Hele Bir Geç Şu Bahâristân’dan!


Yazar: Hadi Ensar Ceylan

“Hele bir geç şu Bahâristân’dan!” nidâsına kulak verip de Molla Câmî’nin bağ ve bahçelerine uğrayanlar arasında pişman olan yoktur herhalde. Zira “yağmur damlalarının goncaların sürahilerinde şaraba dönüştüğü” bu bahçeler, pişman etmek şöyle dursun meftun eder ziyaretçilerini. Her bir bahçesinde insanın yâdından çıkmayan ayrı bir tat, ayrı bir koku vardır. Bu sebeple Bahâristân, düşünce vadisinde dolaşanların asırlardır uğrak yeri olmuştur.

Bahâristân, Molla Abdurrahman Câmî’nin (ö.898/1492) klasik haline gelen eserlerinden yalnızca birisidir. Tasavvuf düşüncesi ve tarihi alanında Nefehâtu’l-Uns, Arap dili ve grameri alanında el-Fevâidu’z-Ziyâiyye (Molla Câmî adıyla meşhurdur), nazarî hikmet alanında ed-Durratu’l-Fâhira gibi klasikler de onun telîfâtı arasındadır. Birçok alanda İslam düşünce tarihinin önde gelen isimlerinden olan Câmî, edebiyat sahasında da at koşturmuş ve zevk sahiplerinin iltifatına mazhar olmuştur.

Bahâristân, Molla Câmî’nin edebî eserlerinden kabul edilmektedir. Zira kitabın mukaddimesinde müellif, oğlu Ziyâeddîn Yûsuf’un eğitimi sırasında derslerin ağır yükünden onu kurtarmak amacıyla Gülistân dersleri yaptıklarından bahseder. (Gülistân, Sa’dî-yi Şîrâzî’nin (ö.691/1292) ölümsüz kitaplarından olup İran edebiyatının şaheserleri arasındadır.) Gülistân dersleri esnasında Molla Câmî’de, bu kitaba bir nazire yazmak düşüncesi peyda olmuş. Ve nihayet Bahâristân’ı yazarak bu düşüncesini gerçekleştirmiştir.

Molla Câmî, Gülistân’ın değerini Bahâristân’ın daha ilk sayfalarında şöyle ortaya koymuştur: “Sa’dî’nin Gülistân’ı gülistân (gül bahçesi) değil; sanki cennetten bir bahçedir. Onun tozu, toprağı, yongası, çerçöpü amberle yoğrulmuştur. Bâbları (kitabın içindeki bölümler) cennetin kapıları ve feyz veren hikayeleri ise kevser havuzlarıdır. Perde arkasında gizlenen nükteleri nazlı büyümüş hurileri kıskandırır. Onun gönüller çeken şiirleri, rutubeti sayesinde altından nehirler akan yüksek ağaçlardır.” Öte yandan bu ifadelerden biraz sonra Câmî şöyle söyler: “Bu bahâristândan bir geç de içinde gülistânlar görebilesin.” Câmî’nin bu ifadeleri, kendi eserinin de Gülistân gibi –belki de daha fazla- değerli olduğuna işaret etmektedir. Yazının girişinde de belirtildiği gibi Bahâristân’ın değerli bir metin olduğu konusunda şüphe yoktur. Ancak iş Gülistân ile mukayese yapmaya gelirse edebî değeri açısından Bahâristân, Gülistân’a yaklaşamaz. Her şeyden önce Gülistân, üslup ve tarzı açısından edebî olmaya daha layıktır. Zira baştan sona kadar Sa’dî’ye ait hikayeler ve şiirlerle doludur. Oysa Bahâristân, Molla Câmî’nin genellikle başkalarından naklettiği hikaye ve nüktelerle bezenmiştir. Câmî, bu hikaye ve nükteler arasına kendi telifi olan şiirlerden koymuştur. Dolayısıyla bir edebiyatçı olması bakımından Sa’dî ve eseri Gülistân, Molla Câmî ve Bahâristân’dan bu noktada daha üstündür. Diğer taraftan içerikleri itibariyle bu iki kitabı mukayese ettiğimizde Bahâristân’ın Gülistân’dan daha besleyici olduğunu söylemek mümkündür. Bunu temin eden sâik, Molla Câmî’nin ilmî anlamda Sa’dî’den çok daha önde olmasıdır. Nihayetinde Sa’dî bir edebiyatçıdır, Molla Câmî ise hem alim hem de sûfîdir. Bu nedenle Bahâristân’ı okurken çok daha derinlere gideriz; ama Gülistân’ı okurken özellikle üslubu bakımından zevk-yâb oluruz. Neticede ikisinden de feragat edemeyiz, ikisi de kendi bağlamında güzeldir.

Bahâristân çiçeklerin açtığı yer anlamında kullanılır. Molla Câmî de buna uygun olarak kitabının bölüm başlıklarına bahçe adını koymuştur. Eser sekiz bahçeden meydana gelir. İlk bahçe, Allah dostları ve onların hikmetli sözlerine ayrılmıştır. Sonraki bahçelerde ise sırasıyla şu konular işlenmiştir: filozoflar ve sözleri, devlet idaresi ve adalet, kerem ve cömertlik, aşk ve muhabbet, latife ve mizah, şiir ve şairler, hayvanlar alemi.

Molla Câmî’nin tasavvufî yönü diğer bütün özelliklerinden önce gelir. Hem hayatı hem de eserlerini incelediğimizde Molla Câmî’nin en çok mesai harcadığı alanın tasavvuf olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle Bahâristân kitabı da tasavvufî bir bölümle başlamıştır. Molla Câmî’nin, İbn Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem’ine hem ihtisar hem de şerh yazdığını, Mevlânâ Celâleddîn hakkında “O, âlîcenâb zât hakkında ne söyleyeyim? Peygamber değildir amma ve lakin kitabı vardır!” diyerek şiir söylediğini, Nakşîbendî silsilesinden Sa’deddîn Kâşgarî’nin müridi olduğunu düşündüğümüzde Bahâristân’ın ilk ve en güzel bölümünün tasavvufla ilgili bölüm olması bizi şaşırtmıyor. Tasavvufta son derece yetkin bir isim olarak Molla Câmî bu bölümde, tasavvufun ileri gelenlerinden sözler nakletmiş, ardından bu hikmetli sözleri kendi ifadeleriyle nazma çevirmiştir. Abarttığım sanılabilir belki; ama yine de şunu ifade etmem gerekir ki bu bölümün neredeyse her kelimesinde ayrı bir hikmet vardır. Öte yandan bu bölüm, tasavvufun ne olduğuna, dolayısıyla ne olmadığına tasavvufun ilkeleri ışığında gayet yerinde bir cevap teşkil ediyor. Zira her çiçekten ayrı bal yapmış Câmî. Sadece bu bölüm için dahi Bahâristân okunur, dense mübalağa edilmiş olmaz.

İşte, parmakla sayılmaz ama, tadımlık birkaç hikmet:

“Ebû Hâşim es-Sûfî [k.s] demiştir ki dikiş iğnesiyle bir dağı kökünden kazmak, kibir gibi kötü bir huyu kalpten çıkarıp atmaktan daha kolaydır.”

“Zünnûn-ı Mısrî [k.s], mağrib taraflarındaki bir şeyhe gitti. Şeyh dedi ki: Niye geldin? Eğer ilklerin ve sonların ilmini edinmek için geldiysen buna imkan yok. Zira bunları ancak ve ancak Yaratan bilir. Eğer Yaratan’ı aramaya geldiysen, O ilk adım attığın yerdeydi.”

“Ma’rûf el-Kerhî [k.s] demiş ki: Sûfî bu alemde misafirdir. Misafirin ısrarları ev sahibi için bir cefadır. Edebli olan misafir bekler. Zira o bir misafirdir, ısrarcı değil!”

Molla Câmî’nin bu bahçedeki şiirlerinden: “Kimse zahmet çekmekle vuslat hazinesine nail olamadı. Yine ne tuhaftır ki kimse de eziyet görmeden o hazineyi göremedi.”

Gücü yettiği kadar eşyânın hakikatini bilmeye çalışan ve bildikleriyle amel eden kişiyi hakîm/filozof olarak tanımlayan Molla Câmî Bahâristân’ın ikinci bölümünü bu kişilere ve sözlerine ayırmıştır. Sadece ilmin değil, amelin de en az ilim kadar önemli olduğuna işaret eden Câmî bu bölümde daha ziyade hikmet-i ameliyenin esaslarını işlemektedir. Nazarî hikmete dair mevzuları ilk bölümde ele alan müellif, hikmetin nasıl yaşanılacağını bu bölümde göstermektedir. Bu itibarla ikinci bahçe birinci bahçenin mütemmim cüzüdür.

Üçüncü bölümde devlet işleriyle ilgili konular ele alınıyor. Burada daha ziyade İran siyaset geleneğinin yansıtıldığını görmek mümkün. Nitekim bölümün başlarında İran siyasi tarihini öven ifadelerle karşılaşmaktayız. Bu ise şaşırtıcı değildir, zira İslam düşünce geleneğinde oluşturulan siyaset içerikli metinler genellikle İran siyaset geleneğinin tesiri altındadır. Dikkat çeken bir başka yön ise kadınlarla ilgili bu bölümde ve bir önceki bölümde geçen ifadelerdir. Bugünün okuyucusu için, bütün bir kitapta kadınlarla ilgili sarf edilen sözlerin kolay sindirilemeyeceğini söyleyebiliriz. Özellikle üslup açısından kitapta sakıncalı yerler olduğu bir gerçek. Bir örnek olsun diye üçüncü bahçenin sonunda İskender hakkında rivayet edilen kıssaya bakabiliriz. İskender’in kumandanlarından biri bir gün şöyle dedi: “Allah sana büyük ve geniş memleketler vermiş. Sen de birçok kadınla evlen ve çok evladın olsun ki onlar bu cihanda senden yadigâr olarak kalsınlar.” İskender şöyle cevap verdi: “Bir insandan kalacak yadigâr onun çocukları değil; onun iyi ahlak ve karakteridir. Cihanın erlerine galip gelen bir kimsenin kadınlara mağlup olması iyi bir şey değildir.”

Evlenmenin, galip ya da mağlup olma noktasına indirgenip hor görülmesi ve bunun üzerinden kadınların tabiri caizse aşağılanması şüphesiz ki Bahâristân’ın değerine yaraşan bir şey değildir.  Ancak her şeye rağmen bu ve bunun gibi diğer bölümler döneminin aynası olmak bakımından kayda değerdir.

Dördüncü, beşinci ve altıncı bölümlerde de Molla Câmî farklı kaynaklardan derlediği hikaye ve nükteleri aktarmış ve aynı manaları bir de kendi şiirleriyle ifade etmiştir. “Efendi, rızkın kepçesi ile kasesinden başka bir şey değildir. Kepçe ile kaseye ise rızka vasıta oldukları için minnet etmek yaraşmaz.” “İnsanın gönül güzelliği aşk dilberinin nurudur. Gönlü güzel olmayan yüzü güzele kim meyleder?” Aşk ve muhabbetin konu edildiği beşinci bölümde ahlaki değerler açısından kabul edilmesi mümkün olmayan hemcinsler arasındaki ilişkilerle ilgili hikayeler de bulunmaktadır. Cinselliğin tarihi açısından bakınca maalesef bir vakıa olarak kabul etmemiz gereken bu hikayeler, Bahâristân’ın güzelliğine gölge düşürmektedir.

Şiir ve şairlerin ele alındığı yedinci bölüm ise ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü “hâtemu’ş-şu’arâ” olarak tavsif edilen Molla Câmî, bu bölümde kendi nazarından en değerli 38 İran şairini tanıtmıştır. Her biri hakkında kısa bir malumat verdikten sonra neredeyse tamamının şiirlerinden örnekler vermiştir. Şairleri Rûdegî ile başlatmış ve kendi zamanında yaşayan Ali Şir Nevâî ile bitirmiştir. Naklettiği bazı şiirler bugün elimizde olmayan kitaplardan olduğu için bu seçkinin kültür tarihi açısından ayrı bir önemi bulunmaktadır. Bu bölümde özellikle üç şair için nakledilen bir söz var ki gerçekten dikkate değer: “Her ne kadar Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) “Benden sonra peygamber gelmeyecek” diye buyurmuşsa da, edebiyat vadisinde, şiir sahasında üç kişi peygamberdir: evsâfta Firdevsî, kasidede Enverî, gazelde ise Sa’dî.” Molla Câmî şairlerin önderi olarak ise Hâfız-ı Şîrâzî’ye işaret etmiştir. Bu da “Lisânu’l-Gayb” olan Hâfız’ın İran edebiyatındaki tartışılmaz yerini göstermektedir.

Bahâristân’ın son bölümünde ise Câmî, hayvanları konuşturmuştur. Hayvanların dilinden hikmetli nükteler aktaran bu bölüm, Kelîle ve Dimne geleneğini çağrıştırmaktadır. Bu bölümün ardından kitabı bitiren Molla Câmî, aslında devam edebileceğini; ama zihni yorulduğu için kitabı bitirmek zorunda kaldığını ifade eder.

Kitap tamamlandığından bugüne kadar, okumaktan haz edenlerin ve ilim taliplerinin ilgisine mazhar olmuştur. Özellikle Osmanlı ilim geleneğinde Farsça derslerinde takip edilen birkaç metinden biri haline gelmiştir. Bugün de Turgay Şafak (Büyüyenay Yayınları) M. Nuri Gençosman (MEB Yayınları), Yakup Kenan Necefzade (Doğu Şaheserleri Serisi), Adnan Karaismailoğlu (Akçağ Yayınları) ve Sadık Yalsızuçanlar (Timaş) gibi farklı mütercimler elinden çıkan tercümeleriyle birlikte okurların dikkatine sunulan bir klasiktir Bahâristân.

Görsel için kaynak: https://www.metmuseum.org/toah/hd/shah/hd_shah.htm

Not: Bu yazı ilk defa Müfredat Dergisi, Sayı: 3 (Eylül-Ekim 2010)’da yayımlanmıştır.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s