Yazar: Ömer Faruk Çevik
Ayasofya… Ulu Bilgelik mabedi. Hristiyanlığı resmi din ilan eden Yeni Roma’nın güçlü imparatoru Büyük Konstantin tarafından Artemis Tapınağı’nın kalıntıları üstünde yükseltildiği rivayet edilen ulu mabed. Nâsıralı İsa Mesih tarafından Kudüs’te yakılan ateş, Tarsuslu Pavlus eliyle imparatorluğu yakıp kavurmuş, İsa’nın doğumundan 360 yıl sonra Roma’nın yeni başkenti İstanbul’da ilk büyük mabedini yükseltmişti.
İsa Mesih’in tabiatı, Pavlus’un öğretisinin İsa’nın öğretisine sadakati, Kur’an-ı Kerim’de “Kelimetullah” olarak ifadesini bulan Hz. İsa’nın hayatının ne kadar doğru anlatılıp ne kadar tahrif edildiği tartışmaları bir kenara dursun, şu bir gerçekti: Yeni Roma’nın, eskisiyle arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koyacak yeni bir doktrine ihtiyacı vardı ve bu yeni doktrin, Pavlus ‘un İsa’sı etrafında şekillenen yeni din olabilirdi. İşte bu yeni din, Antik Yunan’ın pagan temelleri üzerinde yükselecekti. Belki de, Konstantin’in Μεγάλη Ἐκκλησία (Büyük Kilise)’sinin bir pagan tapınağının üzerine kurulduğu rivayeti bunu sembolize ediyordu.
Roma hızla Hristiyanlaşır, Hristiyanlık hızla Romalılaşırken Konstantinopolis’te sular durulmuyordu. Ulu Bilgelik Mabedi, tam iki defa yakılıp yıkıldı. Şehrin nerdeyse yarısının harabeye döndüğü, on binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan büyük Nika ayaklanması bastırıldıktan sonra, imparatorluğun dört bir yanındaki tapınaklardan getirilen taşlarla Ayasofya yeniden inşa edildiğinde, Hz. Muhammed (sav.) bile daha doğmamıştı. Yıl 532 idi.
Avrupalı yağmacıların gelişi, Ulu Bilgelik mabedi için zor günlerin başlangıcıydı. Kutsal emanetler çıkarıldı, altın ve gümüşten yapılan değerli eşyalar çalındı. Bunların birçoğu Avrupa’daki kiliselere götürüldü. Kutsal Bilgelik, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı sıradan bir katedraldi artık. Eski görkemli günlerine dönmesi için yüzyıllar geçmesi gerekecekti.
15. yüzyıla gelindiğinde doğuda yeni bir güç yükseliyordu. Küçük Asya’da ve Avrupa’da karşı konulamaz bir güç haline gelen Türkler, Kızıl Elma’ları olan Konstantinopolis’i o güne kadar defalarca kuşattılar. Ele geçirmeleri ise 1453 yılında gerçekleşti. Konstantinopolis’in yeni hükümdarı bir Müslüman’dı artık. Kayzer-i Rûm Sultan Mehmed Bin Murad Han’ın emriyle o güne kadar kilise olarak hizmet veren yapı, camiye çevrildi. Yeni çağın hâkim gücü İslam’dı ve Ulu Bilgelik Mabedi’nde artık hükümranlığında hiçbir ortağı bulunmayan, doğmamış ve doğurmamış tek bir Tanrı’ya ibadet edilecekti. Ulu Bilgelik Mabedi’nin kubbesinde ve yeni sahiplerinin eklediği minarelerinde, yüzyıllar boyu İslam’ın çağrısı yankılandı.
20. yüzyıl, Avrupalı sömürgeci güçlerin tekrar İstanbul’u işgaline sahne oldu. İşgali müteakip yıllar, İstanbul ve Ayasofya için belki de tarihin en zor günleri oldu. Büyük Konstantin’in başkent olarak kurduğu, Fâtih’in Devlet-i Âli’sine başkent kıldığı, kurulduğu günden o güne başkent olan, yönetilmeyen ve fakat dünyanın geri kalanını yöneten ulu şehir, Aziz İstanbul, Büyük Konstantinopolis, artık bir bozkır şehrinden atanan valilerce yönetilecekti. Ve tabi ki Ayasofya… Ulu bilgeliğin mabedinde hiçbir dinin tanrısına ibadet edilmeyecekti artık. Kutsal bilgelik müzeye kaldırılmıştı.
Günümüzde insanlık büyük bir salgın ile karşı karşıya. Her ülkeyi, her kıtayı kaplayan bu ölümcül virüs nedeniyle insanlık çaresiz. Büyük bir umutla bilimsel gelişmeleri takip ediyor. Bilim adamları adeta bir aziz, bir evliya mesâbesinde, hekimler adeta bir derviş, bir keşiş gibi türlü cefalara katlanma pahasına virüse karşı mücadele ediyor. Ayasofya yaklaşık 100 yıllık bir ayrılığın ardından kapılarını tekrar mü’minlere açmaya hazırlanırken benim kafamda tek bir soru var:
Sahi, Kutsal Bilgelik bugün kimin elinde yükseliyor?
Saglıcakla