Bitmeyen Yürüyüş


Yazar: Ali Haydar PEÇE

Aile, kişinin seçimine bağlı olmayan tıpkı cinsiyet ve ırk gibi doğduğunda kucağında bulduğu bir fenomen. Bu fenomenin içinde ilişkilerin karmaşıklığından dolayı pek çok dinamik yapı bulunuyor. Hirokazu Koreeda ise karmaşık yapıdaki aile içi ilişkilerini, sade ve gerçekçi bir biçimde aktarması ile ön plana çıkan bir yönetmen. Yinedergi yazarlarından Halim Yar’ın tavsiyesiyle tanıştığım 1962 Tokyo doğumlu yönetmen, Japon ailesini evrensel bir dille aktarmış görünüyor. Böylece daha önce hakkında değerlendirmeler yazdığımız yönetmenler, Akira Kurosawa ve Hayao Miyazaki’den sonra Japon sinemasında takip edeceğimiz bir yönetmeni daha listemize eklemiş oluyoruz.

Koreeda’nın yazımızda konu edineceğimiz Bitmeyen Yürüyüş (Aruitemo Aruitemo/Still Walking) filmi kısaca; denizde boğularak vefat eden evlatlarının ölüm yıl dönümünde, bir araya gelen sıradan bir Japon ailesinin kendi aralarındaki ilişkileri konu ediniyor. Tamamı bir gün içinde geçen filmle ilgili vurgulamamız gereken ilk şeyin filmin naif yapısı olması gerekir. Çünkü böyle acı bir konuyu merkezinde barındıran bir filmin doğal olarak gergin ve hüzünlü olması beklenir. Fakat en acı şekilde gerçekleşmiş olsa da ölümün üstünden zaman geçmesiyle hem kabul edildiği hem de kabul edilmediği, yönetmen tarafından filme son derece başarılı şekilde aktarılmış.

Filmin ana karakterini hem iş hem de eş anlamında ailesinin beklentilerinden uzak kalmış küçük kardeş Ryo canlandırıyor. Babası idealist bir doktor olan Ryo, dul ve çocuklu bir kadınla evlenmiş olması ve yazarlık mesleğini seçmesinden dolayı muteber olmayan bir evlat. Ailenin ideal evlat kontenjanını dolduracakken vefat eden doktor adayı ağabeyi Junpei, ölümüyle Ryo’ya zor bir miras bırakmış oluyor. Filmde Junpei ile hatıralar anlatılırken aslında Ryo’nun hanesine yazılması gereken olumlu şeylerin abisinin hanesine yazılmış olması bu durumun bariz bir örneği. Bu anlamda yönetmen, çocukların ebeveynleri ile kurdukları ilişkilerde kardeşlerin önemini gerçekçi aktarmış. Kardeşlerden herhangi birinin, ön plana çıkan bir özelliği olduğunda diğerlerinin o kardeşin parantezine alınması önemli bir problem. Bu problemin kardeşler arasında karşılaştırmaya gitmesi ise daha büyük sorunlar doğuruyor.

Koreeda, filminde yemek masasının aile açısından önemini güzel aktarmış. Yönetmenin anlatımında yemek masası, ailenin toplandığı ve ego savaşlarının bir tarafa bırakıldığı bir zemin. Fakat bu zemin bozulduğunda ailenin bir arada kalmasını sağlayan temel ortadan kalkmış oluyor.  Bizim kültürümüzde “sofraya küsülmez” ifadesi ile şekillenen yemek masası, bu anlamıyla Japon kültüründe de toparlayıcı bir özelliğe sahip görünüyor.

yemek masası

Filmde vurgulanması gereken diğer bir husus da inancın insanların yaşamlarında tuttuğu yer olabilir. Bu anlamda annenin, ölen oğlunun ruhunun sarı bir kelebekte olduğunu düşünmesi ve gecenin bir vaktinde evin içinde kelebeğin peşinde dolanması etkileyici bir sahneydi. Sarı kelebek, ayrıntısı yönetmenin yine aile ilişkilerini ele aldığı Fırtınadan Sonra filminde de yer almıştı. Anne ve oğul rollerinde aynı oyuncuların rol aldığı Fırtınadan Sonra’nın ilişkileri ele alma bağlamında Bitmeyen Yürüyüş’e göre daha sade bir film olduğunu belirtmek gerekir.

Bitmeyen Yürüyüş’e dönecek olursak baba ile oğul arasında geçen diyalogların da etkileyici olduğunu söylemeliyiz. İdealist sert görünümlü doktor babanın, etrafında olmasını istediği mükemmelliğin aslında kendisinin de sahip olmadığının aktarılması; her insanın kusurlarının olabileceğine yapılan bir vurguydu. Bu vurgu hemen hemen filmdeki tüm karakterler için değişik sahnelerde dile getirildi. Bir taraftan oğluna, kendi istediği yoldan gitmemesinden dolayı duyduğu öfkeden vazgeçmeyen babanın bir taraftan torununa ilgi gösterip para vermesi insanın içindeki duyguların katmanlarındaki karmaşıklığı anlatıyordu. Benzer duygu karmaşaları daha önce Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ında karşımıza çıkmıştı.

Filmdeki etkileyici sekanslardan biri de vefat eden Junpei için yapılan mezarlık ziyaretiydi. Ziyaret sırasında annenin, oğlunun mezar taşına döktüğü su ile onun ferahlayacağını söyleyip kaderi sorgulaması ve sarı kelebeğin hikayesini açıklaması inancın kadınlar üzerindeki etkisinin daha fazla olduğunu hissettirdi. Ayrıca annenin hayatta olan oğlu Ryo ile olan konuşmalarındaki rahatlık; anne-oğul arasındaki ilişkinin baba-oğul arasında olan ilişkiden daha zahmetsiz ve dolaysız olduğunu gösteriyordu. Bu ziyaretin başında, doğanın aktarılma biçimi ve ziyaretten sonraki tren ayrıntıları Hayao Miyazaki’nin anlatımını hatırlattı.

anne oğul-tren,tabiat

Bitmeyen Yürüyüş’ü diğer filmleri ile birlikte düşündüğümüzde Koreeda’nın, hayatı uzun bir yolculuk; aileyi de bu yolculukta ayrılması mümkün olmayan bir miras olarak gördüğü söylenebilir.

Filmde burada dile getirdiğimiz hususların haricinde anne-kız, karı-koca, kuzenler arası ilişkilere tek tek vurgular yapılmış. Annenin intikam duygusunun gücünü de not ederek kalan ayrıntıları izleyenlere bırakıyoruz.

film afişi

Öne çıkan görsel kaynağı: https://www.behance.net/gallery/75087935/Favorite-Movie-Moments

One comment

  • Yazın oldukça toparlayıcı. Ben de bir iki şey eklemek isterim. Ben filmi izlediğimde bir başyapıtla karşı karşıya olduğumu düşünmüştüm. Mesela annenin her şeyi sonlandıran kıyıcılığı, herkes hakkında olumsuz hükümleri aksine bunu hayatında yumuşatması ve gizlemesi, babanın düzenli ve sert biri gibi görünüp aslında naifliği; sonunda ailesini hastasına tercihi, oğulun ezikliği ve içinde biriktirdiği kini, kıyıda duran kızkardeşin ataerkilliği kalın kalın çizmesi dolayısıyla oldukça sıradan görünebilecek bir filmdi. Gelgelelim film bu basit formüllerle ilerlemiyor. Koreeda’nın bence aralarındaki bu ilişkiyi verirken bir anma ve akşam yemeğindeki görünürdeki neşeyi intikama evriltmesi ve bir elin jesti gibi zarif geriye dönüşleri; araya doğal hikayeler serpiştirmesi: Mısır hırsızlığı, oradaki sözü kim söylediği, annenin sumo güreşçisinin ismini hatırlamaması, dolayısıyla oğulun kime çektiğini son sahnede anlamamız ve kelebek hikayesi…. Bunlar izleyiciyi filme dahil ediyor; a öyleymiş dedirtiyor. Ustalık burada, Zira tabii ki bu böyle anlaşılmalıydı diyorsunuz.
    Geçmişin yargılandığı bu filmde akşam yemeği sanki bir Agatha Christie romanını andırıyor, gerilim odada yayılıyor ve katil acaba kim hissi uyanıyor. Agatha Christie’nin özel bir yanı; formülle yazmasına rağmen, sizi peşpeşe şaşırtmasıdır. Burada da, olup bitenin akımına kendinizi kaptırmak, geçmişi kabullenmek için herkesin girip yıkandığı arınma odasında yunmalısınız. Yanlış hatırlamıyorsam en son anne girmişti. Onun kıyıda duran hikayesi bir anda olayın göbeğine yerleşmişti. Aslında izlediğiniz bir baba oğul filmi değil anne ve oğulları filmi olduğunu kafanıza çarptırıyordu. Tıpkı iyi bir dedektif romanı gibi Bitmeyen Yürüyüşü tekrar izleme iştiyakı buradan geliyor olsa gerek. Koreeda’nın filimleri o kadar etkili ki; yemek sahnelerinin bolluğundan film bittikten sonra genellikle iştahınız açıldığını hissediyorsunuz.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s