Ne Yanına Değsek Oradan Ağlıyorsun


Yazar: Zeynep Özer

Göklerin bütün kapılarının açıldığı,

Kimsesizliğiyle yaşayan bir şehir

Hiçbir kalemin anlatmaya güç yetiremediği

Ah O peygamberin yitip giden ümmeti…

 

Bütün peygamberlere ev sahipliği yapmış, göklere açılan kapıların anahtarının hikayesiydi bu. Çirkin bir kağıda düşen güzel bir hikayeydi. Öyle bir hikaye ki, dünyada eşi benzeri görülmemişti. İnsanlığın ilk durağı ümmetin  yüreğine  hançer gibi saplanan iki heceydi. Nasibin, aydınlığın, derinliğin, miracın menziliydi. Sevgi, hoşgörü, kardeşlik, huzur ve barış dallarının ağacıydı. Bir başka açıyordu çiçekleri. Bahar bile bir başka geliyordu topraklarına. Bütün cihana açılan kapısız sokakları cömertliğin abidesiydi. Mimar Sinan  yadigarı Şam kapısının estetiği, Davut kapısının mührü, altın kapının gizemi, aslanlı kapının efsanesi, yafa kapısının Lailaheillallah İbrahim Halilullah kitabesi  sırrınca hoşgörüydü. Hz Ömer’in adaleti, Selahaddin’in merhameti, Yavuz’un asaleti, Abdülhamid’in gözbebeğiydi. İnsanlık suretse O asıldı. İnsanlık karanlıksa O kandildi. İnsanlık kökse O topraktı. Nimetlerin en değerlisiydi ki   ilk kıbleydi Mescid-i Aksa. Nimetlerin en büyüğüydü ki  Efendimizin (sav)  miraca yükselişine hane sahipliği yapmıştı. O Miraç ki Kudüs’ten göklere  yapılan yolculuktu. Orada Efendimiz (sav), nice peygamberlerle karşılaşmış, sohbet etmişti. Ardından yaratılmış olanların girebileceği son sınır olan yer Sidretü’l-Münteha’ya tek başına girmişti. O vakit namaz farz kılınmıştı. Peygamber (sav) bütün peygamberlerin ruhaniyetine namaz kıldırmıştı. Değil miydi, Miracın en büyük müjdesi, şirke girmemiş olan Müslümanların en  sonunda mutlaka cennete girecek olması? Bundandır ki vahyin, ilahi tebliğin, peygamberliğin temsili şehriydi. Nimetlerin en kutsalıydı ki İsa’nın göğe yükseldiği yer olarak kabul ediliyordu Kabir Kilisesi. Hz. İsa’nın sırtında çarmıhla yürüdüğü çile yolu taşları hüzün, acı ve kutsiyet kokuyordu.

İnsanlığın kalbinin attığı yer, 3 semavi dine de gönül hanesi olmuş, dar sokakları insanlık tarihine açılmış barışın şehriydi. Zeytindağı eteğinde, en huzur ve barış dolu yıllarını Osmanlı’nın geniş gönüllü hoşgörü kucağına borçluydu. Öyle ki Kamame Kilisesi penceresi önünde duran ahşap merdiven, Osmanlı adaleti ve gücünün yüzyılları aşan emaresiydi. O kutsal kilisenin anahtarı, başka dinden olanlara İslam’ın hoşgörü, adalet ve merhametinin simgesiydi. İnsanlığın kökleri bu topraklardaydı. Velhasıl en güzel rüyaların görüldüğü, en derin nefeslerin çekildiği şehirdi burası. Bir o kadar da insanlığın eksik parçasıydı. Ne vakit insanlıkla bir araya gelseler o vakit bütün oluyorlardı.

O Aksa ki, orada çocuklar daha masum daha güzel gülerdi. Orada her şeyin bir  izi vardı. Kuşlar gökyüzünde Aksa’ya has izler bırakır, sözler Aksa’ya değdiği vakit güzelleşir, yürek Aksa ile buluştuğu vakit aslına kavuşurdu.

Hal bu ya, her şey zıddıyla var olacaktı. Barışın şehri savaşların ortasında kalmıştı. Dünyaydı burası; korkunun, zulmün, işgalci güçlerin hüküm sürdüğü bir yerdi. Kudüs ne kadar uysalsa Siyonistler o kadar bozguncuydu. Gücün karşısında Kudüs büyük bir direnişti. Güç, her şeyi almaya yetse de Kudüs’e dokunamazdı. Dokunamamalıydı. Barış ve huzur yaprakları hangi ara koparılmıştı? Kudüs semalarında bahar o eski bahar mıydı şimdi? Menzili semalar olan kuşlar uçmayı mı unutuyorlardı ? Göklerin kapısının anahtarı zalimin hangi kapısına uyabilirdi?

Ey tevekkül şehri! Ne vakit topraklarının üzerine kara bulutlar çöktü? Sen ki yalnız barışa, huzura, kardeşliğe itaat edersin.

Ey kalplerin ilk durağı! Ne vakit güzelliğinin paylaşıldıkça çoğaldığını unuttu    bu insanlık?

Ümmet en zayıf en hassas yerinden mi imtihana girmişti? Yıkık dökük sokaklarında mı sınanıyordu? Bu ümmet hangi ara topraklarında esen zulmü sessizce kabullenir oldu? Bu sessiz kalış, neyin feda edilişiydi? Yoksa zalimin kılıcı yüreklerde sızı olarak mı yer alıyordu sadece? Çektiğin acıyı mı örtmeye çalışıyorduk sessizliğimizle? Hangi güzellik kötülükle örtülebilmiş de mazlumu zalimle örtebileceğimize inanmıştık? Sen kırıldın, ümmet de sessizce yok oldu. Fark edemedi.

Hangi kelam; kırılgan, yorgun halini anlatmaya yeterdi şimdi? Hangi kelime acının hacmine denk düşebilirdi? Kudüs sanki bir kalpti ve ümmet onun üzerinden geçmiş sesini çıkaramamıştı. Öyle ki sessizliği, kalbin sevdiğine teslimiyetiydi.

Kudüs ağırdı şimdi. Kırıktı kanatları. Mazlumdu. Yükü neye denkti bilinmez. Titriyordu. Ümmet sarsılsın, hafsalası yerine gelsin diye titriyordu. Sanki bu titreme ümmetin parçalanmışlığının simgesiydi. Hiçbir gül solmayı hak etmiyordu. Kudüs de solmayacaktı elbet. Bundandır ki, Selahaddin Eyyubi bekleyişi vardı şimdilerde Kudüs’te.

2 comments

  • Limit dâhilin de anlatmak uzatmak, anlayanın anlayacağı şekilde olsun veya olmasın anladığı kadardır. Ne kadar dokunaklı anlatılırsa anlatılsın, yüreğinde yer açtığı kadarını anlar, gerisini aklın çöplüğüne atarak çöp biriktirmeye devam eder,emeğinize gönlünüze sağlık kardeşim,selamlarımla.

    • Teşekkür ederim, her daim yüreğimizle bakabilme ve hissedebilme ümidiyle Mehmet Bey.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s