Yazar: Hadi Ensar Ceylan
70. Yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi –Geçmiş ve Gelecek Perspektifi- Uluslararası Sempozyumu 7-8 Kasım 2019 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirildi. Sempozyum, Ankara İlahiyat’ın 70. kuruluş yıldönümü etkinliklerinin önemli ayaklarından biri oldu (Etkinlikler hakkında bkz: http://www.divinity.ankara.edu.tr/?p=18604). “Avrupa’da Farklı İlahiyat Tecrübeleri”, “İlahiyat Akademisine Yaklaşımlar”, “Siyasi ve Bürokratik Süreçlerin Etkisinde Ankara İlahiyat”, “Bölümlerin Dünü, Bugünü ve Yarını”, “Bir Değer Olarak Ankara İlahiyat”, “Uluslararası Alanda Ankara İlahiyat”, “Tespitler ve Öneriler” başlıklarını taşıyan yedi oturum ve bir değerlendirme oturumunu içeren sempozyumda toplam 22 tebliğ sunuldu.
En çok vurgulanan konulardan başlamak suretiyle sempozyumda dile getirilen bazı düşünceleri aktarmak istiyorum.
Ömer Özsoy, Sönmez Kutlu, Fehrullah Terkan/Recep Gürkan Göktaş, mevcut ilahiyat müfredatının/programının din hizmetleri, öğretmenlik ve din bilimleri uzmanlığı olmak üzere üç farklı amaca aynı anda yönelmesi nedeniyle başarısızlığa mahkûm oluşunu dile getirdiler. Her üç tebliğde de din bilimleri uzmanlığının ilahiyat alanı için esas çıktı olarak görülmesi ve din hizmetleri ile öğretmenlik için farklı programların tasarlanması gerektiği belirtildi.
Cemal Tosun ve Ömer Özsoy’un tebliğlerinde ilahiyat alanının bilim olup olmadığı sorununa temas edildi. Bu bağlamda Tosun, ilahiyatın üniversite kurumu ile ilişkisini analiz ederken; Özsoy, dinbilimcisi ile ilahiyatçı arasındaki farka işaret etti. Özsoy’a göre bir dinbilimcinin dinsiz olması mümkün iken ilahiyatçının dinsiz olması düşünülemez.
Hayri Kırbaşoğlu ve Bünyamin Erul, ilahiyat anabilim dallarının arasındaki parçalanmışlığın ciddi bir sorun olduğuna temas ettiler. Özellikle Kırbaşoğlu, bu sorunun metodolojik dağınıklık nedeniyle daha da büyüdüğünü ve nitelikli bilimsel çalışmaların bu nedenle yapılamadığını belirtti. Hatta Kırbaşoğlu’na göre günümüzde Ankara İlahiyat, bilimsel çalışmaların kalitesi açısından eski hocalarının gerisinde kalmıştır. Benzer bir imayı dile getiren Hasan Onat, Ankara İlahiyat’ın “küllerinden doğmak ya da ilahiyatlar arasında bir ilahiyat olmak” arasında tercih yapması gerektiğini belirtti.
Yine Kırbaşoğlu ve Erul, fakültenin uluslararası düzeydeki ilişkilerinin ve tanınırlığının zayıflığına dikkat çektiler. Bu anlamda Mehmet Kalaycı ve Esra Gözeler’in tebliğleri de ilgi çekiciydi, zira her iki tebliğde de öne çıkan yön, kuruluş süreçlerinde hem fakültenin hem de fakülte dergisinin günümüze nazaran uluslararası düzeyde daha fazla etkileşime girmesi oldu.
Erul ve Eyüp Şahin’in değerlendirmelerinde ilahiyat-bilim, ilahiyat-üniversite, ilahiyat-uluslararası kurumlar, anabilim dalları ve müfredat yapılanması gibi konuların müstakil sempozyumlar dâhilinde tartışılması gerektiği ifade edildi.
Tebliğinde Türkiye’deki yüksek din öğretiminin yakın dönem tarihini analiz eden Osman Taştan, ilahiyatın “daha az klasik, daha çok felsefi bir karaktere” sahip olduğunu belirterek kanaatimizce, ilahiyat alanındaki “temel İslam bilimleri/İslami ilimler” sorunlu adlandırmasına alternatif sunmuş oldu. Zira bu adlandırmanın, bu sınıfa dâhil olmayan bilim dallarının İslami olmayacağına dair iması haklı olarak hep rahatsız edici olmuştur. Dolayısıyla bunun yerine klasik bilimler ve felsefi bilimler ayrımının çok daha anlamlı olduğu söylenebilir.
Sait Reçber, ilahiyat çalışmalarında tarihsel olanın gerekli ama yeterli olmadığını vurgulayarak, rasyonel bir geçerlilik soruşturmasının muhakkak yapılması gerektiğini belirtti.
Özsoy, kamu maliyesine dayanan kurumlar olarak ilahiyat fakültelerinin, siyasi lütuf alanı olarak görüldüğü ve bu nedenle ilahiyat alanına müdahalelerin normalleştirildiğini ifade etti.
Mehmet Akif Koç, Ankara İlahiyat’ın bazı öğretim üyelerinin televizyon ve kamuya açık diğer platformlarda sorunlu bir üslup tercih ettiklerine ve bundan kaçınılması gerektiğine temas etti.
Avazbek Asanov ve Dossay Kenzhetay sırasıyla Kırgızistan Oş İlahiyat Fakültesi ve Kazakistan Ahmet Yesevi Üniversitesi’ndeki Ankara İlahiyat etkisinden bahsederek, Ankara İlahiyat’ta yetişen öğrencilerinin, doğru ve eleştirel bir din anlayışına sahip olmak bakımından ne kadar şanslı olduklarına değindiler.
Iqtidar Mohd Khan ve Cemil Kutlutürk, Hint Alt Kıtasında bulunan Aligarh Müslim Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki yüksek din öğretimi tecrübesini paylaşarak, ufuk açıcı değerlendirme ve karşılaştırmalarda bulundular.
Halis Albayrak, Ankara İlahiyat’ın çoğulcu anlayışına; Hasan Onat, eleştirel düşünce geleneğine vurgu yaparak bunların fakülte açısından ayırıcı özellikler olduğunu belirttiler.
Son olarak Erul, sempozyumun genel bir değerlendirmesi bağlamında Ankara İlahiyat’a daha fazla dışarıdan gözle bakılabileceğini belirterek bu yönün kısmen eksik kaldığını ifade etti.