Yazar: Yunus Emre Çiçek
İnsanlık, idrâki ve içinin doldurulması hayli zor olan bir kavram olup, yeryüzündeki problemlerimizin temelini de teşkil ediyor gibi görünmektedir. Öyleyse, bu kavramın içini ne ile doldurmaya başlayabiliriz? Bizi istikâmet sahibi kılıp ayaklarımızı yere sağlam basmamızı sağlayacak şeyler nelerdir? Bunun cevabı herkeste mevcut olsa da genelde algımız tarafından burun ucu muamelesine tabii tutulur. Bizim bu soruya cevabımız, insan binâsını ayakta tutacak olan iki ayak, yani insanın Metafizik ve Fizik ile olan ilişkileridir.
İnsan, oluştuğu andan itibaren her ikisiyle de ilişkiye sahip olacak ve canı tenini terk edene değin bu ilişkiler ağının içerisinde seyahatine devam edecek bir varlıktır. Bu yüzden, birini seçmek ve sadece onunla ilişkilerini geliştirmek yetersizdir. Denge ancak ikisiyle de ilişkileri geliştirmekle elde edilebilir. Bunlardan herhangi birinin ihmali, insanda bunalıma sebebiyet vermekte ve insanı kendine, içinde bulunduğu maddî âleme ve içinde bulunan manevî âleme ilişkin sorularını yanıtsız bırakmak gibi büyük bir tehditle yüzyüze getirmektedir.
Pekâla, o zaman insanlığın metafizik ve fizik temellerini oluşturan ana kollar nelerdir? Metafizik temelimiz âleme (yani fizik varlığa) bakışımıza yön verecek olan temel kodlarımız, yani inanç ve değerlerimizdir. Biz bu yazıda işin daha pratik kısmı olduğuna inandığımız değerlere Hz. Adem örneğinde değineceğiz. Fizik temelimizi ise buna bağlı olarak daha sonra açmaya çalışacağız.
Hz. Adem ve insanlığın annesi Hz. Havva Yüce Allah tarafından imtihan edilmiş fakat başarısız olmuşlardır (2:35-36). Bu başarısızlık cennetten kovulmalarına yol açmış ve insanlığın yeryüzündeki serüvenine ortam hazırlamıştır. Onları bu duruma düşüren şey, kendilerine çizilen sınırın (haddin) dışına çıkmış ve kanun koyucunun sözünü çiğnemiş olmalarından ileri gelmektedir. Aslında onlar temelde adaleti yoksaymışlardır çünkü adalet insanın kendi sınırlarını (haddini) bilmesi ve ona riayet etmesiyle işlerlik kazanır. Nitekim sınırları aşanlar zalimleşmekte, zalimleşenler ise adaleti ihlal etmiş olmakta ve böylece de kendilerinden uzaklaşmaktadırlar. Kendinden uzaklaşanların ise yere sağlam basmaları düşünülemez çünkü insan ancak kendinde ise ve kendilik bilincine sahipse ayakta kalabilir. Bir yönüyle İnsanlık’ı konuşmamızı sağlayan bu olay, diğer yönüyle bunun sınırlarının dolayısıyla da adaletin insanlar tarafından ilk ihlali niteliğindedir. Demek ki, metafizik ayağımızın birinci kolu “Adalet” imiş.
Metafizik ayağımızın ikinci kolu ise başka önemli bir kavram olan “Dürüstlük”tür. Hz. Adem ve Havva, hata ettikten hemen sonra bunun farkına varmış, bunu özümsemiş ve derin bir pişmanlık duymuşlardır. Kendilerine zulmettiklerini (yani Kendi’liklerini, sınırlarını aşarak ihlal ettiklerini ve hem yaratıcılarına karşı hem de Kendi’lerine karşı adaletsizlik ettiklerini) itiraf etmişler, af dilemişler ve affedilmişlerdir (7:23/2:37). Burada, onların öncelikle kendilerine karşı sonra da kendisine karşı sorumlu oldukları yaratıcılarına yönelik bir dürüstlük söz konusudur. Hatalarını itiraf ederek, içlerinde oluşabilecek her hangi bir kibir tohumunun hakikatin önüne geçecek bir perde olmasını da önlemişlerdir (Şeytan’ın aksine). Bizler de eğer yere sağlam basmak ve kendimizi korumak istiyorsak, önce kendimize karşı sonra da başta yaratıcımız olmak üzere kendilerine karşı sorumlu olduğumuz diğer insanlara karşı dürüst olmalı, adaleti gözetmeliyiz.
Metafizik ayağımızın üçüncü kolu ise inançlarımızdır. Bu inanç, bir yaratıcıya olan inancımız, bir yaratıcının olmadığına dair inancımız veya farklı tür şeylere olan inancımız olsa da nihayetinde bunların hepsi inanç şekilleridir. Yukarıda değindiğimiz değerlerin de temelinde bu inançlar yatar çünkü inançlar bizim anlam dünyamızın yani mânevi âlemimizin kurucularıdır. İçinde anlamın olmadığı bir yaşam biçimi tasavvur etmek mümkün olmasa gerektir. Hatta anlamsız bir yaşam biçimi kendi kendinin katilidir de denebilir.
Şimdi gelelim fizik temelimize. Maddi âlemle olan ilişki biçimimiz bizim fizik temelimizin bir yansımasıdır. Hiçbir ilişki biçimi yoktur ki, kaynağını ilişkinin kurucularının metafizik köklerinden almasın. Bir ağaca dokunurken, bir yastığı işlerken, giyinirken, üretirken ve tüketirken kısacası hayatın her alanında fizikle olan ilişkimizi düzenleyen şey metafizik ayağımızdır. Eğer bir iyiliği emreden bir yaratıcıya yahut öğretiye inanıyorsak, insanların hayatlarına ve eşyaya dokunuşumuz ona göre; eğer kötülüğü emreden bir yaratıcıya yahut öğretiye dayanıyorsak, dokunuşumuz yine ona göre kendini gösterecektir. Sözün özü, insanın fikir ve duygularından kaçabilecek hiçbir hareketi yoktur.
Özetle, ayaklarımızı yere sağlam bastıracak, İnsanlık’ımızı, sınırlarımızı koruyacak iki şey Metafizik ve buna bağlı gelişen (veya gelişmesi gereken) Fizik ilişkilerimizdir. Bunları korumanın ve sürdürebilmenin yolu ise Adalet, Dürüstlük, sağlam bir inanç ve buna bağlı gelişen fiillerdir. Elbette akıl, bilgi ve hislerin de burada büyük bir rolü olmalıdır. İnsanın aklı, “Köken (mebde), son (meâd) ve ikisinin arasında-olanın (mâ-beyne-humâ)” (Fazlıoğlu, 2020, pp. 33–36) bilgisini elde etmede yorulmalı, kalbi ise yaratıcısıyla olan duygusal bağlarını koruyup gereklerini benliğinde ve vicdanında yerleştirmelidir (Düzgün, 2017, p. 132). Bu sayede insan, ayaklarını yere sağlam basma konusundaki ciddiyetini sergilemiş olacaktır.
Bibliyografya
Düzgün, Ş. A. (2017). Sarp Yokuşun Eteğinde İnsan (3rd ed.). Otto.
Fazlıoğlu, İ. (2020). Kendini Aramak (M. Arıkan (ed.); 1st ed.). Ketebe.
Görsel kaynağı: https://www.artmajeur.com/en/omarkuchukhidze/artworks/11582528/adam-and-eve
Reblogged this on Naltahûr.