Yazar: Hadi Ensar Ceylan
Tâceddin es-Sübkî, Mu‘îdu’n-Ni‘am Makam ve Meslek Ahlakı, Çev: Harun Yılmaz, Muhammet Enes Midilli, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul 2019.
Memlük dönemi Kahire ve Dımeşk’inde (bugünkü Şam) yaşamış olan et-Tâcu’s-Subkî (ö.771/1370), dönemin önde gelen Şâfi‘î fukahasından Takiyyuddin es-Subkî’nin (ö.756/1355) oğludur. Fıkıh usulü başta olmak üzere çeşitli alanlarda yazdığı eserlerinden bazıları oldukça meşhur olmuştur. Bunlardan zikre değer olanları ifade edeceksek şüphesiz Cemu’l-Cevâmi’den başlamamız gerekir. Halen Kürt medreselerinin çoğunda mukarrer fıkıh usulü kitabı olarak tedris edilen eser, üzerine yazılan onlarca şerh ve haşiyenin delaletiyle gerçek bir klasiktir. Müellifin bir diğer önemli usul eseri, muhakkikin döneminin temsil gücü belki de en yüksek ismi olan İbnu’l-Hâcib’in (ö.646/1249) kısaca Muhtasar ismiyle bilinen kitabı üzerine yazdığı Rafu’l-Hâcib an Muhtasar İbni’l-Hâcib adlı şerhidir. et-Tâcu’s-Subkî, aynı zamanda tarihçilerin de kendisine çokça referansta bulunduğu bir isimdir. Zira elimizde mevcut en hacimli Şâfi‘î fukahası tarihi kendisine aittir: Tabakâtu’ş-Şâfi‘iyyeti’l-Kubrâ. Tabiri caizse bir tabakat tutkunu olan M. Said Hatiboğlu Hocamızın zamanın yetmeyişinden hayıflanarak “şu kitabı başından sonuna bir okuyamadım” dediğine şahit olmuşumdur.
Subkî’nin yazımıza konu olan eseri Mu‘îdu’n-Ni‘am, bânîlerinden Allah razı olsun Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından basılan pek çok kıymetli kitap arasında yer almaktadır. George Makdisi’nin, İslam eğitim tarihine dair çığır açan Ortaçağ’da Yüksek Öğretim adlı kitabında pek çok yerde atıfta bulunduğu Mu‘îdu’n-Ni‘am, idarecilerden kâdîlere, müderrislerden âlimlere, sâkîlerden hâciblere, vaizlerden imamlara, boyacılardan sıvacılara kadar her düzeyde meslek sahibinin mesleğini nasıl icra etmesi gerektiğine dair bir ahlak ve nasihat kitabıdır. Yazara göre bir mesleği edinmek, Allah’ın kuluna verdiği bir nimet olduğuna göre bu nimetin şükrü, mesleğin gereği gibi icrası ile ifa edilir. Kitap, konu ettiği meslek sahiplerinin hali hazırda nasıl iş tuttuklarına da temas ettiğinden kendi dönemine ayna tutan bir kültür tarihidir aynı zamanda. Bizim gibi yüksek din öğretimi ile iştigal edenler için de o zamanki muadillerini görmek açısından kıymetli malumat içermektedir.
Mu‘îdu’n-Ni‘am, bahsettiğim genel özellikleri yanında kendisini okutacak epey ilginç, kimi hoş, kimi nahoş detayları da barındırmaktadır. Bunlardan ikisine değinmek isterim.
Yazarın, kendi döneminin idarecilerine karşı kullandığı dil ulemanın konumunu göstermesi bakımından manidardır. Bu yönüyle Subkî, idarecilerin haksızlıkları karşısında hiç çekinmeden uyarıda bulunma sorumluluğunu yerine getiren âlimi örneklendirmektedir (s.42, 44, 46, 48, 50). Kitabın ilerleyen bölümlerinde ümeranın ayağına giden ulemanın saygınlığını yitirdiğini, hatta sadece kendisinin değil adeta bir tüzel kişilik olarak âlimlik kurumunu zedelediğini ifade etmektedir (s.126).
Yazarın, bilhassa farklı fıkıh mezheplerine mensup bazı âlimlerin taassup içinde hareket ederek birbirlerine karşı hoş olmayan tavırlar sergilemesini eleştirirken, öte yandan felasife ve felsefe ile iştigal edenlere karşı haksız ithamlarda bulunması ciddi bir çelişki olarak önümüzde durmaktadır. Subkî’ye göre Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozofların eserlerini okumak haramdır (s.142). Dahası da var: Bu eserleri okuyanların kırbaçlanması ve çarşı-pazar dolaştırılarak tahkir edilmesi gerekir (s.146). Müellifin bu yaklaşımı, maalesef klasik Sünni söylemin felsefe konusundaki en hafif tabirle haddini aşan tavrının tipik bir örneğidir. Subkî’nin yasakçı tavrından, meşhur müfessir Zemahşerî’nin el-Keşşâf adlı tefsiri de payını almaktadır. Ona kalırsa “Kaderiyye’nin şüphelerinin kendisini sarsamayacağı derecede sünnet üzere bulunanlardan başka hiç kimseye bu kitaba başvurma izni verilmemelidir.” (s.148) Bu satırları, “Tevrat Tefsiri” bastı diye benzer hadsizliklerle karşılaşan kurumun yayınları arasında okuyunca insan “yasakçı zihniyet ölmedi, aramızda yaşıyor” demekten kendisini alamıyor.