sorgulanmalıdır. Her türlü olumsuz senaryonun, distopyaların gerçek bulduğu bir yılda herkesin fark ettiği detay en iyi yaşam biçiminin salgın öncesindeki ve salgın bittikten sonraki normal hayatın olduğudur. La Belle Epoque, Lale Devri, Asr-ı Saadet, Altın Çağ vs. hepsi şu an bütün insanların zihninde salgının olmadığı bir dünyayı ifade etmek için yer ediniyor. Herkesin zihninde altın çağ şu süreçlerde normal bir hayatı anımsatıyor. Dolayısıyla geçmişe öykünmenin bütün tezahürleri bu vesile ile yeniden düşünülmelidir. Gerçi salgın süreci bitse de insan, doğası gereği ertesi gün yine içinde bulunduğu normal hayatın kötü olduğunu düşünerek eski altın çağ düşüncelerine geri dönecektir. Modern insan kendisini geçmişte yaşatmayı, geçmişe dair bir simülasyonda yaşatmayı bilinçaltına yerleştirmiş durumdadır. Paris’te Gece Yarısı filminde Altın Çağa gidip orada yaşamak istediğini söyleyen Adriana’ya Gil’in verdiği cevap hatırlanmalıdır. “Altın çağa gitsen ne olacak? Orada da bir başka altın çağa gitmenin hayalini kuracaksın.”

One comment

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s