Yazar: Beyza Nur Bilgin
Değişimin varlığına duyuları sağlam olan her insan şahittir. Tüm değişimler birer harekettir. Daha doğrusu biz hareketi değişim olarak algılarız. Zihnimiz önce-sonra, sebep-sonuç gibi bazı bağlantılarla işler. Değişimi takip edebilmek için değişime bir başlangıç tayin ederek hareketi meydana getiren şeye sebep, meydana gelen şeye ve sürece ise sonuç deriz. Dolayısıyla her sebep bir sonuç, her sonuç da bir sebep olur. Kurmuş olduğumuz bu bağlantıya nedensellik denir. Nedensellik, gerçekleşen her olayın bir nedeni olduğunu ve aynı koşullar altında aynı nedenlerin aynı sonuçları doğuracağını belirten bir kavramdır.
Peki, biz neden değişimi tespit etmek istiyoruz? Neden, neden sorusunu soruyoruz? Çünkü nedenleri merak ediyoruz. Neden sorusunu sorarak sebepler üzerinden muhtemel sonuçları ön görmek istiyoruz. Sebepleri anlamak için ise sonuçlara odaklanıyoruz. Sebep ve sonuç zihnimizde kategorilere ayrılmış olsa da aslında tek bir olaydan bahsediyoruz. Bu sorgulayış bize hem ileriye hem de geriye doğru bir bakış açısı kazandırıyor. İnsanlar neden sorusunu sorarak yüzyıllarca bilimsel bilgi üretmiştir. Fakat günümüzde kuantumla birlikte nedensellik fikri tartışılır olmuştur.
Nedensellik konusunda en kapsamlı eleştiri David Hume tarafından yapılmıştır. Hume eleştirilerinde nedensellik yoktur demez. İzlenimlerimize konu olamayacağı için nedenselliğin bilinemeyeceğini ve açıklama metodu olarak kullanılamayacağını söyler. Hume’a göre neden-sonuç ilişkisi bir alışkanlıktan, inançtan fazlası değildir. Örneğin, güneşin yarın doğacağını düşünürüz. Çünkü bu zamana kadar güneşin doğuşuna şahit olmuşuzdur. Fakat güneşin hep doğmuş olması yarın da doğacağı garantisini bize vermez. Güneşin yarın doğması kesinlik değildir. Çünkü kesinlik diyebilmemiz için gelecekte de olacağından emin olmamız zorunludur. O halde, bir olgunun kesinlik arz edebilmesi için, yalnızca geçmişte ve şimdide değil, gelecekte de vuku bulacağının temellendirilmesi gerekir. Geleceğe dair beklentilerimiz ise birer varsayımdır. Hume’un analizine göre, geleceğin geçmiş gibi olacağı kuşkuludur.
Hume’un nedensellik eleştirisinin modern bilimin gelişmesine yol açtığı söylenir. Fakat sebep-sonuç ilişkisinin alışkanlığa, insan psikolojisine indirgenmesi bizi şüpheye, dolayısıyla da kaosa sürüklemez mi? Geleceğe şüpheyle bakarsak değişimi nasıl anlayabilir, ondan nasıl anlam çıkarabiliriz? Anlam dediğimiz şey ne olacak? Hume’un nedensellikle birlikte metafiziği gümletme çabası sonucunda benlik, tanrı gibi kavramlara nerede, nasıl yer bulacağız? Hepsi ateşe mi atılacak? Metafizik kavramlar gerçekten bilinemez mi? Peki bir şeyin bilinememesi onu anlamsız kılar mı? Ön görülemeyen değişim hakkında nasıl sabit fikirlerimiz olacak? Sabit fikirler olmalı mıdır, olmamaları ne gibi durumlara yol açar? Bu sorular, bu yazı nereye gitmekte?
Değişim, hareket, nedenselliğin fizik âlemde mi yoksa zihnimizde mi var olduğu meseleleri üzerine yapılan tartışmalar ve getirilen argümanlar sonucunda görünen o ki yüzyıllardır değişmeyen tek şey insanın sormaktan kendini alamadığı “neden” sorusudur. İnsanı diğer tüm yaratılmışlardan ayıran ve onu bilinç sahibi bir varlık kılan, kavranamaz görünen âlemi kavranabilir bir hâle getiren bu kutsal meraktır.
Görsel kaynağı: https://dodonewman.wordpress.com/2017/02/07/the-cause-and-effect-of-cause-and-effect/