Yazar: Tarık Akçay
‘‘Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar’’
İsmet Özel
‘‘Anlaşılmak-değil mi ama- sanki kimsenin olamaz’’
Edip Cansever
‘‘Sövüp saymak için bile olsa, insanın başkalarına ihtiyacı vardır’’
Ivan Sergeyeviç Turgenyev (Babalar ve Oğullar)
‘‘İnsan her şeyi anlamaya yeteneklidir… evreni dolduran esirin titreşimini de, güneşte olup bitenleri de; ama başka birinin, burnunu neden kendi gibi değil de başka türlü sildiğini… işte onu anlayamaz.’’
Ivan Sergeyeviç Turgenyev (Babalar ve Oğullar)
Yazılanı okumak, okunanın yazılması, yazarın yazdığı, okurun okuduğu… Bunu daha da uzatabilirim ama doğrudan konumuza geçelim dostlar. Okuma eylemi yazılmış olmayı gerektirir. Şu an da dahi, her yazılan şey bir muhatap arama derdindedir. Yazar, yazısını -en iyi ihtimalle- bir kişinin okuyabileceğini düşünerek yazmak zorunda hisseder. Yazarın bu hissiyatı yazının –kalemden dökülen kelimelerin- kolay bir şekilde kâğıda akmasını sağlar. Evet dostlar, yazar bu şekilde kendisini rahatlatır. Hayır, ben bir yazar değilim dostlar ama yine de bir okuyucuya yazar gibi yazıyorum. İtiraf ediyorum dostlarım, hiçbir yazı hiçbir kimsenin okumayacağı düşünülerek yazılamaz. Fiiliyatta kimse okumasa da fikriyatta yazar, –iyi niyeti ile- yazdığı yazının öyle ya da böyle okunacağını düşünür. Anlayacağınız gibi yazar ve okurun ilişkisi böyle başlar. ‘Yazı okunmayı, sevmek sevilmeyi gerektirir’ derler ya dostlar, işte tüm mesele bundan ibaret. Size yemin edebilirim ki insan göstermek, duyurmak ister. Bundan emin olun. İnsan, yolda yürürken yerinden kalkmış bir taş görse ve onu yerine koyma iyiliğini gösterse dahi bu geçerlidir. Taşı yerine koyarken etrafına bir bir bakar bu yaptığı iyiliği gören var mı diye. Buna nasıl iyi niyet deriz dostlar? Bu gösteriş budalalığı değil de nedir! Hayır dostlar, bu iyi niyet değildir. O anda insanın içi içini yer, yaptığı iyiliği göstermek için. Evet, ben de insanım. Bundan kaçacak değilim dostlar. Başkalarına bir iyilik yaparken acaba bir kimse -tanıdığım olsun olmasın- beni görüyor mu derdini taşırım. Hep o kişiyi arar gözlerim. Yeter ki bir kişi olsun beni yüzüme övsün, övmese de yaptığım iyiliği gördüğü için beni yüz ifadesiyle onaylasın, içten içe yüceltsin, beni iyi bir insan olarak kabul etsin. Çok şey mi istiyorum dostlar? Size bir şey anlatayım. Günlerden bir gündü. Eve doğru gidiyordum. Oturduğum sokağa girdim ki bir de ne göreğim! Yolun ortasında üzerindeki elbiselerden dilenci olduğu anlaşılan, yaşlı mı yaşlı, yüzünde meymenet kalmamış bir koca karı. Birden ona iyilik yapacağım tuttu. Cebimde ne kadar para varsa ona verdim dostlarım, ah ne aptalmışım ben. (Beni tanıyanlar benim o iyiliği yapmayacağımı bilir ama arada her insana olduğu gibi bana da bir merhamet duygusu ağır bastı. Nedense vicdan yaptım.) Aksiliğe bakın dilenciye iyilikte bulunurken etrafımda kimsecikler yoktu. Gözlerim çok kere aradı sizi dostlar, ama bir insan evladı bile yoktu. İş başa düştü dostlarım, o anda kendi kendimi en değerli kişi ilan ettim, en erdemli kişi. Ama unuttuğum bir şey vardı. Tanrının beni gördüğünü unuttum dostlarım. Aklım sonradan dank etti ve ansızın başımı yukarıya, göğe doğru kaldırdım ve Tanrıya yöneldim bari sen gör edasıyla. O, her şeyi görendir, her şeyi işiten, yüreğimin içindekileri bile. İnsana şah damarından daha yakındır derler Tanrı için. Bunların hepsini bilmeme rağmen yaptığım ahmaklık niye dostlar? Buradaki ahmaklığım, Tanrıyı unutmuş olmam ve gururumun okşanması için en son Tanrıya yönelmiş olmamdı. İnsanın gururu okşanacaksa bunu Tanrı yapmalı. Aslında olması gereken tam da budur dostlarım. Olması gereken iyiliği sadece Tanrı’ya göstermek. Evet, tam da.. O anki mutluluğumu görseydiniz sanırım benim haklı olduğumu hep bir ağızdan söylerdiniz. Evet, haklı olmak istiyorum. İnsanın o anda yaşadığı mutluluk -yemin ederim ki- size, dünyadaki en güçlü insan olduğunuzu hissettirir. Bunu deneyebilirsiniz dostlarım, ne de olsa çağımız deney çağıdır! Öyle bir şey ki, ayaklarınızın yere çok sağlam bastığını hatta adeta yere yapıştığını zannediyorsunuz ama bir yandan da bedeniniz tüy gibi uçuyor. Bunu nasıl anlatayım ki sizlere. Bunu anlayamazsınız ancak aranızdan anlayanlar çıkabilir. Neyse dostlar sadede geleyim. Bir iyilik sadece Tanrıya göstermek için yapılır. Bunu iyice belleyin. Kul insan, Tanrı ile bu şekilde konuşmalı. Evet, yanlış duymadınız dostlarım, Tanrıyla konuşmak gerek. Dua, Tanrı ile konuşmak değil midir? Sakın bunları yazdığım için gücenmeyin dostlar. Sizlere kendi bilgiç tavrımla olması gerekeni eksik bir şekilde söylüyorum. Olması gereken elden geldikçe O’nu unutmamaktır. Bir dini vecibe de olsa bir dua da olsa bir iyilik de olsa. Yazar okuyucusunu nasıl unutamıyorsa siz de Tanrıyı unutmayın. ‘Tanrıyı unutan, Tanrı’nın da sizi unuttuğu kimselerden olmayın.’
İşte yazar yazısını yazarken okuyucularına seslenir yahut onları düşünerek, onları gözünün önüne getirerek- yazısının okunacağını düşünerek- yazar. Yazı okunmak ister ya da yazar okunmak ister. Bu yazının kaderini de değiştirir. Yazarken yapılacak her hamlenin okura yönelik olması muhtemeldir. Peki, nedir bu okunma sevdası, anlaşılma sevdası diye sorabilirsiniz. Yazar olmamama rağmen bunu size açıklayabilirim. Her insan anlaşılmak ister ama sadece bu açıklama yeterli değildir. Tabi okunmanın cezbedici bir tarafı yok da değil. Yani, bir okura sahip olma düşüncesi (sahip olmak modern dünyadaki anlamının dışında kullanılmıştır) yazma sürecini hızlandırır ve zevkli kılar. Böylece yazar ve okurun ilişkisinde ilk aşama geçilmiş olur. Lafı daha fazla uzatmaya gerek yok. Vakit olsa inanın dostlar, okumanın yararları, zararları, yazı yazma teknikleri gibi konuları sizlere küstahça uzun uzun anlatırdım. Ben yazar değilim demiştim ama burada size bir yazar kişiliğine bürünüp sizlere seslendim. Haa, unutmadan dostlarım. Dikkatli bir okuyucu şimdi yazacaklarımı mutlaka görmek isteyecektir. Siz siz olun hiçbir zaman ‘yazar zaten bildik şeylerden bahsetmiş’ demeyin. Zaten halihazırda bilmediğiniz bir şey yok. Ben de sizden duyduklarımı yazdım. Size dostlarım dedim. Lütfen bu seslenişimi üzerinize alınmayın. Ben yalnızca birkaç dostumu kastetmiştim. Size bir şey daha söyleyeyim. Ben kötü bir okurum ve kötü bir yazar. Bu anlattıklarım da sadece bir lakırtı. Ama iyi bir dinleyiciyimdir. Gelin sizle anlaşalım. Siz bu yazıyı okumayın, ben ise bir daha yazmayayım.
Görsel Kaynağı: https://www.japantimes.co.jp/culture/2016/10/04/arts/openings-outside-tokyo/standing-earth-looking-sky/