Yazar: Hadi Ensar Ceylan
Selçuk Şirin, Yetişin Çocuklar, Doğan Kitap, İstanbul 2019.
Ülkemizde herkesin hemfikir olduğu nadir konulardan birisi eğitim alanında iyi olmadığımızdır. Herkes, eğitimi etkileyen ciddi problemlerle karşı karşıya olduğumuzun farkında. Bu nedenle olsa gerek, bence Türkiye’nin en nitelikli bilim adamları arasında olan eğitimci Prof. Dr. Selçuk Şirin’in yarı akademik düzeyde yazdığı Yetişin Çocuklar adlı kitabı neredeyse best-seller kategorisindeki kitaplarla yarışacak. Elimdeki nüsha, kitabın 23. baskısı ve bu sayıya sadece 1 ayda ulaşmış. Böylesine nitelikli bir kitabın çok satıyor ve dolayısıyla çok okunuyor olması eğitim konusunda en azından ümitvâr olmamızı sağlıyor.
İlahiyat fakültesinde çalışan bir akademisyen olarak ben de eğitimci sayılırım ve Selçuk Şirin’in kitabını hararetle tavsiye ediyorum. Selçuk Şirin’i bundan birkaç yıl önce Hürriyet gazetesindeki neredeyse her biri ders niteliğinde olan köşe yazılarından takip etmeye başlamıştım. Kendisinin kısa özgeçmişine bakmıştım o zamanlar. Lisansını ODTÜ’de, lisansüstü eğitimini ise Amerika’da tamamlamış olan Şirin, halen New York Üniversitesinde akademisyen olarak çalışıyor.
Yetişin Çocuklar adlı kitap, alt başlığında ifade edildiği gibi bebeklikten üniversite çağına bir eğitim kılavuzu. El kitabı da desek, faydasını abartmış olmayız. Beş bölümden oluşan kitapta ilk bölüm çocuk eğitiminin genel ilkelerine ayrılmış. Sonraki üç bölüm sırasıyla erken çocukluk, okul ve ergenlik dönemlerini ele alıyor. Ergenlik süreci ile ilgili bölüm üniversite çağına kadar getiriyor okuyucuyu. Son bölümde ise eğitimde iyi olmak için sadece kendi çocuğumuzu değil başkalarının çocuklarını da dert edinmemiz gerektiği işleniyor ve bu bağlamda özellikle kaliteli eğitim fırsatlarından yoksun, yazarın tabiri ile “yoksulluk döngüsüne mahkûm” çocuklar için yapılması gerekenler inceleniyor.
Kitap o kadar kaliteli ki her bölümün alt başlıklarını dahi ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutabilirim. Şahsi kanaatim, bu kitabın başta idarecilerimiz olmak üzere eğitimle ilgilenen herkes tarafından ve hiç şüphesiz çocukları için birer eğitimci olan anne-babalar tarafından mutlaka okunması gerektiğidir. Nedenini birkaç ana madde üzerinden açıklamaya çalışayım.
“Ağzı olan konuşuyor” fehvasınca eğitim konusunda da beylik laflar eden çokça kişiyle karşılaşabiliyoruz. Bu da “kimi dinleyeceğiz” sorusunun haklı olarak gündeme gelmesine neden oluyor. “Liyakatsizler olmasa bu kitabı yazmazdım” diyen Selçuk Şirin hoca, alandaki yetkinliğini Yetişin Çocuklar kitabıyla ispat etmiş. Öncelikle kendisi çocuk yetiştirmeden kitabı yazmamış. Bilindiği üzere eskiler buna amelî hikmet derler. İki erkek çocuk babası olan Selçuk hoca, tecrübe ederek hakikatine eriştiği konuları bizimle kitapta paylaşmış. Yetkinliği gösteren ikinci bir yön, kitabın araştırma verileri üzerine inşa edilmesi. Hoca, öyle ezberden konuşmuyor. Tezlerini dayandırdığı somut araştırma verilerini de aktarıyor. Hatta kitabın bir yerinde finansal açıdan başta devlet olmak üzere, kurumlarca desteklenmiş millî araştırma projelerinin ve veri depolama çalışmalarının eksikliğini vurgulayarak, eğitimde kalkınmamızın bu gibi saha çalışmalarının geliştirilmesiyle ancak mümkün olduğunu belirtiyor. Yetkinliğin bir başka göstergesi de kitabın satır aralarından çıkarabileceğiniz ileri okuma listesi. Selçuk Şirin, eğitim alanında kendisi gibi uzman yerli ve yabancı birçok akademisyene ve kitaplarına referansta bulunuyor. Bu kitapla yetinmek istemiyorsanız, yine kitaptan hareketle oluşturacağınız listeden devam edebilirsiniz. Gönül isterdi ki yazar bu kitapları, belki daha başkalarını da ekleyerek kitabın sonunda müstakil olarak versin. Kim bilir, gözden geçirilmiş sonraki baskılarda bu söylediğim de kitaba eklenir.
Kitabın ana bölümleri üzerinden de bazı hususlara temas etmek isterim. “Çocuk Yetiştirmenin ABC’si” başlıklı ilk bölümde belki de eğitimin en önemli ilkelerinden biri olan “birebir ilişki” ön plana çıkarılmış. Yazara göre her çocuğa uygulanabilecek, maddelendirilmiş ve detaylandırılmış bir reçete söz konusu değil. Her çocuk özeldir. Buradaki “özel” tabiri, değerli olmayı değil, farklı olmayı ifade ediyor. Her çocuk farklı olduğundan özel ilgi ve alaka ile ona yaklaşmalı. Bu da çocukla içten diyalog kurmayı gerektirir. Bu ilke aynı şekilde tıpta da geçerlidir. Doktorlar çok söylerler: “Hastalık yoktur, hasta vardır” diye. Dolayısıyla birebir ilişki ile tespit edilen özel durumlar üzerinden eğitim süreci tasarlanmalı. Ve bu süreçte kesinlikle kıyaslama yapılmamalı. Çocuğun özgüvenini zedeleyebilecek bu gibi davranışların her türlüsünden uzak durmalı. Çocuğun özgüvenini kazanmasında ve artırmasında ise ona yardımcı olabileceğimiz iki temel nokta var. Birincisi çocuğa tercih yapma ve sorumluluğunu üstlenme fırsatı verme, ikincisi mükemmel olmayı değil, yeteri kadar iyi olmaya çalışmasını öğretme. Çünkü mükemmellik neredeyse imkânsız olduğundan hedef haline getirildiğinde, hayal kırıklığına neden olur. Yapılması gereken, denemek ve her seferinde daha iyisini yapmaya çalışmak. Batılıların dediği gibi “practice makes perfect.” Çaba ve emeğe önem vermek de bu sonuncusunun tamamlayıcısı sayılabilir. Çocuk, ancak emek verdiğinde karşılığını göreceğini öğrenmelidir. Hatta buradan çıkarımla denebilir ki emek ve emeğin karşılığını görmek toplumsal bir bilinç haline gelmeli. Zira yıllarca emek vermesine rağmen, hiçbir emek harcamadan liyakatsizce kimilerinin payeler edindiğini gören insan çabalamaktan maalesef vazgeçer.
Erken çocukluk dönemi ile ilgili ikinci bölümde yazar, çocukla beraber yapılan okuma faaliyetinin önemine dikkat çekmiş. Çocuğun kelime hazinesinin bu sayede zenginleşeceğini ve çocuğun gelişimine yapılabilecek en değerli yatırımlardan birinin bu olduğunu ısrarla belirtmiş. “Çocukla kaliteli zaman geçirme” kavramı, bu dönem için sıklıkla dile getirilir. Yazara göre bunun en iyi yolu deneyim paylaşımı, yani herhangi bir faaliyeti beraber deneyimleme. Bu dönemde elde edilebilecek bir diğer önemli kazanım ise planlı olabilmek. Bilhassa spor ve sanat faaliyetlerinin planlı çalışmayı öğrenmek konusundaki etkisi vurgulanmış.
Okul dönemini irdeleyen üçüncü bölümün öne çıkanlarından biri, TÜSİAD tarafından Selçuk hocaya hazırlatılan eğitimde reform raporu. “Ne olacak bu eğitimin hali” diyenler için yol haritası burada. Detaylarına giremeyeceğim kadar çok sayıda önemli husus var bu raporda. Yalnız şunu belirtmek isterim: Bu raporu görünce, idarî açıdan kusurumuz ya da eksiğimizin uzmansızlık olmadığını anladım. Yani eskilerin tabiri ile “kaht-ı ricâl” çoğu zaman söz konusu değil. Ricâl’e, yani uzman insanlara kulak verilmemesi ve idarenin bu insanların görüşleri doğrultusunda organize edilmemesi kusurumuz var.
Bu bölümde öne çıkan bir diğer konu çağımızda etkili olabilecek beceriler. Yazarın tabiri ile Google çağında ezber becerisinin bir kıymeti yok ve ne yazık ki biz hala bu bilgi düzeyinde eğitimi kurguluyoruz. Selçuk hoca, yine detaylarına burada yer ayıramayacağım Wagner’in 6 temel becerisini özetlemiş bu bölümde.
Bu bölümle ilgili son olarak okul öncesi eğitimin altını çizmek istiyorum. Hoca defaatle her şehre üniversiteden ziyade her mahalleye kaliteli bir okul öncesi eğitim kurumu kazandırılması gerektiğini söylüyor. Çünkü verilerle ispatlanmış bir olgu olarak yaşam standartlarının ve kalkınmışlığın artmasında okul öncesi eğitim kadar etkili başka bir şey yok. Hoş, her şehre çoktan üniversite yapıldı. Olmuş ile ölmüşe çare yok derler. Biz şimdi her mahalleye okul öncesi eğitim kurumu beklemeliyiz idarecilerimizden.
Çocuklarımıza en çok baskıyı ergenlik dönemlerinden itibaren yapıyoruzdur herhalde. Babalar ve oğullar, anneler ve kızlar arasındaki tartışmalar sürgit devam eder. Bu dönemde alınacak kararların geri dönülmez sonuçları olacağını düşünen ebeveynler, en iyisini seçmeleri için baskı yaparlar çocuklarına, onların iyiliği için. Selçuk hoca gençlerin eğitimi hususunda “kasıtlı pratik” kavramını ele alıyor bu bölümde. Hocanın tabiri ile gençlere “çok çalış” demekle olmuyor. Öncelikle gençlerin motivasyonlarını kazanmaları lazım. Motivasyon, hariçten yüklenebilecek bir şey değil. Motivasyon, bir şeyi tutkuyla yapmak, başka bir ifade ile bir işi yapmak konusunda tutum geliştirmek demektir. Bir insan yapmaktan zevk aldığı işle meşgul iken zaman ve mekânı unutur ya, işte gençlerimiz ne ile meşgul iken bu duruma geliyorsa onlara bu alanda uzmanlaşma fırsatı vermemiz gerekiyor. Eğer motivasyonu ve tutkusu yerinde ise bir genç hayal kurar. Ve hiç şüphesiz hayal kurabilirse başarılı olur. Çok önemli bir başlangıç olsa da tutku yetmiyor. Ardından uzman gözüyle yapılması gereken bir durum tespiti olmalı. Yani kişi, hangi düzeyde yer aldığını, ne kadar mesafe kat etmesi gerektiğini görmeli. Son olarak da sürekli geri bildirim, sürekli murakabe.
Son bölümde Selçuk hoca, tek başına bireylerin iyi olmasının toplumsal kalkınma için yeterli olmadığını gözler önüne seriyor. Bizler, yakın bir fayda olarak sadece kendi çocuklarımızın eğitimine odaklanabiliyoruz. Oysa bu yakın fayda, daha uzak ve büyük faydayı temin etmeksizin bir işe yaramıyor. Etkisini çocuklarımız üzerinde hemen hissedemediğimiz bu büyük fayda ise eğitim fırsatlarının toplumun her kesimine ulaştırılmasıdır. Özellikle yoksul aile çocuklarının ve günümüz Türkiye’sinin güncel sorunlarından biri olan mülteci ailelerin çocuklarının eğitim fırsatlarından yararlanabilmesine odaklanıyor yazar. Ve adeta kemale ermenin son bir adımı olarak diğerkâm olmayı hatırlatıyor bizlere, eğitimdeki izdüşümü ile.
Yazının görseli için kaynak: https://www.parents.com/toddlers-preschoolers/everything-kids/happiest-parents-have-four-or-more-kids-study-says/