Yunanlılar Kendi Mitlerine İnanmışlar Mıydı?


Yazar: Ömer Gülen

Paul Veyne, Yunanlılar Kendi Mitlerine İnanmışlar Mıydı?, Çev: Mehmet Alkan, Alfa Yayınları, İstanbul 2016.

Paul Veyne, Collége de France’ta Antikçağ Roma tarihi uzmanı, arkeolog ve tarihçi olarak çalışmış çağdaş Fransız felsefesinin önemli tarih felsefecilerinden biridir. Tanıtımını yapmaya çalıştığımız Yunanlılar Kendi Mitlerine İnanmışlar Mıydı kitabının yanında Tarih Nasıl Yapılır ve Foucault; Düşüncesi-Kişiliği ismiyle iki kitabı daha Türkçeye tercüme edilmiştir. Kitap çağdaş Fransız Felsefesinin iki önemli isimlerinden Michel Faucault ve Dominique Janicaud’dan ‘anlatımın hakikatle ilişkisi’ üzerine dile getirdikleri iki alıntıyla başlar. Bu alıntılar bize kitabın 19. yüzyıl sosyal bilim teorileri çerçevesinde bir metodolojik çalışma olduğunu gösterir. Yazar İÖ. V. yüzyıl Yunan tarihine kadar geri giden mit ve logos tartışmalarının, tarihçi ve şairler arasındaki anlayış farkının nedenleri üzerinde durur. Veyne göre mit ve logos ‘yanlış ve doğru’ kelimeleriyle ifade edilecek açık-seçik sınırlarda yaşanmaz (Paul Veyne: s. 14). Mitsel anlatının Yunan felsefesinin gelişimi sonrasında bile ‘inanç’ merkezinde müphem aralığını sürdürür.

Paul Veyne Antikçağ tarihçisinin kaynakları ele alış tarzının farklılığı üzerinde durarak bu durumun klasik ve modern tarihçiliğin önemli ayrım noktalarından biri olduğunu belirtir (Veyne: 20). Antik tarihçinin önemli bir özelliği ‘dipnot’ kullanmamasıdır. Modern tarihçilik açısından ilk dipnotlu metni Estienne Pasquier 1560’ta yazdığı Fransa Araştırmaları kitabında kullanır ve kitabını arkadaşlarına gönderen Pasquire en çok eleştiriyi dipnotu kullanmasından alır. Yazar, klasik tarihçinin anlatımına güven duygusunun, aktarılan tarihle okuyucu arasında kurulan dolaysız ilişkiyle gerçekleştiğini belirtir. Onlara göre tarihi bilginin hakikat derecesini onaylayacak olan zamandır. Veyne göre klasik tarihçiler bu tutumları sebebiyle birinci ve ikinci kaynakları önemsememe gibi sebeplerle yargılanamaz.

Klasik tarihçi için önemli olan, geleneği kendi tarihi evresi içerisinde aktarmaktır. Yazar, Titus Livius ve Halikarnaslı Dionysios’un Roma’nın Başlangıç Tarihini yazarken, kendinden önceki tarihçilerin aktarımlarını bir gelenek formasyonu içinde önemseyip kullandıklarını belirtir. “Tarih gelenek olarak doğar ve kaynaklardan yola çıkılarak yapılmaz” (Veyne: 26). Klasik tarihçinin sorumluluğu yakın tarihtir. Josephus, Yahudiler’in Savaşı isimli kitabının önsözünde en saygın tarihçinin zamanının olaylarını kendinden sonraki kuşaklara ileten tarihçi olduğunu söyleyerek bu duruma işaret eder. (Not: Müslüman tarihçilerin kendi güncel tarihlerine gelmeden önce, İnsanlık tarihini özet şeklinde geçip kendi dönemlerini çok ayrıntılı anlatmalarındaki sorumlulukta da bu gerçeğin bir önemini görmekteyiz). Eski tarihçi için kaynak ve belgenin önemi, kendi anlatacağı tarihi desteklediği kadar önem taşır. Bu sebeple tarihi anlatılarında, önceki tarihçilerin kimliklerine yönelik bilgi vermezler. Veyne bu durumun modern tarihçilik açısından geniş bir boşluğa dönüştüğünü belirtir. Antik tarihçilerin önceliği bilgi toplamak ve bunu aktarmak olduğu için onlar metni ayrıca kaynakça ile doldurmadan geniş bir rivayet aktarımının taşıyıcısı olma görevini üstlenirler.

Yazar, modern tarihçiliğin, tarihçilerin bir buluşu olmadığını, İncil’in ve dava belgelerinin referans olarak gösterildiği teoloji ve hukuk temelli tartışmalardan ortaya çıktığını belirtir. Modern tarihçiliğe geçiş, on altıncı yüzyıl Avrupa toplumunun kültürel dönüşümüyle paralel bir çizgiyi takip eder. Büyük bilginlerin ansiklopedist çalışmalarının yerine, üniversitelere özgü uzmanlaşma dönemi başlar ve bilimsel çalışmalar yine okuyucusunu üniversite içerisinde bulur. Bilimsel görüşü temel alan tarihçi, antik tarihçiler gibi kendi inanç yargısını belli bir usul kaygısıyla gizlemez. Dolayısıyla eski tarihçinin anlattığı hikâyelere ne kadar inandığı okur için gizli kalsa da modern tarihçi anlatımın mitsel yönüne yönelik önsel yargısını belirterek metninin bilimsel yönünü temellendirir (Veyne: 34). Eski tarihçi, anlattığı hakikatin savunuculuğunu yapma gayreti göstermez fakat bir hakikat düşüncesini okuyucusuna açar. Veyne, bu durumun klasik ve modern tarihçinin tutum farklılıklarının en önemli yönlerinden birine işaret ettiğini söyler. Eski tarihçi okuyucusuna dürüst olduğuna dair güvenilir bir telkin sunar. Modern tarihçi, okuyucusundan ziyade gözleminin ve kullandığı malzemenin güvenilir olması üzerine hareket eder.

Veyne, Yunanlıların, miti bir hakikatmiş gibi kabul etmeden önce mit karşısında iki farklı tutum takındığını belirtir. Biri, mitleri bir inanç gibi gören saf yaşlı kadının inancı; diğeri ise ‘gerçekleşmesi zor olağanüstülükler karşısında’ anlatıyı bir gerçeklik ya da gerçek dışı bir tahayyül içinde kabul etme arzusu. Klasik tarihçi için mit, yüzyıllar boyunca aktarılarak efsaneleşmesine rağmen kendi anlatımında otantik bir öz taşır. Sorun yaratan efsanelerdir, öz değil (Veyne: 39). Veyne bu cümleyi Pausanias’tan yaptığı bir açıklamayla temellendirir. “Yunanlılar için mit sorunu yoktur, yalnızca mitin içerdiği gerçeğe benzemeyen öğeler sorunu vardır.” Yazar mitin bu çeşitli anlamını şu şekilde açıklar: “Yunanlıların gözünde mit neydi? Bütün bunlar bize, hakikat duygusunun çok geniş olduğunu (bu duygu miti rahatlıkla içine alır) ve aynı zamanda hakikatin kurmaca edebiyatı kapsamak da dâhil, birçok anlama geldiğini ortaya koyma fırsatı verir.” (Veyne: 41).

 

Hakikat Evrenlerinin Çokluğu ve Benzerliği

Veyne, Yunan mitlerini dinle en az bağlantısı olan mitler arasında sayarken onun temelde sözlü ve edebi olduğunu söyler. Yunanlılar mitleriyle kurdukları ilişkiyi nasıl bir hakikat evresi içerisinde kabul edip inanıyorlardı? Mitler, miti dinleyen kişinin yaşadığı çağın öncesinde bir tarihten seslenir. İnsanların ve tanrıların beraber yaşadığı bir çağdan. Hikâyeyi dinleyen kişinin günceliyle hikâyenin anlatıldığı tarih ya da tarih-dışı zamanın sınırları bilinmez. Kahramanlar dönemi bu belirsiz zamanın ötesine yerleştirilir ve orada mit gerçeklik kazanır. Bu zamansızlık uzamına mit tarihsel bir anlam katar. Veyne, mitte hakikatin çok-sesliliğine yönelik bir gerçek olduğunu söyleyerek mitte “hakikatin sadece ayrışık kullanımları var” olduğunu belirtir (Veyne: 52). Mitler kurguyla hakikati buluşturur. Veyne’nin deyimiyle “bir evren kendi başına kurmaca olamaz, bu, onun böyle olduğuna inanılıp inanılmamasına bağlıdır.” Veyne bu açıklamalarıyla kurguyla dinleyici arasındaki ilişkinin hakikatin gerçekle teması içinde çoklu anlamlara dönüştüğünü belirtir. Veyne Thukydides’in miti bir tarih metni formuna dönüştürme çabalarına rağmen mitin, tanrılar ve kahramanlar çağına yönelik bir anlatı olma öyküselliğini koruduğunu belirtir. Bu öykülerde doğrudan dinsel bir anlam biçimine seslenen gizem, ‘Mouse diyor ki’, ‘logos diyor ki’ ifadeleriyle gizemli bir kişiye atfedilerek sürdürülür.

Mit vahiy gibi bir bilgi değil, şaire Mousa’lar tarafından ilham edilen bilgidir. Mousa’lar şaire insan doğasına özgü bir gerçeği hatırlatmaktan başka özel bir bilgi vermez. Mit, kendine özgü bir eğitim şekli olarak halkın ethosuna seslenerek aktarılır.

Bilginin Toplumsal Dağılımı ve İnanç Biçimleri

Veyne bu bölüme başlarken şu durumu belirtir. “İnanç biçimleri hakikate sahip olma biçimleriyle ilintilidir. Yüzyıllar boyunca farklı bilgi dağılımları içeren hakikat programlarında bir çoğulluk söz konusu olmuştur.” (Veyne: 65). Bu çok-anlamlılığın gerçek olması gerekmediği gibi, günümüz yargılarıyla da gerçeklikteki karşılığının anlaşılması gerekmez. Her inanç başkasının onayı aracılığıyla inanç biçimine dönüşür. Bu sebeple mitlerin farklı kültürlerin tecrübesiyle onaylanıp inanca dönüşmesi önemlidir. Mitler bu açıdan ne doğru ne yanlış olan tertium quid’tir. (tertium quid: iki bilinen ile kombinasyon halinde olan tanımlanamayan üçüncü şeyi ifade eder).

Henüz felsefenin ve teolojinin gelişmediği dönemlerde kültürler kendi sözlü edebi anlatımlarını geliştirip yayarlar. Anlatıcının neyi yanlış söylediğinin bir anlamı yoktur. Onun otoritesi, anlattığı hikâyenin kendileriyle ve tarihleriyle dolaylı ilişkisine yönelik bir sahihlik imtiyazı içerisinde oluşur. Ozanların bu özel otoriteleri Hesiodos’u da rahatsız eder ve o tanrılar hakkında yeni bir hakikat alanı oluşturmaya çalışır (Veyne: 69). Hesiodos Theogonia’nda tanrıların soy-kütüğünü yazar. Destanlar ve mitler ozanların dilinde taşıdığı gizemle insanlar arasında inanca dönüşürken bu gizem ilk olarak, metafizik ilginin fiziğe yöneldiği felsefi düşünsel dizgenin başladığı tarihle birlikte yavaş yavaş gücünü kaybeder. Thales’in düşünce tarihinde başlattığı varlığa yönelik fizik temelli açıklama, varlığın tanrısal ilk maddesini tanıma yönüyle yeniden mitsel tasavvurun izlerini takip eder. Felsefenin etkisi Yunan aristokrasisinde de karşılık bulur ve mitlerin dünyasına yönelik küçümseyici, halk işi efsaneler şeklinde bir tavır gelişir. Mite inanmakla ilgili ikinci kırılma profesyonel tarihçilerin çalışmaları aracılığıyla gelişir. Herodotos, Yunan mitlerinin kaynağını Mısır’da görürken Mısır’ın kaynaklarının da Mezopotamya olduğunu anlar ve her kültürün ortak bir tanrı fikrini paylaştığını keşfeder. Veyne, mit eleştirilerinin bilgi toplama yöntemleriyle başladığını söyler (Veyne: 78). Yunanlıların mit eleştirisi aklın gelişiminin bir sonucu olarak sürer. Mitin dünyası, tarihi açıklamakla değil, çok-genli yapının içerisinde her şeyin bir başka şeyin açıklamasının yerini aldığı ve bu döngüde doğrunun yanlış olabileceği göz önünde bulundurularak miti yorumlama gerekliliği öne çıkacaktır. Kökenleri açıklamaya yönelik bilimsel ilgi çağdaş bir yönelim şeklinde ortaya çıksa da bu durum her halükarda keyfi yargıları doğuran bilim-dışı bir yönteme sahiptir. Bu tür bir keyfiliğin sağladığı determinist açıklamalardan kaçınarak mitin dünyasını yorumlamak, mitin söylemeye çalıştığı gerçeği anlamamamıza daha çok imkan sağlar.

Tanrıların ve kahramanların anlatıldığı mitlerde zamanla yeni uyarlamalar gerçekleşir. Önce kahramanların insani özellikleri daha fazla vurgulanmaya başlar ve tanrılarla ilgili çalışmalarda daha fazla teolojiye yaklaşarak tanrının ne olmadığı meselesi üzerinden sürdürülür. Veyne, tanrıların mitsel görünümleri konusunda kuşkuya düşen filozof ve teologların İÖ. V. ve İS. IV. yüzyıl arasında kahramanların varlığı hakkında kuşkuya düşmediklerinin altını çizer. Bu tarihi dönem içerisinde mitin insan kahramanlarına yönelik inanç, hem kabul ve hem reddediş içerisinde devam eden bir dilemmayı yansıtır. Halkın mitoloji ilgisi Helenizm dönemi öncesiyle, Helenist dönem sonrasında değiştir. Önceki dönemde mit halkın ilgisini çeken anlatılarken sonrasında mitler edebiyat ve felsefe alanında uzman kişilerin ilgilendiği bir bilim olarak varlığını sürdürür.

Bilginler mite karşı tedbirli davranırlar. Bu anlatıların tarihi anlatımlar olabileceği gerçeğini hesaplayarak, tanrısal hikâyelerdeki efsanelerle kahramanlar çağına özgü efsaneleri birbirinden ayırırlar. Buna rağmen mitler retorik eğitiminin bir parçası olarak yaşamaya devam eder. Mitin gerçek mi yalan mı olduğuna açıkça yalan olduğu cevabını veren bilginler devletlerin kökeni söz konusu olunca miti bir parça tarih bilgisine dönüştürerek cevap üretme çabasına girerler. Mitler, büyük kahramanların tarihi gerçekliği içinde halk inancının bir parçası şeklinde varlığını sürdürür. Bu tarihlere en ihtiyatlı yaklaşan filozoflar bile, ‘anlatılana göre’, ‘söylenilene göre’ kavramlarıyla sürekli kahraman mitlerine göndermeler yapar. Bu açıdan bilginler de iki tavır arasında kalırlar. Olağandışı olayların reddedilmesi ve efsanelerin bir hakikat temeline sahip olabileceğini yedeklerinde tutarlar. Yunanlılar mitlerin yalan olup olmadığı konusunda hiçbir zaman net bir kanaat belirtmemişlerdir. Veyne göre bu durum iki temel nedene sahiptir. “Hiçbir şey başlangıcı itibariyle ve baştan sona yalan olamaz çünkü bilgi yalnızca bir aynadır ve yansıttığı şeylerle öyle bir iç içe geçer ki aracıyı mesajdan ayıramazsınız.” (Veyne: 120)

Mitlerin kaynağında zevk ve düş gücünün dışavurumu vardır. Platon kimi metinlerinde mitlere pedagojik bir değer atfeder. Stoacılar, mitin alegorik işlevini öne çıkarırlar. Bu yönü retorikle ilgilidir ve anlatıma üç yönlü destek sağlar. Kesinliği sabit bir dünyayı temellendirmek, anlatımdaki ruhsal yönü öne çıkarmak ve büyük otoritelerden yapılan alıntılarla hitabete destek sağlamak. Galenos bu tip bir Stoacı retorikten rahatsızlığını dile getirirken onların bu üçlü yapı içerisinde hakikati feda ettiklerini belirtir. Mitlerin taşıdığı birçok anlama rağmen mitler en temelde Yunanlıların tarihini onlara bir hakikatin parçasıymış gibi anlatır. Yunanlılar mitlerinin üzerinde bilimsel bir formatta düşünmeyi hiçbir zaman tercih etmediler. Onların sadece mitlerin aktardığı bir tarih bilimleri olmuştur.

Mitsel dönemin ne bilinebilir bir tarihi ne de sağduyu odaklı bir ölçütü vardır. Bununla birlikte mitlerin öykülerine dair belli bir zaman tahminlere yine geç antikçağ edebiyatçıları tarafından yapılmıştır. Mite bir zamandizin sağlama kaygısında mitin hakikat programına insanlar, coğrafyalar, zaman aralığı ekleyerek ona gerçeklikte bir imkan sağlama çabası yatar. Mitlerin aktardıkları soyağacı bilgileri kuşaktan kuşağa aktarılan sözün değerine tarihi bir otantizm ekler. Böylece sitenin otantik tarihi mit aracılığıyla sürekli kutsanır. Veyne, Yunan ve Roma dönemindeki yerel yazarlığın bu tür tarih anlatıcılığıyla oluştuğunu söyler (Veyne: 159). Mitin yerel tarihçiliğe imkan sağlayan etiolojik yönü Yunan sitesine bir kişilik kazandırırken bu öyküye katılanları da sitenin vatandaşı haline getirir.

Değerlendirme

Kitabın genel kurgusu irrasyonalist bir tarihi çizgiyi anlaşılır kılma çabasını gösterir (Veyne: 237) Bu çizgi, mitin kendini kurduğu hakikat uzamına bağlı kalınarak ortaya çıkar. Yazar doğru ile yanlış arasındaki karşıtlığı olay üzerinde var olan bir karşıtlık olarak görmez. Mit çeşitli türleri içinde barındıran bir bütündür. Akla bağlı kalmak zorunda değildir. Fakat aklın söylem dizgesine yaslanarak kendi kurgusal gerçekliğini oluşturur. Tarihi gerçeğe bir yönüyle bağlı kalır fakat onu edebi bir form içinde yeniden üretir. Benzer şekilde doğayı açıklarken varoluşun gizemine kaynaklık eden bir anlatıyla dinleyiciye yaşadığı dünyaya karşı daha duyarlı olacağı bir davette bulunur. Mitteki kurgunun gücü hayatın kendisinden kaynaklandığı için, hayatın çokanlamlı yapısı içerisinde dinleyici hakikate yönelik psikolojik bir hatırlatmanın kenarında durduğuna inanır.

Yazar, kitabın sorusuna cevap vermez. Mitler gibi kitabın sorusu da gizemli bir meraka dönüşür okur için. Yazar sadece klasik tarihçiliğin dünyası hakkında bilgi verir ve onların aktardıkları tarihi ne kadar bir dini inançmış gibi kurguladıklarına yönelik okuma ipuçları sunar. Bu anlatımda yazar da klasik tarihçiler gibi doğrudan bilimsel bir yargı vermekten çekinerek mitlere inanma konusunda halkların takındığı tavrı, kendi kaynaklarına karşı kullanır. Klasik tarihçiler, aktardıkları tarihin parçalanmasına sebep olacak yargılardan sakınarak bilgi verir ve salt kültürlerin folkloruna yönelik aktarımlarını mantığın olgusal yargılarından korumaya çalışırlar. Bu açıdan kitap, eski dünyanın okunmasına yönelik üzerinde hiç durmadığı fakat kitabın geneline yayılan bir metodolojik öneriyi, klasik tarihçilerin tutumlarıyla okuyucuya önerir. Yazarın, klasik ve modern tarihçiliğin hangisinin daha iyi olduğuna dair bir inancı ve önerisi yoktur. Bu özelliğiyle kitap, okuyucuyu, kendi tercihiyle baş başa kaldığı bir aralık alan sunar. Tıpkı mitlerin, dinleyicilerine sunduğu hakikat aralıkları gibi.

 

 

 

 

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s