Yazar: Selim Ur
Geçen önümde bir melek kustu. İnanmazsın. Köstekli saatini koluna bantlamıştı. Kendisi de söyledi, hediyeymiş. Esasen borç demektir. Bende yemeye yarar. Çiğnenmiş sözler gibi… Halbuki ağzı vardı. Bu da ağzından çıktı. Bi fena oldum. Altınlar, mücevherler devrildi şangır şungur. Cebine koymuş gibi… Ayrıca tiramisu. Tabağında, el değmemiş. Hokkabazca çıkardı büyücek ağızından. Masaya koyuverdi. İnanmazsın. Ben de inanmamıştım. Öteden sevemedim. Aksine yemek seçmem. Yalnızca tiramisu…
Cin değil ki, üç dilek sorsun. Şeytan değil ki, kağıt kalem tutuştursun eline. Sıradan melek işte. Nasihata başladım:
“Yemek seçmek en öz özelliğimizdir bak! Kimseler ayıplamaz. Kusursuz ayrıcalık. Bunu bil. Gariplik imtiyazdır, garipsenmez. Tuhafmış der geçerler. Bin dillisin amenna! Seni seçkin bellerler”.
Ayağını diretti, hediyeymiş! Aslında borç demektir.
“O zaman de, karşıdaki yer iken iştahı açık kimdir? Tabaklar, çatallar, şangırtılar, gıcırtılar. Ağıza giren gibi… Ağızdan çıkan eldir. Eskimiş. Ses denli… Bin dillisin amenna! Bunu da bilmeliydin. At ne asil hayvandır. Burnunu kıvırırsın. Bir sırıtsa bezersin. Şu afetle, yemeğe hele bir çık göreyim. Bizde ağız yemeye… sende söze…”
Ayağını diretti. Hediye dedi sıkkın. Hediyeymiş!..
Üç dakika geçmişti, köstekli saatini koluna bantlamıştı.
Saçma sapan sırıttı. Dilini oynatmadı, ağzından çıkıverdi. Yemeyi merak etmiş. Bi tuhaf oldum.
O gün bugündür altın, ons fiyatı deyince… Bi fena olurum inanmazsın. Pastane sokağından geçmem zaten. Buzdolabına küstüm. Güneş çarpsın.
(Resim: Ara Güler, Tophane’de Koltuk Meyhanesi, 1959)