Yazar: Aysel Taşçı
İnsanoğlunun var olduğu günden bu yana, gerek bilinçli gerek bilinçsiz bir şekilde maruz kaldığı bir olgudur değişim. Kimisi büyük çapta ya da uzun soluklu olurken, kimi değişimler de ufak adımlarla ilerler. Fakat yeryüzünde değişimden nasibini almamış bir alandan söz etmek mümkün değildir. Nitekim Heraklitos’un “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” sözü de bunu destekler niteliktedir.
Peki, bu değişim nereden nereye doğru olur, ya da değişimi meydana getiren şey nedir? Bu sorulara yine bir soru ile itiraz edilebilir. Bunlara verilecek cevap herkeste aynı mıdır? İnsanlar yaşadıkları hayatlar, tecrübeler, duygular ve daha birçok farklı özelliklerle birbirinden ayrılır. Tıpkı bunun gibi değişimler de insana has bir şekilde cereyan eder. Değişimin öznesi kimi zaman o değişimi yaşayan kişinin kendisi iken, kimi zaman da sadece nesne olmakla kalır insan, çünkü yaşanan değişim onun kontrolü ve iradesi dışında gerçekleşmiştir.
Değişimin olmadığı alan yok demiştik yukarıda, olmamalıdır da. Çünkü sabitlik, yerinde saymaktır biraz da, ilerleyememektir. Özellikle beraberinde gelişimin de olacağı bir değişim, üretimi, yükselmeyi de doğurur. Burada kast ettiğimiz değişim zihin temellidir, ilerleme açısından esas olan da budur. Zihinsel değişimler sonucu da birtakım eylemler meydana gelir.
Bir medeniyet inşa etmek, epistemik ilerlemeler kat etmek yine birtakım değişimlerin yaşanmasını gerektirir. Buna Rönesans ve reformu örnek verebiliriz. Algılarda yaşanan değişiklikler beraberinde sorgulamayı getirdi ve kilisenin öngördüğü ve her alana yayılmış halde olan skolastik düşüncede kırılmalar yaşandı. Din, bilim, felsefe vb. birçok alanda köklü değişimler yaşandı. Değişimler karşısında durağan kalan veya ayak uyduramayan topluluklar da yıkılmaya yüz tuttu.
Bireysel bir örnek verecek olursak, bir fakülte veya yüksekokul bitirmiş bir insanın eğitim kurumuna başladığı zamanki zihin yapısı ile ayrıldığını düşünelim mesela, kendi veya toplum adına bir fayda sağlayacağı düşünülebilir mi? Öte yandan, yaşanan birtakım değişmeler sonucu tamamıyla bir başkalaşımdan söz etmemiz mümkün müdür? Heraklitos’un meşhur “Aynı nehirden iki defa yıkanılmaz” sözüne göre yıkanılan nehir artık önceki olmaktan çıkmıştır. Nehirde yıkanan da önceki kişi değildir artık. Peki bu sahiden böyle midir? Örneği biraz değiştirecek olursak, mesela yaşadığı bir kaza sonucu bir azasını kaybeden, ya da hafıza kaybı yaşayan bir X kişisi düşünelim. Bu kişi için artık aynı kişidir diyebilir miyiz? Veya özü itibariyle aynı olduğunu, yaşadığı arızi değişikliklerin benliğini değiştiremeyeceğini iddia edebilir miyiz? Değişti ise, hafızası veya organları yerinde olan X kişisi şu an nerede bulunmakta? Doğada bir yerlerde varlığını sürdürüyor mu yoksa yerini yeni X kişisine bırakarak tamamen yok mu oldu? Bu sorulara bir cevap verilebilir mi veya bir cevabı var mıdır bilinmez fakat yine de bu zihinsel sorgulamaları yapmaktan geri durmamalı insan.
Her şeye rağmen, gerek özne olarak gerekse nesne olarak değişim denen gerçek ile barışık olmalı. Yaşanan değişimleri olabildiğince ontolojik ve epistemolojik bir yetkinlik ile karşılamaya çalışmalı ve buna olması gerektiği şekilde ayak uydurmalı. Bizzat kendi elimizle yaptığımız değişimler de bizi ileriye taşıyacak nitelikte olmalı, aksi takdirde ne toplum adına ne de kendi adımıza bir yarar elde edemeyiz.
Görsel kaynağı: https://www.wall90.com/abstract-art-sale/ivresse-de-la-metamorphosis/