Rahman, Rahmet ve Merhamet


Yazar: Gürbüz Deniz

Giriş -l- 

Kâinat; Rahman’ın var kıldığı varlığın (rahmetin); değişim ve dönüşüm vasıtasıyla (rahmetin) merhamet olarak ortaya çıktığı varoluş alanıdır. (Rum30/50) Bu çıkış iki şekilde olur; birincisi tabiî şekildeki zorunlu değişim ve dönüşümdür; ikincisi ise iradî bir tarzda olması gereken dönüşüme, irade sahibi varlıkların sebep olmasıdır. Tabiî rahmetin tecellisi olan rahmet ve merhamet, Allah’ın yarattıklarına verdiği yetenekler dolayısıyla kendiliğinden ve geneldir. İradî olanı ise insanın; cehd ve gayretiyle, Allah’ın isim ve sıfatlarını, bilgisi ve fiilî aracılığı ile fiillerinde ortaya çıkarmasıdır. Mülkün/varlığın Rabbi; Rahman ve Rahim’dir. (Fatiha1/1). El-Kitabın ilk ifadesinin bu şekilde başlaması varlığın ontolojik kökeninin iyilik, rahmet ve merhamet olduğunu göstermektedir.

Kelam-ı Kadîm’de Rahman’ın yarattığı kâinat, gönderdiği ilahî kitaplar ve resüller rahmet olarak isimlendirilmektedirler. Rahmet olan alem/varlık, gönderilen kitaplar ve kitapları keşfetmek ve yorumlamak ise Rahman’ın yarattığı, adı rahmet olan varlıklarından merhametin bütün var olanlara ulaşmasıdır. Yine ilahî kitapların tekliflerini, hayatlarıyla insanlık için örnekliğe/rahmete çevirenler resullerdir ki, onlar da rahmet olarak ifade edilmektedirler. Bu üç varlık mertebelerinin merhamete vasıta olmaları, onları işlevsel hale getirenlerin iyi ahlâk sahibi olmaları şartına bağlanmıştır. Bu çerçevede:

-ll-

A-Rahman ism-i celili; zat-ı subhanı ifade eden, Kur’an’da yaratıcı isim (ya da bazılarına göre sıfat) olarak yer almaktadır. Rahman; ontoloji zemininde, varlığın mahiyeti ve neliği hakkında bize yol gösteren ana eksendir. Yine bu bağlamda Rahman; hayrı varlık olarak bütün kâinata ve içindekilere, ihtiyaçlarını ve noksanlıklarını gidermeleri için rahmet olarak irade etmiş ya da yaratmıştır. Rahman’ın fiili olarak kâinatta var olan her şeydeki rahmet ve merhamet, bu ismin/sıfatın fiilinde mündemiçtir.

Âlem; Allah’ın rahmetinin eseridir. Âlemde rahmete, merhamete, Rahman’ın gösterdiği yolla/yollarla ulaşılır. Bu yola ise öncelikle bilmekle vasıl olunur ve bütün insanlara bu dünyada bu imkân eşit mesafededir. O sebeple kim Allah’ın rahmetini O’nun fiili olan varlık içinde arar, ortaya çıkarır, ona gayret eder ve keşifte bulunursa ona merhamet edilir. Aksi halde merhamet, hiçbir güç ve efor sarf edilmeden hiç kimseye nasip olmaz. Gaye, gayret, fiil ve netice olmadan merhamet istekleri kuruntudan ileri gidemez/gidememiştir.

İlahî rahmet/inayet; sürekli feyz/akış halindedir. Kim onu almaya; ilmiyle ve fiiliyle hazır ise merhamet ona isabet eder. Aksi halde Rahman’ın rahmeti, başkasına yani her kim varlığı keşif etmişse ona ulaşır ve o, alemin efendisi olur. Çünkü ilahî rahmet; sürekli olarak, Rahman’ın yarattığı varlıklarında bilfiil hazırdır. Rahman’a nispetle yani onun yaratmasından dolayı varlıkta bilfiil olan bu durumu insanlar; varlığa ve kendilerine nispetle bilkuvvelikten bilfiillik durumuna çıkardıklarında Allah’ın Rahmet ismi merhamet olarak hayatlarında ortaya çıkar. “…Rahmetimizi dilediğimize isabet ettiririz ve iyi işler yapanların mükafatlarını zayi etmeyiz.” (Yusuf12/56)

Rahman; yarattıklarını, insanlara ve diğer mahlukata rahmet olması için sebepli, düzenli yaratmıştır ki, insana verdiği ilahî kaynaklı olan akılla insan onları anlasın, keşfetsin ve yeryüzünde adaleti ve merhameti tesis edebilsin! Buraya kadar anlattıklarımızı şu ayetler özetlemektedir:

“Rahman; Kur’an-ı öğretti, insanı yarattı, konuşmayı/beyanı öğretti, Güneş ve Ayı bir hesaba göre hareket ettiriyor, göğü yükselten ve ölçüyü/mizanı/sebebi koyandır. (Rahman 55/1-7). “Rahman’ın yaratmasında ve yarattıklarında herhangi bir çelişme, aykırılık ve düzensizlik göremezsin.” (Mülk 67/3., Ayrıca bkz. Furkan 25/59; Rum 30/50; Neml 27/63 Şura 42/28)

B1-Kur’an ve Hz. Peygamber/peygamberler; insanlık ve kainât için iki rahmet kaynağıdırlar. Bunlara ilaveten Kur’an ilahî kaynaklı bütün kitapların da insanlar için rahmet olduğundan bahseder. Burada rahmetin epistemik ve ahlâkî temelleri dikkate alınmaktadır. Bunlara uyan, bunların buyruklarına göre hayatlarını düzenleyenler merhamete yani doğru düşünceye ulaşır ve ona uygun hayat yaşamaları nedeniyle hem bu dünyada ve hem de öte dünyada mutluluğa kavuşmuş olurlar. (Bkz. Nahl16/64,89; Enbiya 21/107)

Kur’an; başta insan ve âlem olmak üzere, yaratılmış olan her varlığı tabiatına uygun bir şekilde yeteneklerinin/kabiliyetlerinin varoluşa çıkması için temel ilke ve esasları belirleyen el-Kitap’tır. Bu sebeple Kur’an, varlığımızı ve eşyayı en iyi anlamlandıran, onları merhamet olacak düzlemlere yönlendiren ilahî teklifleri içermektedir. Kur’an’da rahmet ve merhamet tecellileri genel ve istisnasızdır. Bu anlamıyla rahmet ve merhamet insanlığın ortak paydasına şamildir. “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır/her şeyi içine alacak düzeydedir.” (Hadid 7/156) ayeti bu anlama müteveccihtir. Yine, “…Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır, iyice bir düşünmez misiniz artık?” (En’am 6/80, Ayrıca bkz. En’am 6/59) ayeti bağlamında düşündüğümüzde ilim; sebebin bilgisidir, o da rahmet gibi her şeyi kuşatmış ise eşyayı kuşatan rahmeti, ilim ile bulmak, keşifle merhamete dönüştürmek zorunlu yani temel bir esas manasına gelmektedir.

Hz. Peygamber (as); “örnek insan (usve-i hasene)” olması itibariyle el-Kitab’ın tekliflerini sosyal hayatta müminlere ve insanlara merhamet olacak tarzda yaşatmış ve kendisi de bizatihi tavizsiz bir şekilde yaşamıştır. Sosyal hayatın ve bireysel örnekliğin temsilliği Hz. Peygamberin Kur’an ahlâkı olan “büyük ahlâk üzere olmasıyla” taşahhus etmiştir. Hz. Peygamber, “Allah ile nasıl bir bağın oluşturulması gerekir?” sorusunu da söz ve fiilleriyle vazıh bir tarzda ortaya koyup bu bağı rahmete, güzelliğe, adalete aracı kılmıştır. Bu ölçülere uyulmadığı zaman Rahman’a kullukta merhamet değil tarafgirlik, bencillik ve adaletsizlik -gizemli bir şekilde- ortaya çıkmaktadır. İslam; bilmek kadar yaşamayı da önceleyen bir dindir. Merhamet de tam ve kâmil olarak, bilmek ve yaşamanın uyumlu birlikteliğinden neşet eden sonuçlardır. Tek başına bilmek merhamet olmadığı gibi bilmeden yaşamanın ise hiçbir kıymeti yoktur.

B2-Hz. Peygamberin örnek hayatından hareketle bir Müslümanın, Müslümanlara ve genelde de bütün insanlara merhamet etmesinin ilkelerini şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Başta kendisini, sonra da ailesini -özellikle de anne babasını- ve çevresini hak yolda tutmaya, fiili ve kavli olarak gayret etmesidir. Bir Müslümanın merhamet kanatları olmalıdır, ki, Hz. Peygamber bu hususta örnek bir şahsiyettir. Bu duruş ve tavır; kavgayı, nizayı, dağılıp yok olmayı değil dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği yani merhameti insanlar arasında egemen kılmaya sebep olur.
  • Onların sorunlarıyla ilgilenmeli, onları çözmeye uğraşmalı, o sorunlara ortak olmaya çalışmalı ve sevinçleriyle de sevinmelidir.
  • Hatalarından dönenlere merhamet ve dua etmeli, onları iyi olan hayata doğru yönlendirmelidir. Zulmüne, küfrüne ve en önemlisi de inadına kötülüğe devam edenlere merhamet maraz doğurur. Bu ince ayrıma özellikle dikkat edilmelidir. Aksi halde istismara ve daha büyük zulümlere yol açılmış olunur. Zulmü, adaletsizliği engellemenin yolu; ona aracı ve destek olmamak, ona fiili ve kavli olarak karşı çıkmak gerekmektedir. Zulme, adaletsizliğe ses çıkarmamak, İslam metafiziğine göre, zulüm ve adaletsizlik olarak kabul edilmektedir.
  • Özellikle Müslümanlara ve genelde de insanlara karşı kibir ve riya rollerine bürünmek bir Müslümana asla yakışmaz. Kibrin ve riyanın olduğu yerde rahmet ve merhamet yeşermez. Buna özellikle yalanı da eklemlemek gerekir. Çünkü riya ve kibir bir cihetle de yalanın bizatihi kendisidir.

 

Rahmet kaynağından hareketle, merhametle var olmak, hayatımızı devam ettirmek adına ümid aşıları yaptırırız kendimize. Ancak rahmeti ve merhameti istismar etmek karanlıkları aydınlatan lambaları kırmaktır.

C- Kâinat, Allah’ın Rahman isminin tecellisi ise, o zaman var olan her şeyin tabiatı, hayra, rahmete ve merhamete yöneliktir. Hayru’l-Mahz hiçbir şeyi kötü yaratmaz/yaratmamıştır. Ancak yaratılanları/varlığı yaratıldıkları gayenin/kabiliyetlerinin dışında kullandığımız zaman, bu durumda varlıkları merhamete değil zulme, adaletsizliğe aracı yapmış oluruz. Rahman’ın yarattığı ve merhamete kaynak olması gereken varlık, bu sebeple yani ilişkideki yanlış ilişkisellik yüzünden kötülüğün kaynağı olmuş olur. Burada ahlâkî ilkelerin yol göstericiliğine uymak, -ahlaki olsa da- zorunluluk kesbetmektedir.

Rahman’ın kullarının; varlıktaki rahmeti merhametin tecelli kaynağı yapmaları için o rahmet olan varlık üzerinde çalışma, onu öğrenme, öğretme ve üretimde bulunmaları zorunlu şartlardandır. Bu şartları yerine getirmeyenler, ilahî rahmetin varoluşa çıkışını engelledikleri için kesin bir şekilde sorumludurlar. Çünkü insanın merhamet etmesi; Rahman’ın kullarını ve O’nun yarattıklarını koruyup kollaması, şefkat göstermesiyle mümkün olmaktadır.

Rahman’ın kulları/İnsanlar, kimi koruyup kollayacak, kime ve neye merhamet edecektir?

İnsanın bu dünyadaki en büyük görevi; kâinatta var olan her şeyi, Rahman’ın bir emaneti bilerek, yerli yerince kullanması, onu bilmesi ve keşfetmesidir. Ancak asla emanete ihanet edip israfa, tahribata yol açmamalıdır. Özellikle bir Müslüman şunu bilmelidir ki, var olan her varlık; cemadat, nebatat ve hayvanat yani bütün bu var olanlar; bir şuura, bir hissedişe sahip olan ilahî emanetlerdir. Öyleyse, taşın bile bir hissiyatının olduğunu bilecek, taşta olan rahmeti ve taştan çıkabilecek merhameti taşı yerli yerine ve konumuna (adilce) uygun şekilde kullanmakla ona varlık değerini vermiş olacaktır. Ağaca, gölgeye, arıya, insana aynı şekilde şefkat ve merhamet göstermesi gerekir. “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” Peygamberî ilkesi, -evrensel manada- bütün mahlûkat için geçerlidir. Bu bağlam dolayısı ile müminlerin merhamete, affa, iyiliğe vesile olacak özellikleri hayatlarının gayeleri yapmaları gerekmektedir. (Bkz. Furkan 25/63vd., Maide 5/13.)

Modernite, insan dışında hiçbir varlığa ruh/nefs/şuur atfetmediği için varlığı hoyratça -emelleri için- kullanmada bir beis görmemektedir. Bu kullanım tekçi ve bencilcedir. Bütün insanlara rahmet olması gereken şey, çoğu zaman birilerinin elinde yalınızca zulüm ve tahakküm aracına dönüşmektedir. Bu sebeple, varlıkta ilahî rahmetin tecellisine ulaşan insanların ahlâklı olmaları zorunluluk haline gelmesi gereken ilke olmalıdır. Ahlâkî zaafı olanların bu türden bilimsel araştırmalardan ve ortaya çıkan ürünlerin imkanlardan, elverdiği ölçüde, uzak tutulmaları ahlâkî bir tutum olarak kabul edilmelidir. Müslümanlar ise insanî ruhun değerinin ve ontolojik konumunun -ne yazık ki- farkında bile değiller. Ruhun varlığını kabul etmek başka şeydir, onun ne olduğunu, neye yaradığını bilmek ve onunla hem kendisinin bilinmeyenlerini ve hem de bütün mahlukatı bilip, keşfetmek ise başka şeydir. İnsana verilen ilahî ruhun en önemli dünyevi cephesi olan aklın insana varlıktaki rahmete ulaşması için bahşedilmiş olması, aracı kılınmış bulunması büyük bir nimettir. Akıl dahi tek başına rahmet olmayı hak edecek derecede yüksek bir varlık mertebesindedir.

-lll-

D-Rahmet olarak Kelam-ı Kadîm’de İfade Edilen Bazı Mevzular

Bu mevzular yukarıda ifade edilen, A maddesinin alt açılımları yani varlık tezahürlerinin tabii rahmet ve merhamet olarak varoluşta bulunan uzanımlarıdır.

  1. Gece ve gündüz O’nun rahmetindedir. (Kasas/71,72) Gece ya da gündüz ebedi olsa, rahmet değil zulüm ortaya çıkar. Bu sebeple gece; dinlenme, okuma ve ibadet etme zamanı olarak Hz. Peygamberin hayatında, rahmete giden yol, rahmetin merhamete dönüştüğü fiil olarak var olmuştur.

Gündüz, maişet vaktidir. Hedeflerin, gayelerin gerçekleşme/gerçekleştirilme zamanlarıdır. Gündüz de yatıp uyuyacaksak, o zaman bize rahmet değil zillet/karanlık isabet eder. Gündüz; zamanı kullanma, onu en hayırlı şekilde harcama vaktidir. Büyük mutasavvıfın söylediği gibi, “Bütün ibadetlerin kazası mümkündür, ancak vaktin kazası yoktur.” Bu sebeple her nefesi, rahmete giden yol kılmak lazımdır.

  1. Yağmurun yağması, diriliş muştusudur. Bu sebeple yağmur, rahmet olarak isimlendirilmiştir. Yağmur ki suyun, temizliğin kaynağıdır ve her şey sudan hayat bulmuş yani yaratılmışsa o zaman her şeyin yönü, özü, tabiatı iyidir, güzeldir, hayırdır. Bu hayrı/rahmeti keşfedip ortaya çıkarmak en başta Müslümanların görevidir. Çünkü hem hayatın kendisi bunu insandan istiyor ve hem de Kur’an bunu amirdir. (Şura 42/28)

 

  1. “Rahmeti’nin önünde (öncü olarak) rüzgarları müjdeci gönderen kim?” (Neml 27/63) Muhteşem ifadeler. Varlık ve varlığın hareket kaynağı, varoluşun sürekliliği, aşılamayı diyardan diyara götüren rüzgarlar… Allah’ın kullarına rahmetinin gereği olan merhametidir.
  2. Rızkın; her (dübürü üzerine) hareket edene verilmesi, Allah’ın rahman isminin merhamete dönüşümüdür, açılımıdır. “Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’tan olmasın…” (Hud 11/16) Rızkın temini, her ne şekilde olursa olsun, hareket etmeyi zorunlu kılmaktadır.

Özellikle belirtmek gerekir ki hareket; ancak anlamlı, sebebe uyan ve sürekli olduğunda rızkın rahmet olarak tecellisine/merhamete dönüşüne menba olabilir.

  1. Çocuğun bulunduğu yer = Rahim= Rahmet Alanı. İnsanın merhamete en çok ihtiyaç duyduğu yaş aralığı. Bundan neşet eden rahmet sınırları:

Ulu’l – Erham = Rahim ortakları, insanlık akrabalığı: Ailevî olarak, bireysel rahmeti hem veraset ve hem de diğer bütün ilişkilerde kendi aralarında/aramızda var kılmak. Genel olarak, insanlık ailesine merhamet etmek ve merhameti bütün ilişkilerde aynı cinsin/familyanın ortakları olarak yaşatmaya gayret etmektir.  Bu bağlamıyla insanların insanlık ortak paydasındaki ortaklıklarını yani kardeşliklerini dikkate almak ve onların da kendileri gibi insan olduklarını daha çok anlamak ve hissederek insanlara karşı isâr içinde bulunmak gerekir. (Bkz.Nisa 4/1, Enfal 8/75; Muhammed 47/22, Âli İmran 3/6) Bu bağlamıyla hiçbir din, ideoloji ve dünya görüşü İslam’ın öngördüğü/emrettiği teklifleriyle yarışacak düzeyde ve düzlemde değildir.

Netice

Rahman; rahmet olanı yarattı ve onda tabii ve iradî olarak ortaya çıkacak merhameti de kendisine nispetle bilfiil, biz kullarına nispetle bilkuvve var kıldı. Rahmet dolayısıyla tabii olan merhamet zaten ortadadır. İnsanlar ise Rahman’ın rahmet tecellilerinde varlık olarak bulunan merhamete iradi olan fiilleriyle ulaşmak, onu ortaya çıkarmak zorundadırlar. Bu imkân, bütün insanlara eşit bir şekilde verilmiştir. Kim çalışırsa, gayret ederse rahmetin merhameti ona ulaşır ve o kimse veya grup dünyada saadete ulaşır ve kâinatın efendisi olur. Müslümanlar bu işi yaparlarsa dünyada saadete, ahirette ise Rahim’in vereceği büyük nimete nail olurlar.

Görsel Kaynağı: https://twitter.com/mecra/status/1047478573051904000?lang=da

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s